Francis Guibal’in “sonsuz bir anlamlılık oyunu” başlattığını söylediği Jean-Luc Nancy bizlere hayli farklı bir komünizm tanımı veriyor...

Francis Guibal’in “sonsuz bir anlamlılık oyunu” başlattığını söylediği Jean-Luc Nancy bizlere hayli farklı bir komünizm tanımı veriyor. Nancy’e göre komünizm öncelikle bir ortaklık, komünallik hali. Tekil öznelerin bir arada oluşu. Tekillerin çoğulluğu. Tekil öznenin diğer tekillerle birlikte var olması. Ama burada söz konusu olan tözsel değil, radikal heterojenliğe dayalı bir ortaklık. Nancy’nin komünizmi düşkırıklığı yaratmış tarihsel sosyalizmlerin, tükenmiş sosyalist devletlerin, bunların dayandığı baskıcı bürokratik aygıtların dışında ve ötesinde. “Henüz var olmamış bir toplumun arkaik adı”. (Bu açıdan, Badiou’nun ‘ komünist hipotezi’ ile kıyaslanabilir).
 
İlk bakışta Nancy’nin komünizmi salt bir ontoloji sorunu olarak gördüğü ileri sürülebilir. Aslında yaklaşımı oldukça karmaşıktır. Ancak Heidegger’deki “ile” kavramı, Maurice Blanchot’nun “itiraf edilmeyen topluluk” nosyonuyla birlikte ele alındığında anlaşılabilir.
 
Blanchot, anılan denemesinde kaynaşmayan, birbirinden uzaklaşan bireylerin ortak varoluşlarından söz eder. Mayıs 68 böyle bir ortaklığın Paris sokaklarında hayat bulduğu tarihsel andır: “Önceden kabul edilmiş veya ümit edilmiş toplumsal biçimleri altüst eden bir şenlik gibi birdenbire ortaya çıkan mutlu bir karşılaşmada patlayıcı bir iletişimin ; sınıf, yaş, cinsiyet veya kültür ayrımı olmaksızın herkesin önüne ilk gelenle, özellikle tanıdık-meçhul olduğu için zaten sevilen biriymiş gibi ilişki kurmasını sağlayan “bir açıklıktır bu topluluk ve Nancy’nin savunduğu tekillerin çoğulluğu , işlemeyen topluluk ve komünizm düşüncelerine hayli benzer. (M. Blanchot, İtiraf Edilmeyen Cemaat, çev. I.Ergüden, Ayrıntı Yayınları, 1997, s. 44)
 
Blanchot bu itiraf edilmeyen ortaklığın , bu açıklığın bir parçasıydı. Derrida’nın sözleriyle, “Her zaman olduğu gibi, bütün varlığı, bedeni ve ruhuyla, kendini devrim olarak gösteren şeye aşırı ölçüde bağlanmış halde sokaktaydı. “(J. Derrida, Bütün Zamanların Tanığı, çev. D. Şikel, Monokl Blanchot özel sayısı içinde, 2007, s. 39)

Kurumsal, yasal otoriteye karşı olma ve kaynaşmadan birlikte varolma, tekil olarak kalma. 68 Ruhu buydu. Nancy şu eklemeyi yapar: Bir zamanlar Nietzsche bütün değerlerin yeniden değerlendirilmesi önermişti. Mayıs 68 bu çağrıyı tekrarlamış, edimsel hale getirmiştir. (Nancy, Demokrasinin Hakikati, çev.M.Erşen, Monokl Yayınları, 2010 s. 21).
 
Blanchot komüniteyi dil ve iletişim temelinde kavrar. Komünite halinde varoluşu belirleyen dil ve iletişimdir. Kaynaşmayan, ama birbirine yakın duran, bitişik olan özneler arasındaki iletişim. Onları birleştiren bir töz, birarada tutan gelenekler yoktur. Bu toplulukta dil liberal toplumda, piyasa demokrasisinde sahip olduğundan farklı bir işlev görür. Alış-verişin, satış sözleşmelerinin, ticari hesapların dili değildir bu. Edebiyatın , şiirin dilidir. Tekil öznelerin kendilerini ifade edebildikleri, seslerini duyurabildikleri politik topluluğu dil yaratır. Politik topluluğu kurumlar, kanunlar yaratmaz. Politik toplumdan söz edebilmek için bunlar yeterli değildir, hatta gerekli de değildir. Kafka bize bunu anlatır. Onun öykü ve romanlarında kanunlar, yargı ve infaz organları ve daha başka kurumlar vardır , ama iletişim yoktur. İnsanlar konuşmazlar, konuştuklarında birbirlerini anlamazlar.

Nancy, Heidegger’in felsefe diline “ile” sözcüğünü sokan, bir edattan felsefi kavram yaratan ilk filozof olduğunu belirtir ve kendi ontolojisini açıklamada “ile”den yararlanır. İle, onun radikal heterojenliğe dayalı toplum olarak komünizm anlayışını kavrayabilmek açısından büyük önem taşır. “İle olmak” herhangi bir ortak bir töze sahip olmaksızın ortak mevcudiyeti işaret eder. Yakın olmak ve bitişik durmaktır. Aynı zamanda, eşdeğerli olmamayı, farklılığı ve dışsallığı da ifade eder. (Nancy, Demokrasinin Hakikati, s. 73 vd.)
 
Nancy varolouşu başkası ile düşünür. Varolmak başkasıyla birlikte olmaktır Ancak, ben ile başka ilişkisi, özdeşliğe, eşdeğerliliğe indirgenemez. Tekil bireyler benzersiz oldukları için birbirleriyle kıyaslanamaz ve ölçüştürülemezler. Nancy, Pascal’ın “insan insanı sonsuzca aşar” sözünü hatırlatır. Tekil bireylerin tek ortak noktası budur: Kendini aşma, bütünsel insana doğru ilerleme kapasitesi.
 
Nancy , Heidegger’in “ile “kavramından yararlanmış olsa da onun cemaat düşüncesi Heidegger’inkinden oldukça farklıdır. Heidegger kapitalizmin, modern endüstri toplumunun yarattğı hesapçı ekonomik insana , kitle kültürüne, bu kültürün kişiliksizleştiren , sahiciliği ortadan kaldıran etkileri karşısında reaksiyoner bir tepkiyle köklere, ataların dünyasına, pastoral bir geçmişe ve tözü olan bir cemaate dönmeyi tek çözüm olarak görmüştü.Modern hayatın getirdiği ruhsal ve duygusal yoksullaşamaya, köksüzleşmeye karşı önerdiği çözüm atavistik olana dönüştü. Nancy’nin cemaati ise geçmişte değil, ufuktadır.

Nancy, liberal düzenin piyasa demokrasisini , bu soy demokrasinin dayandığı vekalet rejimini reddeder ; çünkü, siyasi temsil, temsili demokrasi bireyleri asimile eder, onları yüzdeye vurur. Temsili demokrasinin doğasında tekilliğe, tekil çoğulluğa aykırı bir şeyler vardır.
 
Rousseau Pascal’ın “insan insanı sonsuzca aşar” sözünü aşmanın, bütünlüğe doğru yol almanın siyasi iklimini ve koşulunu belirterek tamamlar: “Demokrasi insanı doğurur”. Ama yine de eksik kalan bir şey vardır. Bunun ne soy bir demokrasi olduğunu açıkça belirtmek Nancy’e kalır ve o bize demokrasinin “bir biçimde komünist de olması gerektiğini” söyler. (Nancy, Demokrasinin Hakikati, s. 33)