Once, dört yıllık AKP pratiğinde eşi görülmedik şekilde, Petrol Kanunu ile Türkiye'de yabancı doktorların çalıştırılması düzenlemelerinde geri adım atıldı. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde...

Once, dört yıllık AKP pratiğinde eşi görülmedik şekilde, Petrol Kanunu ile Türkiye'de yabancı doktorların çalıştırılması düzenlemelerinde geri adım atıldı. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde TBMM'de gerilimi düşürme taktiği miydi?

Şimdi daha önemli ve taktikten ziyade strateji değişikliği kapsamına giren tavırlar var ve bunlar sermayeden geliyor. TÜSİAD'ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan'ın adaylığına itiraz etmeyebilecekleri yönündeki taktik geri adımından söz etmiyorum. Zaten, iktidarla çıkar bağları olan kesimlerin, siyasi "uzlaşma" önerilerinin arkasında kararlı olarak durmaları beklenemezdi. Sözünü ettiğimiz, mevcut birikim modelinin Türkiye'de hızla tıkanmakta olduğunun artık sermayenin tepe noktalarında da görünür olmaya başlaması.

Geçen hafta TOBB'un 'Dördüncü Türkiye Ticaret ve Sanayi Şurası'nda konuşan Başkan Hisarcıklıoğlu, bankalarda yabancı payına yüzde 20 sınır isteyerek; işsizlik sorununun çözümü için iki yıl süreyle her ilave istihdam artışında tüm sosyal güvenlik priminin İşsizlik Sigortası Fonu'ndan karşılanmasını talep ederek; belediye ve kamu ihalelerinde Çin mallarının kullanılmasının caydırılmasını, buna karşılık yerli kullanımının özendirilmesini isteyerek; cari açığın çözümü olarak yeni sanayi politikaları oluşturulmasını ve ilk adım olarak sanayi bilgi sisteminin kurulmasını talep ederek, vs yeni taleplerle kamuoyunun gündemine çıktı (11 Mart 2007 tarihli gazeteler).

Gerçi bu taleplerin bazıları gecikmişti, örneğin bankalarda toplam olarak yabancı payının yüzde 20'yi geçtiği hayli zaman oluyordu; ancak tek tek bankalar açısından hâlâ yapılabilecek şeyler vardı.

Taleplerin bazıları ise, örneğin İşsizlik Sigortası Fonu ile ilgili olanı, hemen iktidardan tepki görmekte gecikmedi.

Bunun nedeni, 25 milyar YTL kaynağın o fonda atıl durmadığıdır; bu kaynak doğrudan doğruya Hazine'nin emrinde bulunuyor yani devlet borçlanması için "Osmanlı'nın cep Hazinesi" gibi kullanılıyor.

O kaynağı kuşkusuz kendi amaçları veya yan amaçlar doğrultusunda kullanmak mümkündür; ama onun için borçlanma meselesine de farklı çözümler önermek durumundasınız. Mali ekonominin karmaşıklığı arttıkça, kısmi çözüm önerilerinin anlamı azalıyor.

Bir başka çağrı, Sabancı cephesinden geldi (12 Mart tarihli Vatan Gazetesi).

Akbank Yönetim Kurulu Murahhas Üyesi Suzan Sabancı Dinçer, devlet borçlanma kağıtlarında 30 milyar, İMKB'de ise 40 milyar doların üzerinde sıcak para olduğunu, 2006'da 19 milyar doların üzerinde de doğrudan sermaye geldiğini ancak her yıl bu kadar doğrudan sermaye çekilemeyeceğini, yani uzun soluklu stratejik bir planlama yaparak belli sektörlerin teşvik edilmesi ve büyümeye imkân tanınarak bu tehdidin ortadan kaldırılması gerektiğini ifade ediyordu.

Aslında, Akbank ve Finansbank hisselerinin alımı için giriş yapan 6,1 milyar dolarlık yabancı sermaye, 2007'nin Ocak ayını da kurtarmış görünüyor. Bu sayede Ocak ayı cari açığı 2,2 milyar dolar düzeyinde yani geçen yılın aynı döneminin sadece yüzde 0,4 üzerinde tutulabildi.

Peki ya izleyen dönemler?

Son alarak, TİSK'in, yeni bir sanayi planına gereksinim duyulduğunu en sistemli bir biçimde dile getiren sermaye örgütü olarak son zamanlarda öne çıktığını belirtelim.

Bütün bunların arkasında, tükenen bir birikim modelinden yeni bir modele yumuşak geçiş arayışları var. Ama geçiş, i) sanıldığı kadar sancısız olmayabilir; ii) modelin tıkandığı herkesçe görülmeden -yani krizimsi bir ortam oluşmadan- adım atmak konusunda oydaşına sağlamak zor olabilir.