IŞİD kötülüğünden kaçıp Suruç kapısından giren Suriyeli Kürtler’in görüntüleri jeostratejik akıl boşluğuna düşmüş çirkin dünyanın bön yüzüne şamar gibi inmeli

IŞİD kötülüğünden kaçıp Suruç kapısından giren Suriyeli Kürtler’in görüntüleri jeostratejik akıl boşluğuna düşmüş çirkin dünyanın bön yüzüne şamar gibi inmeli.
Daha birkaç hafta önce sınırımıza ulaşmaya çalışan 9 yaşındaki Ezidi kızın bayır aşağı sürüklediği sakat bacağının ardından bıraktığı toz bulutu hepimize “insani parçacıklarımız hâlâ bizde mi acaba?” dedirtirken...

Suruç’dan “lütfen” giriş yaptırılan IŞİD’in saldırdığı Kobane ve çevre köylerinden gelen Suriyeli Kürtler, “bu yüzyılın işaret fişekleri atılmış büyük felaketini” haber veren sahih yüzleridir...

Lastik terliklerle mayın tarlaları arasından geçip 5 km’lik mesafeyi üç günde alan binlerce çocuk, yaşlı, kadın, Şengal’den zor kaçan, çöl geçen Ezidiler, Irak’ta kaderlerine terk edilen Şii Türkmenler; küresel jeostratejik çıkar sistemi tarafından çoktan “insani maliyet” olarak tanımlanıp üzerleri çizilmişti.
Şengal ve Ezidi soykırımına yılan tıslaması gibi olsa bile bir ses çıkartmamışlardı.

Anglosakson militer aygıt, Afganistan - Pakistan hattından aşağıya doğru geliştirdikleri “vahşet ekseninde” yeni “İslamo-fobi” imgeleri yani IŞİD’in infaz videolarını tıklayan kamuoylarından “savaş rızası” toplama operasyonu peşindeydi.
Körfez monarşilerinin “finanse edeceği” yeni savaş için “İsrail’in” yer almadığı gönülsüz koalisyon ortaklarıyla “paylaşım pazarlığı” yaparken 21. yüzyılın çok daraldığı bu cinnet tünelinde IŞİD ise “en” yeni Ortadoğu haritası için mezhebi/etnik yoğun insan temizliği yapıyordu.

Batı’nın güncel “İslamo-fobi” kâbusu ama “Müslüman kıyımcısı” Selefi vahşet, tıpkı Batı gibi gayet “jeostratejik” titizlik içindeydi, coğrafyaya göre Şii Türkmenleri, Ezidileri kese kese geniş toprakları itirazsız ele geçirirken Kobane’de “seküler” Kürt direnişini haftalardır kıramamıştı.
Türkiye’nin gözünü, kulağını ve Kürt gençler Kobane’ye gitmesinler diye sınırı kapadığı “Kobane Direnişi”, IŞİD’in fantastik gücünü sarsan tek ama mahsus “yalnızlaştırılmış” direnişti.

Çünkü küresel güçler, uluslararası toplum, serin serin Irak ve Afganistan işgalleri sayesinde ürettikleri vasata derince döşedikleri mezhebi/etnik kan hatlarının daha da belirginleşmesini seyrediyor ve “bahardan” barbarlık kaosuna sürükledikleri Ortadoğu’da on yıllar sürecek “büyük savaşın” üzerlerine kan sıçratmayacak şom senaryosunu planlıyorlardı.

Nitekim dün sabah Rakka’daki IŞİD mevzilerini bombalayarak bölgedeki insan varlığını değil “moral değerlerden” izole edilmiş jeostatejik çıkarlarına yönelik  son sürüm “uzaktan savaşın” düğmesine bastılar.    

Türkiye’nin ise “spekülatif” emperyal Sünnicilik politikaları “bölgesel güç” olmaya yetmemişti.
Ama artık bugün, besleyip, semirttiği IŞİD’in sınırlarına kadar kazdığı mezardan kaçabilen on binlerce insanın “bölgesel göçüne” tanıklık değil ev sahipliği yapmak  tarihsel ahlaki göreviydi.

Dikenli telleri aşıp, 20 km yolu kardeşlerini kucaklamış geçen küçük çocuklar, elleri üzerinde emekleyen felçli yaşlılar, çocuklarını kaybolmaması için iple kendisine bağlamış analar, anasını babasını kucağında taşıyan bitkin oğullar “Büyük cihan devleti Türkiye’ye” Suruç’tan giriş yaparken...
2071 yılında tescillenecek, dünyada “IŞİD otobanı” ve Cihatçı tıbbı merkez/konaklama/lojistik” hizmetleriyle tanınan bu “cihan devleti” yüz binlerce insanın “büyük göç” hareketindeki sorumluluğunun farkında mıydı?

Türkiye eğer kendi bünyesindeki “IŞİD’ci unsurları” ve yükselen “IŞİD’ci haletiruhiyeyi” arındıramazsa  bir ayağıyla içine battığı mahşeri Ortadoğu kaosundan asla geri dönemeyeceğini öngörüyor mu?

Bu yüzyılın uzun yıllar sürecek felaketinin bağrına nasıl hevesle kendini yerleştirdiğini idrak ediyor muydu?