Biraz farklı bir değerlendirme yapmak istiyorum. Kürt sorunu ile ilgili. Bandı geri sardım, 70’lerin başına. Devrimci gençliğin özerk...

Biraz farklı bir değerlendirme yapmak istiyorum. Kürt sorunu ile ilgili. Bandı geri sardım, 70’lerin başına. Devrimci gençliğin özerk-demokratik üniversite kavgasının 12 Mart açık faşizminden sonra tekrar serpilip gelişmeye başladığı yıllara. Öğrenmeye ve mevcudu değiştirmeye azimli yeni bir gençlik hareketi doğuyordu, büyük kentlerde.
Her şeyi ama her şeyi öğrenmeliydik.
Türkiye’nin düzenini, emek-sermaye çelişkisini, felsefeyi, Mahirlerin mücadelesinin teorik temellerini, dünya devrimci pratiğinin özgül örneklerini, emperyalizmin III. Bunalım döneminin ilişki ve çelişkilerini, Afrika’da, Latin Amerika’da Güney Doğu Asya’da, Filistin’de emperyalizme karşı sosyalistlerin önderliğinde sürdürülen ulusal kurtuluş savaşlarını.
Kuzey İrlanda’da IRA’yı, İspanya Bask bölgesindeki ETA’yı, FRAP’ı ve tabii ülkemizdeki milli meseleyi. Sadece teorik formülasyonlar çerçevesinde sınırlı kalarak değil. Kulaklarımız Enver Hoca’da, Bizim Radyo’da, ÇKP’de hiç değil. Türkiye’nin kendi özgülünde ve mevcut siyasal pratikten kopmadan.
Sovyetler Birliği’nin Afrika ülkeleri için ürettiği “Kapitalist olmayan yoldan kalkınma” modelini de, “Nasır tipi Ortadoğu’ya özgü sosyalizmi de” anlamaya çalışarak. Milli meselenin gündemimizde sadece bir başlık olmaktan öte daha anlamlı bir yeri vardı.
Lenin’in “Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı”, Stalin’in “Milli Mesele” kitapları ve Mahirlerin milli mesele konusundaki kimi teorik tespitleri ve pratik faaliyetleri, değerlendirmelerimizde belirleyici olurdu.
Hüseyin Cevahir’in “Ben Türk ve Kürt halklarının ortak kurtuluşuna inanmış bir Kürt Marksist-Leninistiyim”  sözü “rehber söz” olarak dilden dile dolaşırdı.
Bülent  Ecevit’in bazı mitinglerinde “Halklara özgürlük” sloganlarını biz attık.
Ecevit’in kadroları Taksim mitinglerini dürbünle izleyip bizim “Halklara Özgürlük” pankartlarımıza bizzat Ecevit  tarafından müdahale edilmesini isterlerdi. Ecevit’in  kürsüden heyecanlı haykırışları duyulurdu Taksim’de “İndirin o pankartları.”
Taksim’i dolduran yüzbinler sembolik anlamda mitinge katılmış birkaç yüz devrimcinin üzerine dalga dalga yüklenirlerdi. Pankartları  ne pahasına olursa olsun indirmezdik.
İstanbul’da milli mesele ile ilgili ilk özgül miting Beyazıt’ta yapılmıştı. Viranşehir’de kaçakçı oldukları gerekçesi ile kurşunlanan 20 Kürt köylüsünün katliamını protesto mitingi.
Genç Sosyalistler Derneği düzenlemişti mitingi, ilk panzer o gün kullanıldı. Devrimci gençler 12 Mart’tan sonra çemberi ilk o gün kırdılar. Aksaray’a kadar yürüdüler, “Doğu’da milli zulme son “ sloganları ile. Sormazdık yanımızdaki arkadaş Kürt mü, Türk mü, Laz mı diye. Bilmezdik ki, merak da etmezdik. Mezhebinin ne olduğu hiçbir anlam taşımazdı bizler için. Hatta nereli olduğu, İstanbul’a hangi kentten geldiği de çok önemli değildi. Önemli olan geldiği kentteki siyasal yaşam ve devrimcilerin mücadelesi idi.
Bazıları, çok ender rastlanan bazıları “KDP’ liyiz biz” derlerdi. Biz de KDP ülke toprakları dışında başka bir mücadele yapıyor, çok istiyorsanız siz orada devam edin derdik.
Şovenist mi idik?
Asla, ezen ulus devrimcisi ile, ezilen ulus devrimcisi arasındaki ilişki ve çelişkilerin ne olması gerektiğini bilirdik. Birlikte mücadelenin, emek sermaye temel çelişkisi bağlamında emperyalizmle halklar arasındaki baş çelişki ekseninde anlamlı olacağını savunurduk. Üniter devlet, federal devlet tartışmalarına girmezdik. Esas olan yoksul Kürt ve Türk halklarının hakim sınıflar kombinasyonunun kısaca tanımı olan “oligarşiye” karşı verecekleri ortak mücadele idi. Bizim için doğuda veya batıda üretim araçlarını elinde bulunduran bir sermaye grubunun patronlarının ırkı mezhebi hiç ama hiç önemli değildi. Eskişehir’deki toprak ağası Sazak ailesinin yada Siverek’teki Bucak ailesinin ırk ve mezhebinin önemli olmaması gibi.
Bu perspektifteki en dinamik örgütlenmeler Dersim’ de, Kars’ da, Malatya, Elazığ ve  Adana’nın yoksul Kürt mahallelerinde  yaratılmıştı. Batıda bir miting, bir gösteri, bir toplantı yapılacakta milli meseleye vurgu yapılmadan konu es geçilecek, bu mümkün değildi.
Peki ya şimdi?
İnsanların siyasal eğilimlerinden önce gelen kimlikleri; Kürt Türk, Laz, ya da Abaza, Çerkez olması. Mardinli, Sivaslı, Konyalı, Karamanlı, Diyarbakırlı olması. Alevi, Sünni, Caferi, Kadiri, Hanefi olması.
Emek-Sermaye çelişkisi?
Emperyalizm?
Patron-Ağa devleti?
Oligarşi?
Tekelci sermaye?
Sömürü?
Açlık sınırında yaşayan Kürt ve Türk yoksulları, emekçileri, köylüleri?
Biz mi yanlış yaptık acaba?
Yoksa başkaları mı?