Üyeleri az; siz resmi istatistiklerdeki yüzde 58'lik sendikalaşma oranına bakmayın. Memlekette fiili sendikalaşma oranı yüzde 10'un altında. Hem üyeleri az hem de paramparçalar. Üç tane işçi, beş tane kamu çalışanı konfederasyonu var.

Üyeleri az; siz resmi istatistiklerdeki yüzde 58'lik sendikalaşma oranına bakmayın. Memlekette fiili sendikalaşma oranı yüzde 10'un altında. Hem üyeleri az hem de paramparçalar. Üç tane işçi, beş tane kamu çalışanı konfederasyonu var. Toplumsal etkileri zayıf, siyasi etkileri ise iyice yok mertebesinde. Meclis'te TOBB ve TİSK'in sesi yankılanıyor. Elbette kabahatin büyüğü kendilerinin. Ama bu hallerine rağmen baş ağrıtıyor, başa bela oluyor sendikalar.

Tüzüğüne ana dilinde eğitim hakkını koyan Eğitim Sen için yerel mahkeme "kapatılamaz", Yargıtay ise "kapatılmalı" diyor. Kapatsan hukuk var, ILO var, AB var; kapatmasan "devletin asıl sahipleri" var. Al başına belayı. Kamu çalışanı, grevli toplu sözleşmeli sendikal hak ister; "Anayasanın 90. maddesi gereği sendikal yasaklar hükümsüzdür" diye meydana çıkar. Biber gazı sıkarsın Avrupa'dan zılgıt yersin! Nerede kaldı "ulusal egemenlik"! Kendi işçine, memuruna bile gönül rahatlığı ile biberli gaz sıkamadıktan sonra! Ülkenin en önemli sanayi kuruluşlarından biri olan Tüpraş satılacak ve Maliye Bakanı'nın ifadesiyle "tiko para" gelecek. Bakmışsınız Petrol-İş Sendikası, "satış yasa dışıdır, Tüpraş birkaç yıllık kârı karşılığında bir bedelle satılıyor" diye feryat eder; uğraşır didinir ve Tüpraş satışına taş koyar. Artık gelir mi yabancı sermaye? Bu yetmezmiş gibi "Tüpraş'in yüzde 15'i el altından satılmış, bir aracı kurum kollanmış" diye veryansın eder. Hiç böyle işlerle uğraşır mı sendika, ne günlere kaldık! Hükümet SEKA'yı kapatma kararı alır; ister kapatır, ister Balıkesir'de olduğu gibi bir villa parasına "tanıdıklara" satar. Kime ne? Hükümet sanki kağıt üretmeye mecbur! Boyuna posuna bakmadan Selülöz-İş Sendikası 50 küsur gün işçileri fabrikaya kapatır, direnir. Üstelik Brüksel'den bir sendikacı gelip SEKA'nın yemekhanesinde nutuk atar. Başbakan da onca işi arasında "Seka ne olacak" sorularını cevaplamak zorunda kalır.

Seydişehir Alüminyum'u almak için görücüler gelecek. İşçiler ve Seydişehirliler ayaklanır. Çelik-İş Sendikası Şube Başkanı "fabrikayı sattırmayız" diye hükümete posta atar. Halk güvenlik güçleriyle saç saça baş başa kavga eder. Neredeyse devlete karşı kalkışma!. Görülmüş şey mi? Parası olan her şeyi satın alamaz mı? Başbakanın deyişiyle böyle sendikaların olduğu yer de "anarşi" olmaz mı! Baş belası sendikalar! Memleketin rekabet gücünü düşünmeden greve giderler; "milli güvenliği" tehdit ederler. Grevleri ertelenen Lastik-İş ve Kristal-İş sendikaları ILO'nun AB'nin yolunu tutar, bir de orada hükümetin başına bela olurlar. Oysa hükümet ne güzel inandırmıştı herkesi "demokratik reformlar bütün hızıyla devam ediyor" diye. Şimdi Haziran ayında ILO Genel Kurulu var, Çalışma Bakanını bu kadar sık boğaz etmenin alemi var mı? Gidin Cenevre'ye gezin gelin, değil mi ama? Baş belası sendikalar! Emek piyasasını katılaştırırlar, narin porselen misali yatırımcıları, CEO'ları ürkütürler. İşten çıkarmayı pahalı hale getirir Anne Krueger'in tepesini attırırlar. Ülkenin rekabet gücünü düşünmeden asgari ücret artsın, hükümetin "faiz dışı fazla hedefine" bakmadan "kayıplarımızı isteriz" derler. Gerçi "ağızlarıyla kuş tutsalar", işçi sınıfının ideolojik "hamilerine" yaranamazlar. Zaten "sendikal bürokrasiden" ve "devletin ideolojik aygıtlarından" ne beklenir ki! Ama yine de başa bela oluyor sendikalar. Baş belası sendikalar! İyi ki çok fazla değiller. Maazallah, düşünsenize birbirine baka baka sayıları artsa, yollarını ayırmak yerine birleştirseler�