AYSUN GEZEN Bu ülkede AKP’li yıllarla birlikte en yüksek seviyesine ulaşan özelleştirmelerle bugün sağlık ve eğitim başta olmak üzere birçok temel kamusal hizmet artık sadece parası olanların ulaşabildiği bir meta halini aldı. Bundan 16 yıl önce özel okulların devlet okullarına oranı %2 iken bugün %25 ve tüm zamanların rekorunu kırmış durumda ve kamu kaynaklarından eğitime […]

Bizim taleplerimiz halkın talepleridir

AYSUN GEZEN

Bu ülkede AKP’li yıllarla birlikte en yüksek seviyesine ulaşan özelleştirmelerle bugün sağlık ve eğitim başta olmak üzere birçok temel kamusal hizmet artık sadece parası olanların ulaşabildiği bir meta halini aldı. Bundan 16 yıl önce özel okulların devlet okullarına oranı %2 iken bugün %25 ve tüm zamanların rekorunu kırmış durumda ve kamu kaynaklarından eğitime ayrılan pay OECD ülkelerinin oldukça gerisinde. Üstelik bugün Ensar, Tügva, Türgev gibi iktidara “akrabalığıyla” bilinen yapılara, gerici, dinci cemaat ve vakıflara kamu kaynaklarından aktarılan paralar da düşünüldüğünde kaynakların nitelikli, bilimsel bir eğitim için harcanmadığı da ortada. Yoksul halkın çocukları bu yüzden ya eğitim dışı kalıyor ve çocuk yaşta ucuz iş gücü kılınıyor ya da imam hatiplere ve bu yapılara mecbur bırakılıyor. Sağlık alanında da durum bundan farklı değil.

2002’de Sağlık Bakanlığı bünyesinde 774 hastane varken bu sayı %13,56 artışla 2017’de 879’a; buna karşın 271 olan özel hastane sayısı ise yaklaşık %111 artarak 571’e çıkmış. 15 yılda Sağlık Bakanlığı hastanelerine müracaat %222 artarken özel hastanelere müracaat sayısı ise tam %1167 artmış. Yaşanan bu fiili özelleştirmelerle hastanelerde GSS primini dahi ödeyemediği için sağlık hizmeti alma hakkından yararlanmaktan men edilen yurttaşlar tablosu sık yaşanır oldu ve bu ülkede zenginlerle yoksullar arasında uçurum her geçen gün büyüdüğü için prim borcunu ödeyemeyen neredeyse 7 milyon yurttaş var.

İktidar tüm tercihlerini sermayedarlardan yana kullanıyor, geçiş garantili köprüler, doluluk oranı garantili ve vatandaşların belki de ulaşmak için cebinde yeterli parası olmadığı şehir hastaneleri yaparak ücretsiz kamusal hizmet yerine bir avuç sermayedarı, efradı zengin etmeyi tercih ediyor. Üstelik bu kaynaklar büyük oranda doğrudan ücretli çalışanların kaynaktan kesilen ve tükettiği her şeyle dolaylı olarak ödediği vergilerle oluşuyor.

Kamudaki dönüşüm

80’den bu yana süregelen neoliberal projenin en saldırgan sürdürücüsü olan AKP iktidarı, kamuyu küçültüp, kamusal hizmetler alanını daraltarak dar gelirliler başta olmak üzere (ki bu ülkenin %20’si açlık sınırı, %60’ı ise yoksulluk sınırı altında yaşamaya çalışıyor) vatandaşların kamu hizmetlerine ücretsiz, nitelikli bir şekilde ulaşmasını zorlaştırıyor. Üstelik bunu yaparken kamu personel rejimini de değiştiriyor. Kamu personel sayısını azaltarak “maliyetleri” düşürme yoluna gidiyor; kamu çalışanı başına düşen hizmet alacak vatandaş sayısı her geçen gün artıyor. Bu da verilen hizmetin niteliğini oldukça düşürüyor; çalışanlar açısından da çalışma saatlerini, iş yükünü, angaryayı, dolayısıyla da sömürüyü, mobbingi her geçen arttırıyor. Kamu personelinin tüm çalışanlara oranı ülkemizde yaklaşık %12 ve bu oran OECD ülkelerinin çok gerisinde; Türkiye istihdam oranı açısından 38 OECD ülkesi içinde sondan ikinci. Fakat AKP’nin bürokratları bu oranı dahi fazla buluyor, verimlilik adı altında az personelle çok iş yapmaya, kamu harcamalarını da kamu emekçilerini iş yükü, uzun çalışma saatleri altında ezdirerek kısmaya girişiyor. Esnek, güvencesiz istihdam biçimleri, performansa dayalı, sözleşmeli çalışmayla bu adımı tamamlıyor. Çalışma sürelerinin uzunluğuna karşı bir saatlik çalışma karşılığında milli gelirden alınan pay bakımından ülkemiz maalesef iş gücü en ucuz ülkelerden biri, OECD ülkeleri içinde ilk beşte olduğumuz ender kategori işte bu…

Halkın kamusal hizmet hakkını savunuyoruz

Kamu emekçileri olarak taleplerimiz sadece meslek ve özlük haklarımızla sınırlı değil; biz halkın her geçen gün yoksullaştırılmasına, kamusal hizmet hakkından yoksun bırakılmasına, emeğimiz ve alın terimizle yarattığımız değerlerin, kurumların, kaynakların emperyalistlere, bir avuç sermayedara peşkeş çekilmesine karşıyız. Bu ülkenin her bir vatandaşının nitelikli, bilimsel, ücretsiz kamu hizmeti alma hakkını savunuyoruz.

Özellikle son bir yılda derinleşen ekonomik krizle birlikte alım gücümüz düştü, ücretlerimiz enflasyon karşısında eridi. Vergi dilimi, ek gösterge adaletsizlikleriyle, kamusal emeklilik hakkını gasp ederek BES dayatmasıyla, elektrik, doğal gaz, çay, şeker, et gibi temel tüketim maddelerine zam üzerine zam yapılmasıyla giderek yoksullaşıyoruz. Biz emekçilerin yoksullaşması, alım gücümüzün düşmesi tüketimimizi de kısıtlıyor ve esnaf da bu kriz ortamında kepenk kapatmak zorunda kalıyor. Gerçek enflasyonun %40’ları bulduğu, kiramıza, elektriğimize, ısınmamıza dahi ücretlerimizi yettiremediğimiz, cebimizdeki tüm parayı harcamamıza rağmen marketten, çarşıdan filemiz boş döndüğümüz günleri yaşıyoruz. Derdimiz ortak, sorunlarımız ortak…

Ekonomik kriz ve fiili OHAL koşullarında Toplu İş Sözleşmesi

İşte bu koşullarda Toplu İş Sözleşmesi (TİS) görüşmeleri 1 Ağustos’ta başladı. KESK, bu ülkenin emekçilerine, halkına ekonomik krizin faturasının ödetilmek istenmesine karşı iş yeri iş yeri çalışarak, bölge mitingleriyle karşı çıktı, güvencesizliğe karşı kampanya düzenledi. OHAL’den istifade grev yasaklamakla övünen iktidarın çıkardığı KHK’lerle sadece kamu emekçilerinin çalışma, seyahat, eğitim hakları gasp edilmedi, aynı zamanda bu ülkenin siyasi ve emek rejimi adım adım değiştirildi; esnek, güvencesiz istihdam biçimleri yaygınlaştı; OHAL’in başında eğitim alanında sözleşmeli personel alımının düzenlenmesi bunun tipik örneği oldu. MEB’in verilerine göre 150 bin öğretmen açığı ve ataması yapılmayan yarım milyon öğretmen varken ders saati karşılığı ücretli öğretmen çalıştırılması işte bu anlayışın sonucu gelişen bir tercih ve asgari ücretin bile altında çalışan, hakları son derece kısıtlanmış 100 binlik bir kitle yarattı.

Aslında bu tablo ne yeni ne de sadece eğitim alanıyla sınırlı. Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesini ön gören GATS ile sağlıkta dönüşüm programıyla sağlık alanında performansa dayalı, esnek çalışma uzun süredir yaygın. 2014-2018 yılları arası sözleşmeli istihdam %151 arttı. PTT kamu personel mevzuatından çıkarıldı, TRT’de emekçiler emekliliğe zorlandı, uzmanlıkları ve eğitimleri, meslekleri dışında kurumlara gönderildi, özel hukuk hükümlerine tabi çalışma ile bireysel sözleşmeler yaygınlaştı. Özellikle son iki sene içerisinde kamuya kadrolu alımlar durdu. Mülakat, arşiv kaydı araştırması, güvenlik soruşturması ile AKP “adayların” kendi çizgisiyle, ideolojisi ile “uyumunu” araştırma yoluna gitti ve siyasi kadrolaşmasını sağlamak için gelecek nesilleri dahi etkileyecek uygulamalara imza attı. İşe alımlarda, atama, yükselme ve unvan değişikliklerinde torpilin, kayırmanın önü sonuna kadar açıldı. Neredeyse her kurumdan aile efradının atandığı müdürlükler haberleri gelmeye devam ediyor. Yine yerel seçimler sonrası oluşan tablo gösterdi ki AKP kamu kaynaklarını kendi yandaşlarına aktarmanın yollarını on binlerce bankamatik memuru yaratarak oluşturmuş.

KESK bu yağma ve talan düzenine karşı çıkıyor

TİS hakkı, KESK’in fiili meşru mücadelesi sonucu elde edilmiş bir hak. Her ne kadar 4688 sayılı yasayla, en fazla üyesi olan üç konfederasyonun masaya gidebildiği, en fazla üyesi olan konfederasyonun tek imza yetkisine sahip olduğu, grev hakkının tanınmadığı, hakem heyetinin iktidarca belirlendiği ve verdiği karara itiraz hakkının olmadığı bir formatla etkisizleştirilmek istense de masanın grevli, gerçek bir toplu sözleşme masası olması, kamu emekçilerinin ve halkın haklarının savunulması için önemli bir uğraktır. Fakat bizim açımızdan TİS sadece 1 aylık bir görüşme süresine denk düşmüyor. Şimdiye kadar dört kez kurulan masadan kamu emekçilerinin en temel sorunlarına (güvenceli iş, insanca yaşanacak ücret, vergi ve ek gösterge adaletsizliğinin giderilmesi, ek ödemelerin emekli aylığına yansıtılması, demokratik ve adil bir çalışma yaşamı, sendika seçme özgürlüğü gibi) çözüm üretilebilmiş değil. Masanın fotoğrafı ise oldukça erkek egemen ve bu zihniyet 1 Ağustos’ta bakanlığa yürümek isteyen KESK’lilere yapılan polis saldırısıyla da içeride MEMUR-SEN’li yönetici tarafından KESK genel sekreterine karşı geliştirilen tutumla da kendini dışa vurdu. Orada her sendikanın kendi üyelerini temsil edebileceği, kadınların taleplerini doğrudan kendilerinin dile getirebileceği evrensel ilkelere uygun, grev hakkı olan, demokratik bir toplu sözleşme anlayışının da mücadelesi aynı zamanda bu. İşte 1 Ağustos’ta KESK üyelerine kurulan barikat, aslında kamu emekçilerinin taleplerine kuruldu; iktidar ile yandaş konfederasyon iş birliğinin farklı bir görüngüsüdür bu barikat.

Peki biz ne talep ediyoruz?

Grevli, toplu sözleşme

Sözleşmeli, ücretli, vekil, taşeron gibi her tür güvencesiz istihdamın yasaklanmasını,

Tüm çalışanlar için güvenceli istihdam sağlanmasını, geleceğimizi planlayabilmeyi,

Performans, esnek çalışma gibi kamu hizmetlerinin niteliğini düşüren, bizi birbirimizin rakibi haline getiren uygulamalara son verilmesini,

Mülakat, arşiv kaydı araştırması, güvenlik soruşturması uygulamarının kaldırılmasını, liyakat ve kariyerin esas alınmasını,

TÜİK’in oynanmış rakamları, düşük gösterilen enflasyon hedeflemeleri değil, gerçek enflasyon dikkate alınarak artış oranlarının belirlenmesini, en düşük kamu emekçisinin ücretinin yoksulluk sınırı (son araştırmaya göre 6750 TL) üzerine çıkarılmasını, yani insanca yaşanacak bir ücreti,

Vergi dilimi ve ek gösterge adaletsizliğinin giderilmesini,

BES dayatmasının son bulmasını,

EYT sorununun çözülmesini,

Ek ödemelerin emekli aylığına yansıtılmasını, emekli maaşlarının arttırılmasını,

Kadınlara yönelik her tür ayrımcılığın son bulmasını, istihdama katılımlarının önündeki engellerin kaldırılmasını,

Özelleştirmelere son verilmesini, kamu yatırımlarının arttırılmasını, istihdamın yeterli hale getirilmesini,

Vatandaşlarımızın kamu hizmetlerine parasız ulaşmasını istiyoruz.

Bu talepler, sadece kamu emekçilerinin değil, tüm halkın talepleridir. Bizler, bu ülkenin değerlerini üretenler olarak hakkımız olanı istiyoruz. Bunu da kendisi için daha fazla dayanışma aidatı isteyerek emekçileri bölenlerle, “Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” deyip bir kez daha emekçileri satacaklarını itiraf edenlerle, iktidarın rakamlarına güdümlü artış oranları belirleyip güvencesizliğe, ihraçlara sesini çıkarmayanlarla, iktidarın desteği olmaksızın ayakta kalamayanlarla değil, gücünü haklılığından alan, fiili meşru mücadele geleneğini kararlıkla geleceğe taşıyan, iş yerlerinde, sokaklarda mücadelesini sürdüren gerçek bir sendikayla yapabiliriz. Birleşik bir emek mücadelesiyle haklarımızı kazanabiliriz.