AKP siyasete heyecan verici bir tek yeni yüz çıkartamazken CHP onlarca yeni isim yarattı. AKP, dünyayı ıskalamış öfkeli bir ihtiyar ve onun meyvesini yemekten başka hiçbir planı olmayan dalkavuklar kumpanyasına dönüştü.

Bir yıldız doğdu

Seçim gecesi Özgür Özel o kadar güzel bir konuşma yaptı ki, sosyal medyada onun fotoğrafını paylaşıp altına “Bir yıldız doğdu” diye yazdım. Bana göre Özgür Özel o gece lider oldu. 

Yerel seçimde, ikiyüzlü ihale tüccarlarının otuz yıldır devam eden pişkin sırıtışları midelerine oturdu. Aslında beş yıl önce, İstanbul, Ankara, Antalya, Adana ve Mersin nedeniyle 31 Mart 2019 gecesi de çok sevinmiştik ama oylar sayıldı, itiraz edildi, evler basıldı, mazbata verildi, geri alındı derken bu sevinci bir türlü doyasıya yaşayamamıştık. 

Bu sefer hem tarihi farklarla seçim kazanıldı hem de beklenmedik, hayal bile edilmeyen başarılar elde edildi. 31 Mart’taki bu zaferi görünce, 10 ay evvel de bu mutluluğu yaşayabileceğimizi ve boşu boşuna 5 yıl kaybetmeyeceğimizi düşünüp biraz kahrolduk sadece. 

Çekişmeli kurultay fikri Özgür Özel’e ait değildi. Birinin bu sürece dur demesi gerekiyordu, bu riski Özel aldı. Son ana kadar bir hata yapılacak, karşıya malzeme verilecek diye endişelendim ama bu kez kimse hata yapmadı. 

Özgür Özel kampanya boyunca “radikal sevgi”nin kurallarına harfiyen uyudu. Zaten kitaplarımı çıkar çıkmaz okuyup yorum yazan ilk CHP’li yöneticiydi, tıpkı CHP MYK’sında bu stratejiyi anlatırken gür sesle beni destekleyen tek kişi olması gibi. 

Öte yandan kurultaydan sonraki süreçte omlet için gerekmediği kadar çok yumurta kırıldı. Genel başarı nedeniyle bu konuyu es geçiyoruz ama seçmen birçok yerde rahatsızlığını gösterdi. Bence bu konular kapatılmamalı ve gerekli dersler çıkarılıp onarımlar yapılmalı. 

SÜREÇ YÖNETİMİNDEKİ BAZI HATALAR 

Özgür Özel, CHP’nin en tecrübeli isimlerinden. Sözlerini basının nasıl alıntılayacağını en iyi bilen kişilerden biri. Buna rağmen kurultay sonrası hem beyan hem kararlarıyla, bence bir dizi hata yaptı. Aşağıda sadece kişisel gözlemlerimi değil, bir kısım CHP seçmeninde hâlâ karşılığı olan ve sonuçlarını olumsuz anlamda sandıkta da gördüğümüz örnekleri vereceğim. 

Önce “İstanbul, Ankara’dan eminim, diğer kentleri araştıracağım” dedi. Bu söz “diğer kentler”in yerel medyasında, özellikle yandaş medyalarda “Özgür Özel bizim kentin başkanından memnun değil” diye çıktı. Beş günde bitmesi gereken araştırma, iki ayda bitmedi ve bu süreç oradaki başkanları yıprattı. Sonuçta seçimin en iyi sonuçlarını Mersin ve Adana aldı, seçimi kaybedecek denilen Böcek Antalya’da iki kez art arda seçim kazanan başkan oldu. 

Hatay’da o kadar git gel yapıldı ki, bu genel bir yönetim zaafı olarak görüldü. Hatay’da hiçbir başkan tekrar aday gösterilmemeliydi. Bu onların iyiliği veya kötülüğü ile ilgili değil, oradaki olağanüstü travmatik durumla ilgili. Büyükerşen’in Ayşe Hanım’ı aday işaret etmesi gibi, Lütfü Bey de genç ve güvenilir bir kişiyi önerebilirdi. 

Beşiktaş belediye başkanı kalırken, Kadıköy belediye başkanı neden gitti mesela? Kadıköy gittiyse, Beşiktaş niye kaldı? Avcılar’daki değişim için mantıklı bir gerekçe söylendi de ben mi kaçırdım? 

CHP’nin en başarılı ilçe belediye başkanı Alper Taşdelen (Faruk Bildirci “Kanıtla!” demesin diye, “En başarılılarından biri” diyeyim. Bu kadarını son on yılın seçim ve katılım sonuçlarına veya İNGEV benzeri açık raporlara bakarak kendisi de görebilir.) neden aday gösterilmedi? Daha iki dönem başkanlık yapmış, yaşlı desen değil, liyakatsiz desen yapılan işler ve CV’si ortada, sadakatsiz desen parti neferi… O halde neden? 

Tunç Soyer hakkında Ertuğrul Özkök de katıldığım bir sonuç çıkartmış, “Madem bu kadar iş yaptın niye anlatamadın?” Son beş yılda ne zaman İzmir’e gitsem tutarsız ve odaksız belediye tanıtımları gördüm. Her tasarıma kırk kişinin karıştığı, ilanlara bakınca anlaşılıyordu. Son beş yılda İstanbul’dan İzmir’e mehter marşıyla giden reklamcı orduları, üç ay sonra İzmir Marşı ile geri döndüler. Sessiz çoğunluğu değil, talepkar azınlığı tatmin etme çabasına girişmiş iletişim dili Soyer’i yıprattı. Öte yandan İzmir için şunu da sormak gerek: Kendini anlatmanın esas zamanı kampanya günleri değil midir? Soyer tekrar aday olsaydı, “CHP’nin kalesi” bu oyu alır mıydı? 

Kale deyince, Çanakkale hukuken büyükşehir değil ama tarihsel anlamda ülkemizin en büyük şehirlerinden biri. Biraz da bu nedenle 2019’da Çanakkale kampanyasına özel önem vermiştim ve Ülgür Başkan, iller bazında en yüksek oyu almıştı… Şimdi aynı Çanakkale, CHP’nin en düşük oyla kazandığı il oldu. Türkiye çapında sınıfta kalan İyi Parti, Çanakkale’de coştu ve bu bana pazarlamanın, “ikincinin performansı birinciyle ilgidir” sözünü anımsattı. 

İzmir ve Çanakkale’de seçmen sandığa yansıyan somut bir kırgınlık yaşadı. Çanakkale’de örneğin, bana sorarsanız bir kadın başkan olmasını dilerdim. Ama kadın başkanı bırakın, Çanakkale gibi bir kentte, kadın aday adayı bile çıkmadı. Öte yandan illaki erkek aday olacaksa, Muharrem Erkek muhtemelen en doğru adaydı. Muharrem Erkek, Ankara’nın dar sokaklarının nereye gittiğini çok iyi biliyor. Her tür yağmacının iştahla parça kopartmaya çalıştığı Çanakkale için en etkili mücadeleyi verecek kişi olabilir. Sürecin defacto yönetilmesi sadece onun kabahati değil. Umarım bundan sonra mütevazı ve katılımcı davranarak gönülleri alır. Erkek’in Ankara tecrübesi Çanakkale’ye çok faydalı olacaktır. 

Cemil Tugay da bence Tunç Soyer gibi süreç mağduru. Annem kimseye kefil olma derdi ama Tugay için bu kuralı bozabilirim. Tugay’ın soldan bakan ve ortalama bir belediye başkanına pek benzemeyen bir tarzı var. Bunu birkaç yıl içinde tüm İzmirliler anlayacak. İzmir’in karnı hamasete tok, Tugay ile İzmir’in tekrar yenilikçi, öncü ve genç bir kent olacağına inanıyorum. Elbette bir yankı odasına kapanıp gerçeklikle bağını kopartmaması şartıyla. 

BUNDAN SONRA NE OLMALI?

“CHP’nin mutlaka bir Belediyecilik Okulu olmalı ve bu okulun başına Yılmaz Büyükerşen gelmeli” demiştim. Galiba böyle bir girişim başlayacak. Başarısı kanıtlı tüm başkanlar bu okulda, sistemli biçimde genç başkanlarla bir araya gelmeli. 

Zaferin ilk adımı Gökhan Günaydın döneminde atıldı, onu Seyit Torun izledi. Veriye dayalı aday seçim sistemi, başta İmamoğlu olmak üzere eski kafayla asla aday gösterilmeyecek isimlerin önünü açtı. 2019 ve 2024 başarının arkasında bu sistem var... Ne yazık ki her iki seçimde de yer yer nepotizm ve tutarsızlıklar oldu. Umarım 2028'de %100 veriye dayalı aday belirleme gerçekleşir. 

Okul varsa karne de olmalı. 420 belediye için karne sistemi gelmeli. Her belediyenin gençler, kadınlar, emekliler, engelliler, esnaf vb. farklı vatandaş profillerine hizmet performansları çan eğrisi ile derecelendirilmeli. Veriler karşılaştırmalı olmalı, bu nedenle düzenli ölçüm yapılmalı. Bu pahalı işin bedeli, mutlaka Genel Merkez tarafından ödenmeli, asla hiçbir belediye “hâmi” olmamalı. SODEM gibi oluşumlar esas bu işi yapmalı. 

Özgür Özel kampanya boyunca sahiplendiği, gülümseyen, sevgi dolu “abi, arkadaş, kardeş” imajını korumalı. Adaylığı boyunca ne zorluklar çekmiş, ne haksızlara tanık olmuştur. Japonların dediği gibi, “Ne unutmalı ne de kin tutmalı.” Söylediklerini uygulamaya geçirdikçe ona veya CHP’ye temkinle bakan insanlar yumuşayacak ve CHP uzun yıllar tek başına iktidar olabilecek. 

İmamoğlu ülkenin çoğunluğu tarafından bugünden Türkiye Cumhurbaşkanı. Yarın erken seçim olsa, İmamoğlu açık farkla o koltuğa oturacak. Bunu Erdoğan da biliyor, dünya da. 

AKP Türk siyasetine heyecan verici bir tek yeni yüz çıkartamazken, CHP onlarca yeni isim yarattı. Erdoğan “Önemli olan sadakattir” diyerek ancak Murat Kurum gibi tipler üretebildi. Işıltılı dev bir kadro hareketi olarak doğan AKP, dünyayı ıskalamış öfkeli bir ihtiyar ve onun meyvesini yemekten başka hiçbir planı olmayan dalkavuklar kumpanyasına dönüştü… Bu kıssada büyük bir hisse var: “Sadece ilkelere sadık olunur, insanlara değil. Çünkü beşer şaşar.” Özgür Özel bu konuda umarım Erdoğan’ı örnek almaz. 

Kılıçdaroğlu buzları eritmeye yıllarını verdi, o bunca yol aşmış olmasa kimse iki adımda böyle bir başarıya ulaşamazdı. Herkes Kılıçdaroğlu’na borçlu ama Kılıçdaroğlu da hepimize bir özeleştiri borçlu. 

SİYASAL İSLAM’IN ERTELENMİŞ ÇÖKÜŞÜ 

Kitlelerin bilgi edinme, sorma ve sorgulama haklarını ustaca ve utanmazca gasp edip, bunun üzerinden yükselme gayreti diye özetleyebileceğimiz ‘Siyasal İslam’ tüm dünyada çoktan beri gözden düşmüştü. Türkiye’de bu süreç muhalefetten kaynaklı hatalar ve şanssızlıklar nedeniyle gereğinden fazla uzadı. 

Çocukluğum Bursa’nın bir kenar mahallesinde geçti. O zaman İslam hayatımızın içinde ve tam olması gerektiği yerdeydi: Kalbimizde ve camimizde. 

Tutarlılık, tolerans ve hak arayışı gibi kavramlar üzerinden yükselen İslam’ı, biz “devrimci çocuklar” bile çok sevmiştik. Zamanla kentler göç edenleri değiştiremez ölçüde büyüdü ve köylüler kentli olacağına, kentler dev köyler haline geldi. Yeni gelen örgütsüz ve vasıfsız yoksulları din, mezhep, hemşericilik gibi doğuştan gelen aidiyetlerle bir araya getirmek her anlamda kazançlı bir işkoluna dönüştü. 

Siyasal İslamcılar her şeyi değiştirdiler ama akıp giden zamanı değiştiremediler. Yasakladıkları “evrim” sosyal bir gerçeklik olarak karşılarına dikildi. Yoksulluk görmemiş çocukları, anne ve babalarının abartılı mağduriyet hikayelerine inanmayıp, çelişkilerini yüzlerine vurdu. Türkiye 30 yıl süren, hala da bitmemiş uzun bir eğitimden, görünen o ki başarıyla mezun olmak üzere. 

Umarım gelecekte İslam dini de bu fırsatçı tüccarların elinden büsbütün kurtulacak ve onu sahiplenen milyonlarca sessiz insanın adalet tartısı olarak yaşamaya devam edecek.