"Sizin konuşmanızdan ben, sadece hırsızın, katilin, yani suçlunun hakları olduğunu anladım. Hırsızın ne şerefi olabilir ki...

"Sizin konuşmanızdan ben, sadece hırsızın, katilin, yani suçlunun hakları olduğunu anladım. Hırsızın ne şerefi olabilir ki, "şerefsiz" dediğimiz zaman hakaret etmiş oluyoruz. Neden mağdurun hakları korunmuyor"?

Bu soru, Turgut Tarhanlı'ya soruldu. 12 Mayıs 2007 günü Tarhanlı, Ankara Barosu Felsefe Kulübü üçüncü dönem seminerlerinin konuğuydu. (Bugün saat 14'te Ahmet İnsel, aynı program çerçevesinde Ihlamur Sok. No 1, Kızılay adresindeki Ankara Barosu Eğitim Merke-zi'nde olacak) Sunumunun ardından, yanlış hatırlamıyorsam, hukukçu olmadığını söylemek ihtiyacı duyan bir hanımefendi, bizde adet olduğu üzere soru formatını kullanarak, Tarhanlı'nın tebliğine bu "katkı"yı yapmış oldu.

Bu tavırda ben, bir yırtıklık edası buldum.

Sorunun sahibi, sunumdan önce özgeçmişi dağıtıldığı için, konuşmacının kim olduğunu biliyor. Psikolog danışmana göre, sanığın haklarını bol keseden dağıtıp mağduru insan yerine koymayan bu "profesör"ün, Bosna Her-sek'te uluslararası hukukun ihlalinden sorumlu kişilerin yargılanması ile ilgili çalışmalara katılması bir şey ifade etmiyor. Tarhanlı'nın Helsinki Yurttaşlar Derneği'nin kurucularından olması, 1995 yılında, Uluslararası Af Örgü-tü'nün, Türkiye'de yeniden canlandırılması için yapılan girişimde kurucu yerel grupta yer alması da, belli ki psikologun umurunda değil. Kaldı ki bu bilgiler, başka hiçbir şeye gerek kalmaksızın bir husumetin kaynağı olabilirdi. Olmadığına şükretmek lazım herhalde. Ayrıca, bir "otorite"ye, bu kadar "saçma sapan" bir soru yöneltilebilmesine şaşıracak kadar "elit" olamadım. Dolayısıyla itirazımın ve yırtıklık diye nitelendirdiğim durumun, tabii ki bununla bir ilgisi yok. Ama kariyerinin önemli bir kısmını bu alanda yapmış bir biliminsanının karşısında, "kahrolsun insan hakları" hezeyanından farksız gürültüler çıkarmanın adı, yırtıklıktan başka ne olabilir?

Adil yargılanma hakkı başta olmak üzere sanık hakları, sadece ceza hukukunun değil, insan hakları hukukunun, kültürünün de demeliyiz, önemli bir parçasıdır. Ama tabii mağdur hakları gibi ruhumuzu okşayacak bir şemsiyenin altından konuşmaya başlayınca, insanlığın yüzlerce yıllık bu bilgi birikiminin yerine duygularımızı koymak daha kolay oluyor. Bütün vasatların yaptığı, budur.

Vasat, eskiden bizi, olsa olsa üzerdi. Şimdi sizi bilmem ama ben korkuyorum. Linç duygusuna bu kadar açık olanların, bu kadar yakınımda olması, beni korkutuyor.

Türk'üm demekten hiç gocunmadım. Dediğim için mutlu olduğumu hiç hatırlamıyorum. Öte yandan, mutsuzluğumu da doğrusu, Türk olduğumu söylemeye bağlamak hiç aklıma gelmedi. Fakat, "nüfusunun yüzde doksando-kuzu Türk ve müslüman" olan Türkiye'de, Türklüğün manevi şahsiyetini hapis korkusuyla korumanın, ironik bir anlamı olmalı. Yüzde doksandokuzun yüzde biri ayıplaması yetmiyor mu? Ayıplamak, bir hukuki yaptırım değil mi? Türklüğe hakaretin, ceza kanunun bir maddesi olmasını izahta zorlanırken, Türk'üm demek bile yetmiyor; bundan mutluluk duymam emrediliyor. Bir teklif olması gereken, nasıl oluyor da bu kadar kolayca tehdit olabiliyor? Mutlu olamadığım için, sürüm sürüm süründürmek istiyorlar beni. Bir fütursuzluk yok mu burada?

Oscar Wilde, "halkın, halk adına, halk tarafından ezilmesine demokrasi diyoruz" demişti. Halkım benim, biricik varlığım! Sorunlarını çözmek için Balgat'a, Söğütözü'ne adaylık başvurusu formları elinde koştururken görüyorum bu aralar seni. Sor bakalım onlara, Oscar Wilde'i tekzip etmek için neler yapmışlar? Yüzde on barajının altında kalanların temsil edilmemesi bir yana, o oyların üzerine başkaları oturuyor. Sonuçları bakımından o oyları çalmaktan ne farkı var bu sistemin? Ama lafa gelince, "bizden önce hükümet edenler neden kaldırmadı", diyorlar. Kimse bunlardan, karanlıkta bir başlarına esnerken ağızlarını kapatmalarını beklemiyor ama; böyle asansörde gaz çıkartıp da, bize görgü kurallarını hatırlatmak için, epey bir pişkin olmak lazım.

Artık, bu yırtıklar, fütursuzlar ve pişkinler, "demokrasi, bizce de, halkın halk adına, halk tarafından ezilmesidir" diyorlar. Anadolu'nun çocukluk günlerinde, usulen de olsa, demokrasi halkın egemenliğidir, denirdi.

Eskiden ellerini saklardı bunlar. Şimdi gerek görmüyorlar.