Cumartesileri yarım gün çalışıyor. Pazarları ise rahat… tam gün izinli. Umut, pazar günü kral gibi hissediyor. Hafta içi sürekli yürüdüğü için üşeniyor o gün evden dışarı çıkmaya… Ya da çıkıyor ama aheste aheste yürüyor…

Bir kargo kuryesinin, Umut’un sokakları…
Görsel: Ümit Kartoğlu

Can Kartoğlu - Yazar

Sokak adlarını sayıyor Umut. “Bu sokaklar benim” diyor. İstanbul’un en lüks semtlerinden biri burası. Saydığı sokakların kargo dağıtımı Umut’un sorumluluğunda. Üst sokaklar Ecmel’le Murat Abi’nin. Kavurucu yaz sıcaklarında da donduran kış soğuklarında da onlar dağıtıyor buraların kargolarını… sabah sekiz buçuktan akşam yedi buçuğa kadar…

Umut, benim dediği sokakları, ev ev, numara numara, kat kat, basamak basamak, insan insan biliyor. Merdivenleri çıkarken merak ettiği şey; kapıyı açacak, kargoyu teslim alacak kişinin huyu, üslubu oluyor… Nasıl davranacak Umut’a? “Kargoyu bırakabilirsin” mi diyecek, “Kargoyu bırak git” mi? Gerçi kapı açıldığında biliyor Umut kimin nasıl davranacağını…

Umut insan sarrafı… “Kargo taşımakta bir şey yok… işin bir zorluğu yok aslında abla” diyor, “Kargo dağıtmak kolay da insanlarla uğraşmak biraz zor.” 

Annesinin kahvaltı yaptırmadan evden bırakmadığı Umut, Türkiye’nin büyük kargo şirketlerinden birinde, 26’sında bir kargo kuryesi… Sinekkaydı tıraş bir tek onda yok, tüm çalışanlar için bir zorunluluk sakal tıraşı olmak. Top sakal bırakabilirsin ama öyle yüzünü kaplayan sakal bırakamazsın… Umut, her sabah bir gün önce iş bitiminde çıkarıp şirkete bıraktığı logolu iş kıyafetini giyiyor… Şirket, tüm çalışanlarına iki iş kıyafeti veriyor… Hava o kadar sıcak ki, Umut kıyafetini iki gün giyiyor, ikinci gün eve götürüyor, atıyor çamaşır makinesine, mis gibi giyiyor ertesi gün. “Ter kokmamalıyız, hijyenimize dikkat etmeliyiz” diyor. Evde çark dönmeyince Umut liseden ayrılmak zorunda kalmış. Önce matbaada çalışmış. Ta ki dijitaller çıkana kadar. Matbaa, eleman azaltmaya başlayınca Umut’u almış bir telaş. Haksız da değil. İşten çıkartılınca SSK’ya başvurup 5-6 ay işsizlik maaşı alırken kargo şirketinde şoförlük yapan akrabası “Umut” diyor, “kargoya eleman lazım. Başvurmak ister misin?” Boş kalmaktan iyidir, diye düşünür Umut. Görüşmeye gider. Yakışıklı, terbiyeli, temiz, sakin bir çocuk. Tarih 2018. O gün bugündür, bizim sokak da dahil, ara sokaklarında bile kafeden geçilmeyen, her daim dolu masalardan, sandalyelerden ve masaların etrafında ayakta duran gençlerden kaldırımlarında yürünemeyen sokaklar Umut’undur. Umut, motosikletli kuryelerden değil. Onun elinde el arabası var, tepeleme teslim edeceği paketlerle dolu… Umut ve kargo kuryesi arkadaşları “çekçek” diyorlar o el arabalarına… Bu çağda yok mu başka bir taşıma yolu? 

Umut, çevredeki kafelerde, lokantalarda çalışanları çok seviyor… Onlar, bu semtin yerlisi olmasalar da bu semtin çocukları… gençleri… (Hem kim ki buraların yerlisi?) Umut, kafede çalışanlarla selamlaşıyor… Kargo götüre götüre aşina olduğu insanları kafede otururken gördüğünde onlarla da selamlaşıyor… Hatta bazen onlara teslim edeceği kargo varsa orada teslim ediyor… Geçenlerde Umut, kaldırımlar masalarla dolu olduğu için yolun kenarından çekçeğiyle yürürken arkadan gelen arabanın huysuz sürücüsü, Umut’u kaldırımla yol arasına sıkıştırıyor… yetmiyor, aşağıya iniyor… “Hızlı yürüsene! Biz seni mi beklicez?” diye Umut’a doğru hamle yaparken kalakalıyor Umut. Ânında oradaki kafelerden çıkıyor Umut’un emekçi arkadaşları… “Dur bakalım!” diyorlar araç sürücüsüne… “Çocuk işini yapıyor. Sen yavaş git biraz! Arabadan inmek ne oluyor?” Umut’un gözleri doluyor. Böyle bir tepkiyi beklemeyen sürücü, aracına biniyor… Umut bakıyor dostlarına, “Sağ olun” diyor. “Dayanışma yaşatır” dedikleri bu olsa gerek, diye düşünüyor. Ne de güzel dayanışıyorlar.

8 buçukta Aktarma Merkezleri’nden araç geliyor. Dijital bir cihaz var. Her gönderinin barkodunu tek tek okutarak büyük bir hızla herkes kendi sokaklarının gönderilerini alıyor. Çekçeklerine dolduruyorlar. Şirketteki sebilden kendilerinin su şişelerine sularını doldurup yola koyuluyorlar. Umut’un çekçeğinde her gün ortalama 80-90 kargo oluyor. Bazen 100’e çıkıyor, ama hiçbir zaman 70’e düşmüyor… 80 garanti… Umut günde 100’e yakın kargoyu bir yokuşun bitip öbür yokuşun başladığı yokuşlarıyla ünlü sokaklarda dağıtıyor. Ah, bi’ tek yokuş olsa… Buralardaki evlerde neredeyse hiç asansör yok. Evler eski, evler merdivenli… Evler, ortalama 4-5 katlı… 6-7 katlı olanlar da az değil… Varın siz hesaplayın… Umut, her gün kaç yüz basamak inip çıkıyor… elindeki yükle birlikte… 

Umut, çağımızın tüketim çağı olduğunu, toplumları çağın yarattığını, toplumların tüketim toplumu olduğunu biliyor elbette… Eskiden, kahir ekseriyetle işyerlerine gelen kargolar artık neredeyse her eve geliyor… Bu sektördeki işyerlerinin pıtrak gibi artmasının nedeni tüketim değil de ne? Kapitalizmin krallığı nasıl capcanlı ayakta dursun ve hükmetsin, insan tüketmedikçe? Kargolar hep en üst kattakilere mi geliyor, ona mı öyle geliyor, bilemiyor Umut… “Sonuçta,” diyor, “insanlar parasını veriyor, ben de hizmet tarafındayım ve bunu elimden geldiğince, hatta elimden geldiğinin üstünde yapıyorum insanlara. İncitmeden.” 

“Peki, sizi inciten oluyor mu?” diyorum. “Bizi inciten oluyor ya…” diyor Umut. Ama daha önce her gittiğinde onu çok sevindiren bir müşterisini anlatmak istiyor: “Mesela, Yusuf Abi 60 yaşlarında… Zili çalıp, Yusuf Abi diyorum kargonuz var… Açıyor kapıyı. Eşi de diyor, bizim oğlan gelmiş. Bu, insanı çok duygulandırıyor, kendimi övülmüş hissediyorum, hatta gözlerim bile doluyor.” Ya seni incitenler Umut, diyorum. Önce, kargoyu teslim etmenin koşulu olan cep telefonuna gelen kodu söylemeyenleri, TC’sini vermeyenleri anlatıyor. “Bazısı ‘Kodu vermek zorunda mıyım?’ diyor. Yani iş bu. Kodu vermek zorundasınız. Kodu vermeyince TC soruyorum, TC’sini de vermiyor.” Umut, onca merdiven çıktığı halde, koşullar oluşmadığından diyor, “Yarın şirkete gelip kargosunu alabilirsiniz.” Ne yapıyor müşteri? Şirketi arayıp Umut’u şikâyet ediyor. “Eleman kapıyı çalmadan gitti,” diyor. Umut’un savunması alınıyor. İşin doğrusunu anlatsa da Bölge Müdürlüğü “tekrardan kargoyu çıkartsın” diyor. Ne yapsın Umut? Ertesi gün tekrar tırmanıyor merdivenleri… Bakar mısınız şu işe? Dün teslimat kodunu vermeyen, bugün veriyor, alıyor kargosunu…

30 kilo kuralı da şöyle: 30 kilonun üzerindeki kargoların bina kapısında teslim edileceği, katlara çıkartılmayacağı, şirket kuralı olarak belirlenmiş, açıklanmış. Umut arıyor müşteriyi, bilgilendiriyor. “Eşek gibi çıkartacaksın!” diyor kadın. Sesi çıkmayan eşeğe canı yanmayanın insana da canı yanmıyor. Oysa mahalle duvarımızda “Can yanıcı bir maddedir” yazar. Can yakmayın! Bi’ de fenomenler yok mu? İçlerinden birinin 86 bin takipçisi olduğunu söylüyor Umut. Onlar şirket adını etiketleyip olumsuz paylaşım yaptıklarında yandın sen! 

Şikâyetler sonrası yeri değiştirilen arkadaşları var Umut’un… “Kusuru büyükse” işten çıkarılan da… “Üzülmekten başka bir şey gelmiyor elimizden” diyor Umut. “Bir direniş olmuyor mu? Sizin sendikanız yok mu?” diyorum. Sendikanın olmadığını, çünkü özel sektör olduklarını söylüyor. Özel sektörde sendika olmazmış sanıyor Umut. Belki de görmediğinden… İşkolunun dağınık yapısı da bu sektörde sendikalaşmayı çok zorlaştırıyor. Olanaksız mı? Elbette hayır. 

Cumartesileri yarım gün çalışıyor. Pazarları ise rahat… tam gün izinli. Umut, pazar günü kral gibi hissediyor. Hafta içi sürekli yürüdüğü için üşeniyor o gün evden dışarı çıkmaya… Ya da çıkıyor ama aheste aheste yürüyor… Aldığı asgari ücrete, buna da şükür diyen, bir saatlik öğle molasını kargoların hepsini 19.30’a kadar teslim edebilmek için evden getirdiği sandviçi hızla yiyerek geçiştiren, en yakıcı sıcakları yaşadığımız bugünlerde onun için önlem alacak hiçbir yetkili yokken, önlemini çekçeğiyle o gölgeden bu gölgeye geçerek, gölgeleri kovalayarak alan, üstünden şıpır şıpır akanın ter değil, alınteri olduğunu bilen Umut, “Herkese cennet bahçesi vaat etmiyor hayat” diyor: “İllaki zorluklar oluyor. Kimi bu dünyaya cennet bahçesi hazır geliyor. Kimi de kendi bahçesini sağlamak zorunda. Bahçelerimiz eşit olsun diye de mücadele gerekiyor. Çıplak doğduk, çıplak gideceğiz. Aslında herkes eşittir. Adımlarımı bunun bilinciyle atıyorum ve bu düşünceyle hayat mücadelemi sürdürüyorum.” Umudumuz sende Umut, diyorum. Bu lüks semtten çıkıp iş bitiminde evine; doğup büyüdüğü güzel semti Samatya’ya döndüğünde, onun olmayan sokağına girdiğinde, zillerin en güzelini çaldığında, kapıların en güzeli açıldığında, karşısında annelerin en güzelini gördüğünde bütün yorgunluğu uçup gidiyor Umut’un.