Fransa'da bu isyan bir ilk değil. Nahel'in başına gelenler insanlara hemen 2005'te polis kontrolü sırasında panikleyerek elektrik trafosuna saklanan ve akım çarpması ile can veren Zyed Benna ile Bouna Traore'yi anımsattı.

Banliyö isyanı, Cumhuriyet’in dönüşümü

Buket Türkmen - Sosyolog, Cetobac, Centre d'Etudes Turques, Ottomanes, Balcaniques et  Centrasiatiques, Paris.

Fransa son günlerde Paris banliyölerinde başlayıp daha sonra ülke geneline yayılan bir isyan dalgasıyla gündemimizde. Olaylar Paris'in banliyö kenti Nanterre'de başladı: Nahel M (17) yol kontrolü yapan polisin silahı ile vurularak öldürüldü ve o anın video kayıtları  sosyal medyada dolaşmaya başlayınca ayaklanma başladı. Göstericiler banliyölerden taşıp kent merkezlerine vardılar ve kamu mallarına, okullara, binalara ve özel mülkiyete zarar vererek sokakları öfkelerinin ateşiyle yakmaya başladılar. Bir haftayı geçti. Son günlerde polisin müdahaleleri ile büyük maddi ve psikolojik zarara rağmen olayların hızı kesilir gibi görünüyor, ve hükümetin banliyö valiliklerine çıkardığı ek bütçeler ile verilen zarar tazmin edilecek gibi görünüyor. Peki mesele o zaman bitecek mi?

Ne bu isyan Fransa'da bir ilk, ne de yol açtığı tartışmalar bu isyan ile sınırlı. Nahel'in polis kontrolü sırasında ehliyetsiz araba kullandığı için paniklemesi ile ölümünü getiren olaylar insanlara hemen 2005'te polis kontrolü sırasında panikleyerek elektrik trafosuna saklanan ve akım çarpması ile feci şekilde can veren Zyed Benna (17) ile Bouna Traore'yi (15) anımsattı. Bunun akabinde 274 kentte 21 gün süren 2005 banliyö ayaklanması da epey şiddet ve tahribata sahne olmuş, olayları bastırmak için bu kentlerde olağanüstü hâl ilan edilmişti.  2005 banliyö ayaklanmasının en belirgin sonucu İçişleri Bakanlığı'nın polisi güçlendirmesi olmuştu. 2017'de ise yeni bir yasa çıkarılarak polisin silah kullanması karşısındaki engeller kaldırıldı. Sorun şu ki o günden beri polisin daha ziyade "renkli" fransızlara karşı silahına davrandığı tespit ediliyor. Bir diğer isyan ise yakın zamanda siyah hareketinde görülmüştü: 2020'de ABD'de patlayan siyah isyan, 2016 yılında gözaltında ölen siyah Fransız yurttaşı Adama Traoré etrafındaki ayaklanmayı tekrar alevlendirmişti. 2020de meydanlar siyahların barışcıl ama talepkâr gösterilerine sahne oldu. Ancak Fransa'da son yıllarda yükselen birçok ırkçılık karşıtı hareket gibi 2020 siyah hareketi de siyasal otorite ve toplumsal güçler tarafından fazla dikkate alınmamış ve sesini duyuramamıştı.

Bu hareketlerin ortaya çıkardıkları şiddet ve öfkenin ötesinde, gündeme taşıdıkları sorular önemli. Neden polis kontrolünde bu kadar panikliyor bu çocuklar? Neden bu çocukların hepsi Arap asıllı veya siyah?

Bu soruları ciddiye alan sosyolog Eric Fassin kurumların, devletin ve toplumun ırksallaşması meselesini ana akım radyoda tartışmaya açtı: Fransa'daki bağımsız kuruluş "Hakların Savunucusu"nun araştırma sonuçlarını hatırlatarak koyu tenli veya siyah yurttaşların "beyazlardan" 20 kat daha fazla polis kontrolüne maruz kalıp kovuşturmaya uğradıklarını söyleyen Fassin, devletin ırkçı eğilimlerini tartışmalıyız dedi. Bu eğilimler yüzünden kesişimsel bir ezilme ile karşı karşıya kalan Arap kökenli ve siyah yurttaşlara dikkat çeken Fassin, ırksal ezilmenin kesişimselliğinden bahsetti, çünkü ezilme tek boyutlu bir olgu değil, çoğuldur: ırksal ezilme, aynı zamanda sınıfsal ezilmedir. Şöyle ki ırksal aidiyetin sebep olduğu toplumsal yoksunluklar, sınıfsal ezilme, ayrımcılık ve polis şiddeti birbirini besleyen yaralardır. Devletin sistemli ırkçılığı bu yaraları derinleştirir diyerek Fassin akademisyenlerin bu konuyu, son yıllarda gelen siyasal baskılara rağmen -zira son yıllarda siyasal alandan akademik alana gelen baskılar Fransa'da da artmış durumda-, özgürce tartışabilmeleri gerek dedi.

Siyaset bilimci Emmanuel Blanchard ise bu ırksallaşmayı ve bugünkü gençlerin öfkesini kolonyalizm tarihini bilmeden anlayamayacağımızı söylüyor. Fransa'nın kolonilerindeki "ulusal yerliler"in özel statüleri ve hakları vardır, metropole iş ve eğitim için gelirler, bu anlamda hakları olanı almaya gelmişlerdir. 1946'dan sonra ise tam yurttaşlık haklarına da sahiptirler, buna rağmen, özellikle de Cezayir kökenlilerin Fransa'daki varlığı toplumsal muhayyilede hiçbir zaman tam olarak benimsenmemiştir. Bunun sebebi Cezayir Savaşı'nın bu muhayyilede açtığı yaradır Blanchard'a göre: yurttaşların bir bölümüne göre bugün yaşanan polisin ırksallaşmış tavrı meşrudur, sorgulanacak olan polisin tavrı değil, kurallara uymayan Arap asıllı veya siyah Fransızların tavrıdır. Bugün bunun bir ispatı gibi Nahel'i vuran ve tutuklu olan polisin ailesi için Yeniden Fetih hareketinin (radikal sağ)  lideri Zemmour'un eski danışmanı Jean Messiha'nın başlattığı yardım kampanyası 1,6 milyonu  geçerken öldürülen gencin ailesi için başlatılan karşı kampanya sadece 250 bin avroda kaldı. İsyan hareketi sırasında kamu mallarına, okullara ve sokaklara verilen zararlar ve yükselen şiddet bu sağcı tepkiyi tetiklerken, aşağıdan gelen bu ırkçı dalganın sinyalleri, yıllarca liberal Macron'u iktidara taşıyan tehdit olan radikal sağ Le Pen'in hareketi Ulusal Cephe'nin yükselmesinden daha vahim bir gelişmeyi işaret ediyor: Zemmour'un yükselmesi. Bugün Zemmour, farklı ırklardan gelen "yurttaşların" Fransa'yı işgal ettiği tezini açıkça savunmakta, 47'den beri yurttaş olan bu insanların haklarını sorguya açmakta ve Fransa'yı "yeniden fethetmek" arzusunu dile getirmektedir. Zemmour'un fikirleri marjinal midir? Fransız basını son günlerde isyancıların şiddetine tepkili yurttaşların bazılarının kendilerinin de şiddete başvurarak milis gruplar örgütlediklerini ve bazı kentlerde (Lorient, Angers, Chambéry, Lyon) sokaklarda eylemci avına çıktıklarını duyuruyor. Bu gruplar polisten ayrı hareket ediyorlar, eylemcileri dövüyor ve kelepçeleyip polise bırakıyorlar, polis de bu gruplara göz yumduğunu ifade ediyor. Bu tehlikeli gelişmeler bize "aşırı sağcı" fikirlerin toplumda bu isyan dalgası karşısında daha da yayıldığını gösterir niteliktedir. 

Yükselen radikal sağ kolonyal geçmişi bugüne yansıtarak yurttaşlık haklarını, cumhuriyetçi eşitliği sorguya açıyor. Neredeyse her on yılda bir ayaklanan banliyöler meselesini analiz ederken bazı aydınlar da meseleyi postkolonyal ezilmenin devamlılığı içinde görüyorlar, Fransa'nın kolonyalist geçmişiyle yüzleşememesinin sonuçlarını banliyölerde gördüğümüzü ifade ediyorlar. Oysa bugün yaşanan şiddet hikayesini sadece kolonyal geçmişe bağlamak tarihin determinizmine hapsolmak olmaz mı? Fransa kolonyal geçmişiyle yüzleşemezken bir yandan da bugün yaptığı siyasal seçimler bu noktaya gelinmesinde rol oynuyor. Yakın zamanda Fransa'da orta sınıflar Macron'un emeklilik yaşını yükseltmesine karşı ayaklandı ve sokaklar durulmadı. Şimdi banliyölerdeki ırksallaştırılmış alt sınıflar polis şiddetine karşı ayaklanıyor. Bu iki ayaklanmanın peş peşe gelmesi bize neo-liberal ekonomi politikayı derinleştiren Macron iktidarının sosyal devleti ve kurumlarını geri çekme çabalarına tepkiyi gösteriyor. Her iki ayaklanma da Fransa'nın alıştığı sosyal devletin yok olmasına işaret ediyor: eskiden işsizlikle mücadele, topluma entegrasyon ve sosyal yardımla ilgilenen kurumların 90ların sonundan beri kent çeperlerinden çekilmesi bugünkü banliyö isyanlarının arka planında olan önemli bir unsur gibi duruyor.

Daha önce de belirttiğimiz gibi bu isyan bir ilk değil. Geçmişteki banliyö ayaklanmaları ile yapılan kıyaslamalar bize bugün hem sosyal kurumların hem de sokağın öfkesini siyasal alana tercüme edebilecek siyasal örgütlerin eksikliğini gösteriyor.  Sosyolog François Dubet "Sanki mahalleler siyasi bir boşluktaymış gibi, sanki öfke ve isyanlar hiçbir siyasi sürece yol açmamış gibi her şey olup bitiyor" diyor. Ona göre sürekli tekrar eden bu isyanların toplumsal hareketlerin siyasal alana tercümesi mümkün olmadıkça hiçbir çözüm olamayacaktır. 1983ten beri belirli aralıklarla patlayan banliyöler, hiçbir siyasal dönüşüme yol açamadı diyor Dubet, oysa toplumsal hareketlerin ve siyasal örgütlerin demokrasilerdeki temel rolü isyanları siyasal alana tercüme edebilme ve örgütleyebilme yetenekleridir. İşçi isyanları sendikalar ve sol örgütler tarafından siyasallaştırılabilmişti ancak banliyö isyanları karşısında var olan sendikalar ve örgütlerin bu rolü yerine getiremediğini teslim edebiliriz. Aynı şeyin 2019da bütün Fransa'yı saran ve bir yıl süren  isyan dalgası Sarı Yelekler için de söylenmesi gerekir: onlar da bir siyasal aktörün ortaya çıkışıyla sonuçlanmadan sönümlendiler. Dubet'ye göre banliyö isyanları toplumsal bir sorundur, ancak bir toplumsal aktörü ortaya çıkaramadığı için aşağı yukarı aynı şekilde tekrarlanıyorlar. Bu siyasi boşluk, bu isyanların toplumsal dönüşümü getirmesiyle sonuçlanamadığı oranda, neoliberal kapitalizmin arzuladığı otoriter siyasetin meşrulaştırılmasına doğru bütün siyaseti sağ aktörlere teslim ediyor. " Siyasi aktörler inşa etme konusundaki bu yetersizlik, demokratik bir krizi besliyor. Bu durumun tehlikeli olduğunu söylemek yetersiz kalır, çünkü bireyler hor görüldükleri, temsil edilmedikleri hissine kapılırlarsa, şiddet veya otoriter güçlere bağlılıktan başka bir şey kalmaz."

Neyse ki sol örgütler isyana ses verdiler iki gün önce. 2005 isyanı sonrasında yetersizlik, etkisizlik sebebiyle çokça eleştiri alan Fransız solunu oluşturan sendikalar, örgütler ve siyasal partiler 5 Temmuz günü bir ortak bildiriye imza atarak yan yana ırkçılıkla mücadele işareti verdiler. Söz konusu metinde sistemli bir ırkçılığın uzun yıllardır devlet ve polis eliyle uygulanmakta olduğunu, banliyölerden dernek ve sosyal devlet kurumlarının çekilmesi ile buraların halkının ayrımcılık, ırkçılık ve sosyal ezilme ile yalnız bırakıldığını söyleyen toplumsal aktörler, devleti soruna sadece bir güvenlik meselesi olarak yaklaşması sebebiyle sertçe eleştiriyor, Birleşmiş Milletler'in Fransa'ya daha önce yaptığı eleştirileri de anımsatarak, devlete isyanı polisi güçlendirerek "bastırmak" yerine sosyal meseleyi "çözmek" taleplerini sertçe iletiyorlar. Yalnızca Sosyalist Parti ve Fransız Komünist Parti'nin imzalamadığı metne Fransa'nın sendikal, ekolojik, siyasi mücadele içerisindeki bütün önemli sol örgütleri ve partileri imza verdiler. 2016'dan beri her yıl düzenlenen Adama Traoré'nin gözaltında ölümünün anmasına bu yıl 8 Temmuz’da herkesi davet eden metin, her fırsatta toplantı ve gösterilerle bu taleplerine herkesi destek vermeye davet ediyorlar.

Bu son banliyö isyanı gördüğümüz gibi Fransa'nın siyasal tarihinde sağ ve solun tekrar konumlanmasını getirecek önemli bir dönüşümün işaretlerini veriyor. Bu anlamda her on yılda bir gelen isyanlardan sadece biri değil, belki de bir süredir durulmayan Fransa sokaklarının zorladığı bir siyasal dönüşümün nirengi noktası olmaya aday. Bu isyan Fransa'yı aynaya bakmaya zorluyor, sömürge tarihinden gelen yaralarıyla yüzleşmeye ve cumhuriyetin eşitlik ve kardeşlik idealini tekrar düşünmeye. Bu isyanda "göçmen isyanı" ya da "göçmenlerin işgali"ni görmeye odaklı sağ söylem, göçmen değil çok uzun yıllardır yurttaş olan alt sınıfların isyanıyla yüzleşmek zorunda olduğunu er-geç kabul etmek durumda kalacaktır. Yurttaşlığı tekrardan ırksallaştırma çabalarının da bu  kolonyal geçmiş ile yapacağı bir hesabın olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Buna mukabil böyle bir kabulü zorlayacak ortak akıldan uzaklaşmanın da olduğunu ve radikal sağ / ırkçı bir yaklaşıma gitgide daha fazla taban desteğinin de geldiğini gözden kaçırmamak gerekir. İsyanın şiddet ve kinle bulanan sesini siyasal alana tercüme edebilecek siyasal aktörlere ihtiyaç vardır, bu aktörlerin zayıflığı sağın yükselişini getirir.  Sol ise yıllardır bir tarihsel mesih bekler gibi sınıf bilincine haiz bir isyanı ummak yerine banliyödeki isyanın kesişimsel boyutuna kulak vererek, bu öfkeyi siyasal alana taşıma ve dönüşüm aktörü kılma çabasında. Fransa'da eşitlik ve kardeşlik yeniden mi kuruluyor? Sağ ve sol dönüşüyor mu? Bunun diğer halklara etkisi ne olacak? Özellikle bu isyan dalgasını ve getirdiği sorguları Türkiye'de göçmen karşıtı söylemin yanlış karşılaştırmalarına hapsederek tartışanlardan farklı olarak, Fransa'daki gelişmelerin çok daha derin ve önemli siyasal dönüşümlere gebe olduğunu söyleyerek bitirelim. Umut edelim ki bu gelişmeleri ve etkilerini daha soğukkanlı gözlem ve tartışmalarla değerlendirebileceğimiz günlere kavuşalım.