Morris için ‘Hav’ alternatif bir dünya, olası bir yer, bir rüyanın ötesiydi belki... Yaşadığımız yüzyılın eleştirisini seyahat edebiyatı ile bilimkurguyu bir araya getirerek yapan Morris, neleri kaybettiğimizi hatırlatıyor. Oysa başka bir dünya, başka bir şehir olabilirdi.

Bir rüyanın ötesi: Hav

İlke KAMAR

Kurgusal bir seyahat günlüğü Hav’ın sonsözünde Jan Morris, Alman romantik yazar ve filozof Novalis’ten alıntı yapar: “Romanlar tarihin noksanlarından çıkar.” Tarihin ya da hayatın noksanları olmasaydı Morris’in hayali şehri Hav belki de hiç olmayacaktı. 1985 yılında Hav’dan Son Mektuplar yayımlandığında birçok okuyucu, seyahat yazarı Morris’ten yeni bir tatil güzergâhı bulmanın mutluluğunu yaşarlar. Bu algıya Morris de şaşırır: “Akıl almaz bir şekilde, çok az bilinen gerçek bir yeri tarif ettiğimi zannetmişlerdi. Bana oraya nasıl gideceklerini sordular. Vizeye gerek olup olmadığını merak ediyorlardı. Hatta Kraliyet Coğrafya Topluluğu’nun Harita Odası’ndan biri doğrudan Hav’ın tam yerini istedi benden.”

Oysa yazar için Hav alternatif bir dünya, olası bir yer, bir rüyanın ötesiydi belki. Belki diyorum çünkü Morris de ‘bütün bunların ne anlama geldiğine okuyucularımın karar vermesi gerektiğini söylemekten başka bir şey gelmiyor elimden’ diyerek kitapla ilgili net tanımlamalardan kaçınır. Gerçekten de Hav’ın ne kadar farklı ve güçlü bir eser olmasının kanıtlarından biri özetlenmesinin güçlüğünde yatıyor. Bunu en iyi başaran kitabın önsözünü de yazan Ursula K. Le Guin:

“Kolay tarif edilecek bir kitap değil. Zaten yazarının da sık sık dert yandığı gibi Hav şehrinin kendisini tarif etmek de kolay değil. Yazar keşif yolculuğuna bizi de kattıkça biraz anlaşılmaz olsa da son derece hoş bir yer olan 1985 yılının Hav’ını tanımaya başlıyoruz. Hep birlikte, Ermeni borazancıların şafak vakti Katuryan’ın Birinci Haçlı seferi şövalyeleri için yaktığı büyük ağıtını, yani “Chant de doleure pour li proz chevelers qui suent morz”u çaldığı büyüleyici kaleye tırmanıyoruz. Venedikli Fondaco’yu, Kumarhaneyi, Halife’yi, gizemli İngiliz temsilciliğini, içinden Hav’ın Avrupa’nın geri kalanıyla yegâne kara bağlantısı olan, zikzak şeklindeki tünellerden her gün aşağı inip çıkan trenin geçtiği Uçurum’da bulunan mağaralarda yaşayan Kiritleri ziyaret ediyoruz. Demir Köpek’i görüyoruz, yürekleri hoplatan Çatı Yarışını seyrediyoruz. Öğrendikçe öğrenesimiz geliyor”.

ELEKTRİKLİ FERİBOTLAR, TUZ YATAKLARI

Kolektif Kitap’tan, Çiğdem Erkal çevirisiyle yayımlanan Hav iki bölümden oluşur: Hav’dan Son Mektuplar ve Mirmidonlar’ın Hav’ı. İlk bölümde 1985 yılında Hav’ı tanımaya başlarız. Morris’in kurgusal Akdeniz Şehri Hav; bir tarafıyla Avrupalı, diğer tarafıyla ise Asyalı ve Arapların yaşadığı özel bir atmosfere sahip. Rumca, Türkçe, Rusça, Arapça ve İtalyanca konuşulan sokaklarda sınırların ortadan kalktığını yürürken hissetmek mümkün. Şehrin tasviri o kadar canlı ki gerçek olmalılar düşüncesi hiç eksik olmuyor roman ilerledikçe. Binalar, insanlar, hayvanlar, acıklı bir Hav şarkısı, dükkânlar, giysiler, yiyecekler, kıyıya yanaşan elektrikli feribotlar, kristal görünümlü tuz yatakları… Tüm bunlar bir aldatmaca olamaz dedirtiyor:

“Hav günleri, hızlı ama nedense fark ettirmeden akıp gidiyor. Dünya üzerinde hayatın amacının bu kadar az tanımlandığı bir yer bilmiyorum. Eskiden Hav’ın tarihte son derece önemli bir rol oynadığı tamamıyla doğru. Magda’nın da iddia ettiği gibi bazen meselelerin tam ortasındaymış adeta; sadece mantıksızca çağdışı kalan Akdeniz Ekspresi’nin geçtiği köhne bir istasyon olarak değil de daha büyük bir hareketliliğin dönüm noktasıymış. Özellikle de aşağıda, limanda öyleymiş. Sık sık Arap yelkenlileri ile kalyonların ticari bir keşmekeş içinde demirlediği; balya, saman, kova, halat yüklü deve kervanlarının Orta Asya’nın en uzak diyarlarından kopup geldiği uzun kaftanlarıyla bir araya toplanmış Türkmenlerin rıhtımda depoların yanında yere yayılarak homurdandığı günleri hayal ediyorum. Fakat bu hususlar çoktan yitip gitmiş; Hav sanki puslu bir boşlukta yaşıyor, bu kadarını daha önce hiçbir şehirde görmedim.”

Morris, tarihteki gerçek olayları, kişileri alarak onları adeta bir rüyanın malzemesi yapar. Yetmez, ‘sezgisel deneyimlerinden’ yola çıkarak kendi anlamlarını ekler. Sanki Morris’in kelimelerinden çok ‘kelimelerin arkasındaki gölgeleri’ anlamak gerekir. Hav, klasik bir ‘olay örgüsü’ de içermez. Hatta ortada geleneksel bir hikâyenin varlığından bile bahsetmek güç. Dahası güçlü karakterlere de rastlamak mümkün değil bu romanda. Ama yarattığı duygu ya da his kitabın başından sonuna kadar birbirine sıkıca bağlar demek mümkün.

YENİ HAV BUGÜNÜN DÜNYASI MI?

Kitabın ikinci bölümündeyse ‘bir müdahale’ sonrası distopik bir görünüm alan Hav karşımıza çıkar. Aradan yirmi yıl geçmiştir. Yeni yüzyıl başlamış, Hav’da benzersiz olan şeylerin çoğu kaybolmuştur. Müdahalenin getirdiği yıkımın ardından artık bambaşka bir görüntüye bürünen, kılığı değişen bir şehirdir Hav adeta. Hoyrat yaklaşımlar şehri tanınmaz hale getirir. Artık görkemli binalar ve kötü kurgulanmış tatil köyleri, yaşanan dönüşümün kötü simgeleridir. Sermayenin kibirli mimarisi, farklılaşmış Hav’ı önümüze serer. Totaliter bir rejim şehri yönetir. Bununla birlikte, Hav hâlâ gizemler ve harikalar içeren yeni bir var oluş yeni bir duyuş hissini de taşır. Hem yabancı hem de tekinsizdir ama mucizeleri hep barındırır. Dönüşüm geçirmeyen eski Hav ile yeni Hav’ı benzer bir yapı içinde farklılıklarla yeniden yapılandırır yazar.

Adeta, ütopyadan, distopyaya dönüşen Hav’a yeni bir gerçeklik kazandırır: “Bir zamanlar deniz kıyısına hâkim olan o koca Venedik kervansarayı Fondaco’nun yerinde yeller esiyordu; yerine tepelerinde sayısız anten ve üzerlerinde devasa ticari tabelalar bulunan beş altı kadar kocaman ve sevimsiz antrepo binası yapılmıştı. Rıhtımlar da o harikulade çeşitliliğiyle yan yana demirlenmiş Arap yelkenlilerle tıklım tıkış doluydu; bazen üç dört tanesi borda bordaya duruyordu: yüksek pupalardan, üst güvertelerden sallanan bayraklardan, gemiden gemiye, gemiden kıyıya uzanan sürme iskelelerden koca koca sandık ve çuval yığınlarından kule vinçleri, vinçler, homurdanan jeneratörlerden oluşan bir kargaşa.” Yaşadığımız yüzyılın eleştirisini seyahat edebiyatıyla bilimkurguyu bir araya getirerek yapan Morris, neleri kaybettiğimizi hatırlatıyor. Oysa başka bir dünya, başka bir şehir olabilirdi!