İsveç’te, ana amacı gelişmekte olan ülkelerdeki fakir insanların hayat koşullarını daha iyiye taşımak olan SIDA diye bir kurum var. Kalkınma yardımı organizasyonları yapan SIDA...

İsveç’te, ana amacı gelişmekte olan ülkelerdeki fakir insanların hayat koşullarını daha iyiye taşımak olan SIDA diye bir kurum var. Kalkınma yardımı organizasyonları yapan SIDA, yardımcı olduğu ülkelerde demokrasiyi, barışı ve güvenliği yaratmaya, derinleştirmeye çalışıyor. Tüm bunları gerçekleştirmek için de daha iyi bir eğitimin, sağlıklı çevre koşullarının, kadın ve erkek arasındaki eşitliğin ve toplum içindeki değişik sosyal gruplar arasındaki dengelerin kurulmasını hedefliyor. Kulağa ne kadar güzel geliyor. Derinden bir ses “İşi gücü bırak, SIDA’ya kendini ada, git orada çalış” diyor. Aslına bakarsanız SIDA da çalışanlarına özel bir ihtimam gösteriyor. Çok güzel ‘kıyak’lar çekiyor.

SIDA bir kamu kurumu. Vergi paralarıyla finanse ediliyor. Geçen yıl 15.4 milyar kron yani 3 milyar 80 milyon YTL, SIDA üzerinden dünyaya dağıtılmış. Bu İsveç’in aynı dönemde yaptığı kalkınma yatırımlarının yarısı kadar bir para. Özellikle gelişmekte olan ülkeler için yerine ulaşırsa büyük bir katkı. Gelin görün ki kamunun parasını yemek, her yerde tatlı.

İsveç’in Dagens Nyheter gazetesinin kamu kurumları üzerinde yaptığı bir araştırmada SIDA hakkında ilginç bir bilgiye ulaşıldı. SIDA, çalışanlarına kişibaşı 8 bin 105 kronla ‘kıyak’ çekip yıl boyunca hediyeler dağıtmış, onları yemeklere götürmüş, toplantılar organize etmiş. SIDA’ya verilen paranın 5.3 milyon kronu yaklaşık 1 milyon 60 bin YTL’si, biraya, meyvelere, hediyelere, çay-kahve organizasyonlarına ve bilgilendirme toplantılarına gitmiş. SIDA havadan harcadığı bu paranın yarısıyla çalışanlarına belli yaş hediyeleri almış. Kalkınma yardımı kurumunun, personelini mutlu etmek için harcadığı para, insani yardım yaptığı Bolivya, Ruanda, Östtimar ve Nabibya’ya gönderdiği paralardan daha fazla.

Durum böyle olunca gözler Kalkınma Bakanı"na çevrildi. Sağcı hükümetin bakanı, olayı “Değişim için bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Vergi ödeyenlerin, ‘Paralarımız doğru yerlere harcanıyor mu?’ şüphesini taşımasını istemeyiz. Bu hoş değil” açıklamasını yaparak değerlendirdi. Bakan inceleme başlatacaklarının sinyalini gönderdi.

İSKİ skandalını, Mercimek davalarını, Kızılay yolsuzluklarını, üzerine bir de Deniz Feneri’ni görmüş bir toplum olarak biz,  SIDA’nın yaptığı, personele kıyağı, anlayışla karşılayabiliriz. En azından çalışanına yedirmiş diyebiliriz. Biz de toplanan vergiler ya da yardımlar birilerinin cebine girdiğinde gerçekleştiğini düşündüğümüz şey, İsveç’te personel için harcama kaleminde bir gereksizlik görülürse “yolsuzluk bu!” diye algınanıyor.

SIDA’nın gereksiz ve fazla bulunan harcaması, Kızılay’ın İstanbul Pendik Şubesi"nde 2001 yılında müfettişlerin dört ay inceleme yaptıktan sonra ortaya çıkardıkları ve savcılığa duyurdukları 3.5 trilyonluk yolsuzluğun yarısı bile değil. Kızılay’ın bir şubesi karşısında, koca kamu kurumu SIDA, bu durumda ‘beceriksiz’ kalmış.

İsveççe’de ‘vergi ödeyenler’ dil yapısı gereği bitişik yazılan birleşik bir kelime. Vergiyle ödemeyi bitiştirmişler ve bizdeki kızıl-ay gibi birleşik bir kelime ortaya çıkmış. Vergi, ödenir ya, ondan herhalde böyle bir ihtiyaç doğmuş. İsveç’te metro geciksin ”Vergi ödeyenlerin hakları yeniliyor” deniyor. Hastanelerde kuyruk olsun "Vergi ödeyenlere zulüm yapılıyor” başlıkları atılıyor.

Yolsuzluğa bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor. Türkiye’de vergiyle ‘ödemek’ değil de, vergiyle ‘kaçırmak’ daha sık yanyana kullanıldığı için mi vergisini ödeyenlerin haklarını arayacak birileri çıkmıyor? Ödenen vergilerle ayakta duran kamu kurumlarının kasaları, uzanacak her ele bu kadar açık duruyor. Ne yapsak? Önce vergiyle ödemeyi mi birleştirsek? Vergi ödeyenleri bitişik yazmaya başlarsak belki dildeki bir değişim, elleri ve vicdanları da etkiler.