Onca zaman geçti, kovulmanın travmasını henüz atlatabilmiş değil. İnsanın aklı hâlâ beş karış havada. Anlamı yeryüzünde değil, yükseklerde arıyor. İlişkilerin kimi zaman bileştiği, çoğu zaman çözülüp dağıldığı bir içkinlik düzleminde yaşamaktan, ruhen ve bedenen sürekli parçalanmaktan canı çok sıkkın. Yükseklerdeki aşkın değerlere inanıyor. Haksız da değil, yeryüzünde yaşadığı hayatın bir kurgusu yok; işlenmemiş haliyle hayat peş peşe olaylardan ve geriye kalan parçalardan oluşuyor. Oysa kurmacanın bir birliği, bir biçimi var. Parçalarını birleştirebilir, hayatına bir biçim verebilir, kendi kurmacasını yaratabilirdi ama hazır yapım kurmacalar varken kim uğraşacak şimdi? Anlamı, yeryüzünde değil de semavi kurmacalarda araması tamamen nostaljik. Olaysız günlerini özlüyor. Cennetin çayırlarında günleri huzur içinde geçerdi. Şeytana uyup o elmayı keşke yemeseydi, şimdi çok pişman. Elmayı yemesiyle birlikte olay gerçekleşti; bedeninin kompozisyonu değişmişti. Bilirsiniz, bedenlerin kompozisyonları yaşadıkları mekânla uyumludur. Uyum bir kere bozulmaya görsün hem bedenin sahibi hem de mekânın sahibi huzursuz olur. Mekânla uyumsuz bir beden mekânın düzenini bozar, sık sık olay çıkarır. Hangi mekân sahibi mekânında olay çıkaranı ister ki? Sonunda mekândan kovuldu ve kendisini yeryüzünde, baş edemeyeceği olayların içinde buldu. 

Yeryüzüne düştüğünden beri bedeninde olaysız bir gün geçmiyor; sürekli başı belada. Başka bedenlerle karşılaşıyor, etkileniyor; her karşılaşmada bedeninin kompozisyonu daha da karmaşıklaşıyor. Düşünsenize sürekli değişen bir bedeniniz var ve kompozisyonu değiştikçe duygularınız da değişiyor; çoğu zaman kedere gömülüyor, nadir de olsa neşeleniyorsunuz. Bedeninizle nasıl baş edebileceğinizi, bedene nasıl söz geçireceğinizi bilmiyorsunuz. Bilincinize asla güvenmeyin. Bakmayın siz onun beden üzerindeki afra tafrasına; bilinç etkilenişlerin sadece sonuçlarıyla yetinen, nedenlerini bilmeyen bir yanılsama (Spinoza). Bedenin tutkularını tahakküm altına almaktan, bedeni ahlak yasalarına boyun eğdirmekten başka da bir işe yaramıyor. Beden her zaman bilinci aşıyor, düşünce de öyle. Ya da şöyle de söyleyebiliriz: Beden ve düşünce o kadar kudretli ki her ikisi de bilincin dayattığı ahlaki kalıplardan taşıyor.

***

“Fazladan gerçekleşen bir olay yüzünden gerçekliğin bir anda kabından taşıvermesi. Her yana uzanan duyargalar… karanlık oyuklar… sapmalar… anaforlar” (Gombrowicz). Olay, zaten varlık için fazladır, bir de fazladan gerçekleşince varlığı yerinden edebilir. Bilincin kalıba sokmaya çalıştığı varlık her yöne taşar, bu esnada beden ve düşünce de bilinci aşar. Taşkınlar, bilinç ve ait olduğu bütün için felaketlerdir. “Bilinç, genelde, ancak bir bütün kendini daha üstün bir bütüne tabi kılmak istediğinde ortaya çıkar; öncelikle bu üstün bütünün, ben’in dışındaki gerçekliğin bilincidir” (Nietzsche). Bedenin ve düşüncenin bilinci aşması, bilincin varlığını borçlu olduğu üstün bütünü de tehlikeye sokar. Bu topraklarda genellikle üstün bütüne despot denir. Taşkınlar varlığı, sınırları, haritayı, dolayısıyla despotu yerinden ettiğinde beden kendi kudretini keşfedecektir. Harita, bedenleri sınırların içine kapamak ve kudretsiz bırakmak içindir. Bir beden kudretini ancak taşarak gerçekleştirebilir, düşünce de öyle. Plotinos’ta “Bir” taşarak evreni yaratmıştı. Bedenler de taştıkları ölçüde kendi mekânlarını yaratabilir. Bilinçli varlık, taşkınları önlemek için ıslah yöntemleri geliştirmiştir. Dereler ıslah edilir; bedenler de ıslah evlerine kapatılır ve normalleştirilir: “Normallik asfalt yol gibidir, tek bir çiçek açmaz üzerinde” (Van Gogh). Bir zamanlar taşan bedenlerin üzerinden şimdi asfalt yol geçiyor. 

***

Beden başa bela bir şey, çekilecek kahır değil. Denemediği ıslah yöntemi kalmadı. Bilinç ıslah yöntemlerini, varlığını borçlu olduğu despottan öğrendi, çileci hayatı, kendi bedenini kırbaçlamayı, bedene acı veren ritüelleri. En korktuğu şey, neşe; fazladan bir olayın gerçekleşmesi, gerçekliğin kabından taşıvermesi, bedenin ve düşüncenin kudretlenmesi. O yüzden bedenin en kudretsiz halini seviyor ve bedenine en çok kederi yakıştırıyor. Zira kudretli bir bedenin neler yapabileceğini kestiremiyor. Ve haliyle cenneti özlüyor.