Günümüz egemenlerinin kurduğu bu ‘düzeni’ ya da ‘sistemi’ değiştirmek sadece bir yaşam düşü mü? Bunun ütopyaların ötesine taşınması mümkün mü, hem de şiddet kullanarak?

Değişim için şiddet üzerine düşünceler

İLKE KAMAR

İlerlemeci tarih anlayışı bize gelecekteki yaşamın daha adil olacağını, insanların kendilerini gerçekleştirdikleri bir dünyada yaşayacaklarını söyler. Oysaki bu beklentiden öteye geçemez. Modern toplumların yaşadığı ekonomik, politik sorunların derinleştiğini gördükçe geleceğe dair umutsuzluk katlanarak üzerimize çöker. Günümüz egemenlerinin kurduğu bu ‘düzeni’ ya da ‘sistemi’ değiştirmek sadece bir yaşam düşü mü? Bunun ütopyaların ötesine taşınması mümkün mü, hem de şiddet kullanarak? Georges Sorel’e göre pekâlâ mümkün. 1908 yılında yayımlanan ‘Reflections on Violence’ bugünlerde ‘Şiddet Üzerine Düşünceler’ ismiyle Türkçede yeniden okuyucuyla buluştu. Telemak Kitap’tan Anahid Hazaryan çevirisiyle yayımlanan ‘Şiddet Üzerine Düşünceler’, Cana Bostan’ın sunuşu, Jacques Julliard önsözü ve Isaiah Berlin’in sonsözünü de içeriyor. Yedi bölümden ve beş ekten oluşan bu çalışmasında Sorel, temelde sosyal değişim için şiddetin meşruiyeti var mı sorusuna cevap arıyor diyebiliriz.


Yaşadığı dönemde Fransız ve İtalyan dergilerinde yazdığı sayısız makalelerde Sorel, burjuva ahlakına olan yaklaşımını Bergson’un sezgi doktrini ve Marx’ın sınıf mücadelesiyle harmanlayarak sosyal değişim için çözümler bulmaya çalışır. Her ne kadar Marx’ın ekonomik determinizmini kabul etmese de genel grevi halkların kurtuluşu için vazgeçilmez görür. Sorel’in tezleri üzerine daha ilk günden itibaren -günümüzde devam eden- farklı yorumlar yapılır. Bunun nedeni olarak düşüncelerini çelişkili değerlendirenler de var, her türlü yoruma açık bulan da… Neden böyle olduğunu bir tarafa bırakırsak, Sorel için kimi kesimlerce yapılan ‘sağ kesimin onayladığı sol devrimci’ benzetmesi çok da temelsiz değil. Çünkü Sorel’in doktrini hem Gramsci ve Benjamin’i hem de Mussolini’yi etkilemeyi başarır. Onun neredeyse faşizmin teorisyeni olarak görülmesinde şiddet çözümlemesi ana etkendir. ‘Şiddet Üzerine Düşünceler’ kitabının önsözünü yazan Jacques Julliard bunun bir yanılgı olduğunu savunur: “Sorel şiddet taraftarı olmayan, bireyci ve anarşist eğilimlere sahip ‘devletin yararı gereği’ düşüncesine ve araçlarına kesinkes düşman bir devrimciydi. Kendisi bu tavrını korudu; bu nedenle de onu faşizmin atasına dönüştürenlerin bu değiştirilemez gerçekle nasıl uzlaştıkları merak konusudur. Bildiğimiz kadarıyla, bireyin üstünlüğünü ilan eden, kendi arzusuyla ‘kapitalist yönetimin yok edilmesi’, devletin silinmesine ve ‘efendilerden arınmış’ bir işlikte ‘özgürce çalışan üreticilerin’ ortaya çıkmasını isteyen bir faşist yoktur.”

Reform politikalarına hiç inanmadı

Sorel değişime inanıyordu fakat bunun sosyal devletin reformu üzerinden yapılmasını imkânsız görürdü. Liberalizme ve parlamenter sosyalizme karşı olduğu gibi aydınlara karşı da mesafeli bir duruşu vardı. Çünkü fikirlerin ve düşüncelerin etkisiyle başarmak yani toplumsal bir değişim yaratılacağına inanmak ona göre pek olası değildir. Sorel mevcut düzeni değiştirmek, devrimi gerçekleştirmek için şiddet kullanmanın kaçınılmazlığına işaret eder. Bu yüzden de genel grevleri devrime giden siyasal bir güç olarak görür. Ama burada Sorel’in şiddet kelimesinden ne anladığı üzerine durmak gerekir. Sorel’in şiddet dediği şey kaba kuvvet değildir. Düşmanca duygularla yakıp yıkmak, kırıp dökmek meselesinden çok ideolojik bir anlam taşır. Kapitalist sistemde egemen sınıf güç kullanarak varlığını sürdürür. Proteryal şiddet ise egemen sınıfın tüm kurumlarına karşı bir tavırdır.

“Politik grevle ilgili araştırma, günümüzdeki sosyal sorunlar hakkında düşünürken her zaman akılda tutulması gereken ayrımı daha iyi anlamamızı sağlıyor. Otoritenin eylemlerinden bazen de ayaklanmalardan söz ederken güç ve şiddet terimleri kullanılıyor. Her iki durumun da çok farklı sonuçlara yol açtığı net bir biçimde görülüyor. Hiçbir belirsizliğe yol açmayacak bir terminoloji benimsemenin önemli avantajlar sağlayacağı ve ayaklanmalardan söz ederken şiddet sözcüğünün kullanılması gerektiği görüşüne katılıyorum; böylece gücün azınlığın yönettiği belli bir sosyal düzene sahip örgütlenmeyi benimsetmek amacı taşıdığım, şiddetin ise bu düzeni yok etmeye yeltendiğini söyleyebiliriz. Burjuvazi ‘gücü’ modern zamanların başından beri kullanırken, proletarya burjuvaziye ve Devlet’e şiddet aracılığıyla şimdi karşı çıkıyor.”

Değişim için ütopya değil mit gerekir

Onun için şiddet kitlelerin başkaldırmasındaki iradedir, inançtır, mevcut düzeni altüst edecek bir mittir. Bu yüzden mit ve ütopya ayrımı yapar ısrarla. Sorel, ütopistleri dünyada ciddi dönüşümler yaratamamakla eleştirir. Çünkü hayallerin ürünü olan ütopyalar tarihsel olarak reformlardan öteye geçememiştir. Oysa dönüşüm için radikal olmak esastır. Bu yüzden mit onun temel kavramlarından biri olur. Mit kavramını geleceği inşa edecek bir güç olarak görür:

“Günümüzde mitler insanları var olanı yok etmek için savaşa hazırlar, fakat ütopyacılık, düşüncelerin her zaman için, sistemi ufalayarak gerçekleşebilecek reformlara doğru yönlenmesine yol açtı; bu durumda, bu kadar çok ütopyacının politik bir yaşamla ilgili daha büyük deneyim edindikten sonra becerikli devlet adamlarına dönüşmesine şaşırmamak gerekir. Mit, temelde bir grubun inançlarına benzer, hareket dili anlamında bu inançların bir dışavurumudur. Tarihsel betimlemeler düzlemine uygulanabilmeleri için parçalara bölünmeleri gerekir, fakat bölünemez çürütülemezlerdir.”

Sorel yaşadığı süre boyunca doktrininin kendi içinde çelişkilerinden dolayı birçok eleştiri alsa da kimse onun mevcut düzeni değiştirme çabasının samimiyetini sorgulamaz. Temel olarak işçi hareketleri üzerinden değişime inanır ama zamanla işçi sınıfının temsilcileriyle de çatışır. Çünkü sendika temsilcileri daha somut beklentiler içindeyken Sorel, bu beklentilerin karşılanmasını amaçtan uzaklaşmak olarak görür. Ve öyle ki gün gelir, sendikalizmden umduğu gelişmelerin olmadığını da itiraf eder. Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki değişim umudu ve Rusya’daki Bolşeviklerin iktidara gelmesi onu biraz umutlandırsa da kısa süre sonra yine o istediği düzen gelmez onun için. Ama umudu vardır; zor olsa da, bir gün kurtuluş gününün geleceğine inanır.