Sosyal bilimlerin laboratuarları olmaz; bir ülkeyi deney tüpüne koyup gözleyemezsiniz de. Ama kimi kurumlar; en başta da cezaevleri, aynasıdır her toplumun. Oralara bakarak, toplum genelindeki güç ilişkilerini, sınıf çelişkilerini, ezeni-ezileni, yozlaşmayı, çürümeyi, ilerlemeyi-gerilemeyi, işkenceyi, demokrasiyi, despotizmi görebilirsiniz. 

Pozantı, sadece Pozantı değildir o yüzden. Pozantı, bu memlekette çocuklara yapılanların da resmidir. Yoğun, kesif, acıtıcı bir resim, odağına Kürt çocuklarının yerleştiği… Memlekette çocuklara yapılanların resmi olduğundan Pozantı, Sincan’a taşındığında da değişen bir şey olmaz. Daha az görüş, uzaktaki yoksul ana-babadan gelen üç-beş kuruşun, hiç-beş kuruşa dönüşmesi, hepsi o işte. Çözüm evlerine gönderebilmektir çocukları! 

Öyle şeyler yaşadılar ki bu ülkenin çocukları cezaevlerinde; ne anlatmaya yürek dayanır ne dinlemeye…  

Uğur Kaymaz… 2004’te, yaşından çok kurşunla evinin önünde babasıyla birlikte öldürülen çocuk. Öldürülmeseydi 13 kurşunla, “taş atan” mı olurdu? Pozantı’ya mı düşerdi yolu, Sincan’a mı? Girip çıkar, sonra pek çok çocuk gibi, 18’ini doldurunca yine içeri mi alınırdı? Ortalama üç yıl yaşanabilen dağlardan başka çıkış yolu bulamaz mıydı? 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sorular sormuş Türkiye’ye, Uğur’un öldürülmesi ile ilgili. “Devlet görevlileri öldürücü güce son çare olarak mı başvurmuşlardır?demiş?  

Yazıcıları yazıverir bir cevap; sıralarlar bazı sayıları, istatistikleri. “İstatistik çok şey söyler, ama asıl önemli olanı gizler” demişti bir futbol adamı. Yönetmenin, devletin “bilimi”dir istatistik.  

Bugün Türkiye dünyanın en çok “terörist”ine sahip ülke. Bakan’ın açıklamalarına göre 12 bin 156 tutuklu ve hükümlü terör ve çete suçları nedeniyle cezaevinde. 

2000 yılında çıkarılan afla cezaevindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 49 bine kadar düşmüşken, bugün bu sayı 130 bini geçmiş durumda. 12 Eylül darbesi sonrasında cezaevlerindekilerin sayısının 79 bin civarında olduğu anımsanınca, bulunduğumuz noktanın anlamı daha iyi kavranır. 

TUİK verilerine göre, 2002 yılında Türkiye cezaevlerinde bulunanların nüfusa oranı binde 0,87'yken, 2011’de bu oran 1,72 olmuş.  

Hürriyet ombudsmanı Faruk Bildirici cezaevinde ölümleri sormuş bakanlığa, bakanlık dökümünü vermiş ölümlerin, nedenlerini sıralamış. Son 15 yılda cezaevlerinde meydana gelen ölümlere ilişkin bilgiyiürkütücü bulmuş Faruk. 1997-2011 yılları arasında cezaevlerinde tam 2.497 kişi ölmüş; 1910’u “eceliyle, 495’i intihar ederek, 91’i diğer hükümlülerce öldürülerek, 1’i de personelin kötü muamelesi sonucu! 

Faruk’un “ürkütücü” bulduğu yılda 200’ün üzerinde ölüm, 30 civarı intihar, istatistik yardımıyla, Batı’yla kıyaslanarak, “başarı” olarak da anlatılabilir. 

Cezaevi gerçeği sayılarla değil, yaşayanların öyküleri ile anlaşılabilir ancak. 11 yıl öncesinin “Hayata Dönüş” operasyonlarında asla içerdekilerin söylediklerine kulak vermeyerek ölümcül “hata”sını yaptı medya: Suç ortağı olduğu o operasyonun! 

Ama Hürriyet’in o dönemki sorumluluğunu sorgulayan “ombudsmanlığı” kutlamak gerek, kimi yetersiz bulsa da yazılanları… Hürriyet’e de bravo, cezaevinden yazanların Hürriyet hakkındaki düşüncelerini sürmanşetinden okuttuğu için:

Hürriyet gazetesinin anlayışında bir farklılık mı oldu? Bugün yine aynı şeyler yaşanacak olsa yine güvenlik kuvvetlerinin bilgilerine dayanarak haber mi yazacaktır gazeteniz, yoksa gerçekleri mi yazacaktır?
 

10 Aralık 2000 tarihli Hürriyet’in manşetinde ‘Bu da L(açka) tipi cezaevi’ haberi var. 11 Aralık 2000’de biz tutukluların talepleriyle dalga geçiyor Hürriyet: ‘Emriniz olur.’ 15 Aralık 2000; katliamdan 4 gün önce; ‘Vebaline katlanırlar’. Madem Hürriyet’in katliamdaki rolünü ifade etmeyecektiniz bunları da aktarsaydınız. 

19 Aralık, o gün yaşanıp biten bir şey değildi. Bugün de yaşanıyor. Sayfalarınızda bunlara yer var mı? 

Topluma bir ayna mı tutmak istiyorsunuz? Cezaevlerine bakın. Boş verin istatistikleri; önemli olan içerdekilerin yaşadıkları.