Uğur Kaymaz vurulduğunda 12 yaşındaydı. 21 Kasım 2004 tarihinde Mardin Kızıltepe’de, ‘yasadışı örgüt üyelerine operasyon’...

Uğur Kaymaz vurulduğunda 12 yaşındaydı. 21 Kasım 2004 tarihinde Mardin Kızıltepe’de, ‘yasadışı örgüt üyelerine operasyon’ gerekçesiyle, babası ile birlikte dört polis tarafından öldürülmüştü. Dört polis, 2007 yılında meşru müdafaa(!) gerekçesiyle beraat etti. Kızıltepe Belediye Meclisi kararıyla, Mardin Caddesi üzerinde bulunan ve Kızıltepe Devlet Hastanesi’ne ayrılan kavşağa ‘Uğur Kaymaz Bulvarı’ adı verildi. Bulvarda, Mezopotamya çocuklarına özgürlüğü ifade eden bir heykelin açılışı da yapıldı.
14 yaşında bir başka çocuk Seyfi Turan ise Hakkâri’de 23 Nisan 2009’da çıkan olaylarda özel harekâtçı bir polis tarafından başına dipçikle vuruldu. Hakkâri’de çıkan olaylara müdahale eden polislerden biri, Seyfi Turan’ı kafasına silah dipçiğiyle defalarca vurarak ağır yaraladı. Seyfi üç aydır konuşamıyor. Hakkâri Valiliği olayın sorumlusu özel harekâtçı polisin açığa alındığını bildirdi. Birkaç yıl sonra polisin terfi ettirildiğini duyarsak şaşırmayalım, malumunuz benzeri vakalar bu ülkede normal(!)
 •••
6-7 yıl önce, Urfa, Adıyaman, Mardin illerini dolaşırken yüzlerce çocukla iletişim kurma olanağı yakalamıştım. Yöreyi bilenler çocukların ziyaretçilerin etrafında dönmelerini kanıksamışlardır. Çoğu örneğin Harran’ı, Hasankeyf’i tanıtmak, aile ekonomine katkı da sağlamak için donanımlılardır. Bazıları birkaç dille ezberledikleri sözcükleri ardı ardına sıralarlar. Konuşmalarını bir soruyla kesintiye uğrattığında kaldıkları yerden ezberlerine devam ederler. Bu onlara ayrı bir sevimlilik katar. Doğu illerinde de aynıdır. Van Kalesi’ne tırmanırken soluk soluğa tepeye ulaşıp, çocuğun bizi surlarda beklediğini gördüğümde hayli şaşırdığımı anımsıyorum, üstelik aynı güleç, sevimliliğiyle. Sıcaktan kan-ter halimizi görüp, “su getirmemi ister misin abi,” diye sormuştu. Onun o kadar yolu aşağı inip tekrardan tırmanmasına gönlüm elvermedi. Yukarı çıkarken almayı akıl edemediğimiz suyu istemememe rağmen bir solukta güneşin kavurucu sıcağını hiçe sayarak getirivermişti. Yorulduğunu gizleyerek, nefes alışını kontrol ediyordu. O çocuğu hiç unutmadım. Adı Baran.,
•••
Geçen yıl, Diyarbakır Kültür ve Sanat Festivali’ne çocuk fotoğraf atölyesini hayata geçirmek üzere Fotoğraf Vakfı’ndan arkadaşlarımla kente geldim. Atölyeye 10-13 yaşlarında sekiz çocuk katılmıştı. Önce kendi ulaşabilecekleri ve dolayısıyla rahat çalışabilecekleri konuları tespit ettik. Önerileri çocuklar yapmıştı, biz de kabul ettik. Ekmeğin üretimi, beden özürlüler, çocuk oyunları, kadın, Diyarbakır’ın tarihi dokusu gibi konulardı. Beden engellilerin sorunlarını fotoğraflamak isteyen kız çocuğunun yakın bir akrabası akıl özürlüydü ve bir hafta içinde fotoğraf çalışmasını onun üzerine yoğunlaştırarak ve az sayıda çevresinde gördükleriyle birleştirip getirmişti. Ancak akıl özürlü akrabasının fotoğraflarına çocuklarla birlikte bakarken rahatsız olmuştum. Çünkü maruz kaldığı durumu kabullenememiştim. O ise küçücük bir odaya ayağı zincirle karyolasına bağlanmış, oda kapısına ulaşabilmek için yerde uzanmış bütün sevimliliğiyle gülümseyerek fotoğraf çekene bakıyordu, dolayısıyla bize.
Ben bu fotoğrafların sergilenmeme gerekçelerini açıklamaya ve akrabasının neden bir rehabilitasyon merkezine götürülmediğini öğrenmeye çalışırken atölye katılımcılarından -sanırım11 yaşındaydı- Mesut, dışarı çıkıp ağlamaya başlamış. On dakika sonra içeri geri geldiğinde bana şöyle dedi;
“Hocam, sizden bir ricam var. Bu fotoğrafları sergilemeyelim lütfen, eğer sergileyecekseniz ben yoğum.”
Baran ve Mesut birbirlerini hiç görmediler ama aslında birbirlerini tanıyorlar, çünkü yaşadıkları sokaklar, mahalleler, okullar onlarla dolu. Onlar yalnızca milyonlarcası gibi güzel iki çocuk.
Bölgede görev yapan polislerin zaman zaman çocuklarla göstermelik top oynamalarını ya da onlara oyuncak dağıtmalarını kusura bakmasınlar ama kimse yemiyor. Çocukları tanımak, onların geçirdiği son 30 yılı doğru irdelemek, yasaklar ve baskılar karşısındaki isyanlarını anlamak, gerçekten iletişim kurmak gerekiyor. Yıllarca öylesine kötülük yapıldı ki…
Nâzım Hikmet’e kulak vererek yazımı noktalayayım: “Koşuyor altı yaşında bir oğlan/ uçurtması geçiyor ağaçlardan/ siz de böyle koşmuştunuz bir zaman/ Çocuklara kıymayın efendiler/ bulutlar adam öldürmesin”