İlkokul, ortaokul ya da lisede hiç bulundunuz mu? Bu satırları okuyabiliyorsanız büyük ihtimalle okuma yazmanız var haliyle bu öğretim aşamalarının herhangi birinden geçmişsinizdir. Ben de okudum, hem de yazdım. Okulda, ders esnasında en büyük eğlencelerimden biri de ders kitaplarındaki resimlerin ve fotoğrafların üzerine çeşitli çizimler, eklemeler, konuşma balonlar yapmaktı. Bir noktadan sonra o dersin kitabı artık içindeki çizimlerle birlikte başka bir hal alır, adeta bir mizah dergisine dönerdi. Resimdeki büyüğün tek dişini karaya boyar, burnunun yanına ben koyar, saçma sapan bir gözlük eklerdim. Eğer görseldeki kişi kelse, hemen Okan Bayülgen’in yeni punk saç modeli gibi saç eker, bir yanına da çiçek dikerdim. Bazen de sayfalardaki karakterler birbirleriyle konuşur, Atilla atının üzerinde sucuk ekmek yemenin seferlerinde kendisine gereken gücü verdiğinden bahseder, Büyük İskender ise iskender yiyebilmek için fillerle Bursa’ya kadar gitmenin zorluklarından bahsederdi. Bu ve bunun gibi şeyleri büyük ihtimalle siz de yapmışsınızdır. Zamanla bu çocuksu “mizah”ı bir türlü bırakamadım. Sonunda yıllarca okuduğum, çizgilerine hayran olduğum acayip yetenekli insanların yazdığı çizdiği mizah dergilerinde yazmaya başladım. Gırgır, Fırt, Hıbır, Pişmiş Kelle ve daha nice dergide bulunmuş, çalışmış insanlarla tanıştım.

***

Bir arada yıllarca Penguen ve Uykusuz’da aslında çocukluğumdan kalan bu dürtünün devamıyla saçma sapan şeyler yazdım, çizdim. Bir şeyle dalga geçmenin, çok ciddi bir durumda kendimi zorlayarak gülmemenin eğlencesini hayatta her şeyden çok sevdim nedense. Otorite figürlerini bozmak, onları dara sokmak ve çok ciddi adamlarla dalga geçmek nedense hep çok eğlenceli geldi. Aslında normali de bu zaten. Mizah; biraz da olana karşı çıkmak, bir şeyin abartısını gösterirken, başka bir şeyin de yanlışına işaret etmek… Fransız yazar Rabelais, bir babayla oğlunun başından geçen saçma sapan hikayeleri anlatan serisi Pantagruel ve Gargantua’yı 1530’lu yıllarda yazmış. Kaç yıl geçmiş üzerinden hala komikliğini koruyor kitaplar. Biz ise 2023 yılının ortasına metrobüs gibi katıldığımız şu aylarda bile hala 1530’dan bile geride kalmış bir otoriteyi yüceltme ve kutsallaştırma çılgınlığı içindeyiz. Nedense bir çok şeyi kutsallaştırmayı çok seviyoruz. Böyle olunca kutsalımız hemen dokunulmazlık kazanıyor. Kimse kutsalımıza “Kaşın var gözün var” diyemiyor. Kimse kutsalımızın aslında çok kötü giyindiğini söyleyemiyor, kimse hiçbir konuda hiçbir şey diyemiyor. Çünkü nereye baksak, gereksizce yücelttiğimiz ve bunu yaparken de çevremize hoşgörü geçirmeyen duvarlar ördüğümüz tuhaf hücrelerimizde yaşamaya başlıyoruz.

***

Kimimiz Trabzon’da Galatasaray bayrağı açtırmıyor, kimi kendisini insanca yaşatamayan kavramları el üstünde tutuyor… Oysa ki en çok ihtiyacımız olan şey adalet bile değil. Hoşgörü… Komşusunun kapısı önüne bıraktığı ayakkabıya kurulan mı dersiniz, çocuk sesinden fenalık geçiren mi… Her şeyden rahatsız olmak mümkün. Yeter ki rahatsız olmak isteyin. Zor olan ise rahatsız olmadan, rahatsız da etmeden bir arada bulunabilmek. Çok açık giyindin, çok kapalı giyindin, saçın neden o renk, niye kelsin? Hepsi mümkün, hepsi fena.

İşte tam böyle şeyler düşünürken, 16 yaşında bir gencin Erdoğan posterine çizdiği bıyık haberi gündeme geldi. Genci, postere bıyık çizdiği ve küfürlü ifadeler yazdığı iddiaları üzerine tutuklamışlar. Hitler bıyığı çizmiş geç dediklerine göre. Tabii ki avukatlar durur mu? Hemen gencin kollarından tutmuş, yerli ve milli adaletin dengesi bozuk terazisine emanet etmişler.

Peki bir posterin üzerine bıyık, kaş, gözlük çizmek. Ya da birisinin karikatürünü yapmak, birisiyle dalga geçmek, şaka yapmak niye bu kadar sert bir şekilde “cezalandırılıyor?”

Bir bıyıkla her şey alaşağı olacaksa zaten hiç orada olmamıştır. Adalet de gençliğinde hiç sevilmemiş bizim ülkemizde. Aynı gençlerimiz gibi.