Keşke bayramlarda bayram tadında yazılar yazılabilse. Ne zamandır keyifli yazılar yazamamak insanı yazmaktan da soğutuyor. Hiç değilse bayramdan bayrama çocukluğuma uzansam; tavuk suyuna nohutlu pirinç pilavının üzerine anamın “casssss” diye döktüğü tereyağının kokusuyla uyandığım günleri anımsasam, kendi kurduğum cümleleri tekrar tekrar okuyup keyif alsam…

Ama yok; bugünlerde yazmak zor. Ben yazıdan kaçıyorum, yazı beni kovalıyor; “Zor ama yazmak gerek” diyerek.

Bu satırların düştüğü bilgisayar ekranından, Rahmi Saltuk sesleniyor bir yandan. Türkü, Süreyya Berfe’nin şiiriyle ağıta dönüşüyor: “Mezarlardan çıktılar / Bayram benim neyime / Çekip Şerif’i vurdular / Kan damlar yüreğime.”

Genç yaşlı, kadın erkek, çocuk bebek demeden insanlarını kurban eden bir ülke oldu bizimkisi. Mezarlarda yer kalmadı!

Kolları arkadan bağlanmış, gömleği soyulmuş, yüz üstü yatırılmış Hz. İsmail gibi “teslim olsun” isteniyor tüm memleket. Tut ki, teslim oldu; ne bıçak kesmez olacak, ne de bir koç inecek gökten. Ölüler sayılacak, çoğalarak; birer, onar, yüzer, biner…

Kuru kuruya dağ taş tabi vurulmaz” denilecek ölüler sayılırken, “Bu rakam 2 binin üzerindedir” denecek. Ölen kimi çocukların adı anılırken, kimileri hiç ağza alınmayacak.

Bayram arifesinde, Diyarbakır Silvan’da bir uzman çavuş, kurşuna görünmemek için sivil giyinip evinden çıkarken vurulacak. Şehitler arasına yazılacak adı. Dağlıca’da çatışırken, ama kurşundan değil zatürreden ölen uzman erbaş Melih Garip Ünsal’ın tabutuna, devlet yazmadığı için, bir akrabanın tükenmez kalemi yazacak “şehit” diye. Garip, ah Garip!

“İşte Garip şehit oldu / Bayram benim neyime / Patronların gönlü oldu / Kan damlar yüreğime.”

Ya çocuklar? Bazen 13, bazen tek kurşunla öldürülen…

12 yaşındaydı Uğur Kaymaz, 21 Kasım 2004’te Mardin Kızıltepe’de ellerinde 4 sırtında 9, yaşından bir fazla vurulup, evlerinin önünde 21 kurşunla vurulmuş babasının yanına düştüğünde.

O günden bugüne rakamlar küçüldü sadece. Cizre’de, 35 günlüktü Muhammed ambulans gelemediği için öldüğünde. 10 yaşındaydı Cemile, sırtından girip kalbine saplanan 1 kurşunla öldüğünde. Bir kuzu gibi kına yakıp koynunda yatırdı annesi, yıkayıp buzdolabına koymazdan önceki gece.

Gazeteler “cinnet” dediler Diyarbakır’da Kevser ve Havva’nın anneleri tarafından pompalı tüfekle öldürülüşüne, sonra da babanın anneyi boğazlayışına… “Cinnet”in nedeni kızların istediği 50 TL bayram harçlığının verilmemesi… Bunu da yazdı gazeteler!

“Bitsin artık kara zulüm / Bayram benim neyime / Hep bize mi bunca ölüm / Kan damlar yüreğime.”

Artık biraz huzur… Her günün kurban olarak değil, bayram olarak yaşandığı bir ülke… Haydi, bayram olmasın her günümüz, bayramlar bayram olsun sadece, ama kurban da olmayalım her gün.

Bunu isteyenlere “iyi düşünün” dedi Saray geçen gün: “1 Kasım seçimleri bir kırılma noktasıdır, istikrar, güven, huzur istiyorsak vereceğimiz oyu çok iyi düşünmemiz lazım. Benim vatandaşım, benim halkım inanıyorum ki bu defa kararını çok daha farklı vermelidir, çok iyi düşünmelidir. … Hani hep söyleriz ya; yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır. Yani buna bakılmalı, buna göre de adım atılmalı diye düşünüyorum.

Anladınız… Ben yoksam huzur da yok!

Yaptıkları yapacaklarının teminatıysa, her şey net: İstikrar, güven ve huzur içinde, bayram tadında bayramların kutlanabilmesi de bizim elimizde.
Ezilip duruyoruz / Bayram benim neyime” dese de şair, “İktidara yürüyoruz / Gül damlar yüreğime” diye bitiyor şiir.

Dilerim insanlarımızı kurban vermediğimiz huzurlu bir bayram olur.