Bazen mutlu olmak için ne kadar az şey gerektiğini şaşırarak görüyor insan.

Bazen mutlu olmak için ne kadar az şey gerektiğini şaşırarak görüyor insan.
Ne para, ne mevki, ne dünyada olup bitenler, ne de arkadaşlar hatta!
Hiçbir şey!
Bir tutam doğa! Bir nebze sükunet! Bir yudum iç huzur!
Hepsi o kadar!
Hani “bahtiyar” olmanın en basit formülü olarak “toprak, güneş ve ben” misali…

*      *      *

İstanbul’a 2,5 saat mesafede bir adaya attık kendimizi.
Adanın gezilecek çok yeri ve bizim de çok planımız vardı.
Ama konaklamak için gittiğimiz küçücük bir koyda teslim bayrağını çekiverdik hemen.
İki Marmara’nın, ada ve denizin buluşma çizgisinde bir çuval gibi yığılıp kaldık tembel bir keyifle.
Belki o keyfin adı özlemdir; ne yaparsak yapalım hep uzağımızda kalan doğaya, sükunete, huzura karşı duyduğumuz.
Karşı uzaklarda bir yerde narin bir hızla batan güneşten denize, oradan da hüzünlü kızıl bir yolla kıyıya uzanan ışıltıların geçici tutsağıyız. Biliyoruz ki çok kısa sürüyor güneşin batış merasimi.
Sonra bu eşsiz güzellik de “yaşanmışlar” hanesindeki yerini alarak geçmişe karışacak.
Ve sıradanlıklar egemen olacak yine hayatımıza.
Günlük koşuşturmalar, kavga gürültü, toz duman…

*      *      *

Güneş hızla ufka yaklaşıyor.
Yakında perde inecek.
Referandum denilen berbat tiyatro sona erecek.
Ve ışıklar yandığında, kaç haftadır yara bere içinde kalan gövdemizi daha iyi görebileceğiz.
İki, ne ikisi, üç “hain grup” olarak finiş ipini göğüsleyeceğiz.
“Evetçiler”, “hayırcılar” ve “boykotçular” olarak…
Ne hayatımız değişecek, ne dünyamız!..

Devrim de olmayacak, demokrasi de gelmeyecek, kimse kimseye hak ettiği dersi de veremeyecek ve sanırım kimse ötekine karşı zafer de kazanamayacak…
Ama hepimiz yerlere serileceğiz.
Bitkin, yaralı, çamurlar içinde…

*      *      *

Kim çaldı ilk düdüğü? Neden çıktık bu yola?
Onca heyecan, hiddet, nefret ve kinin ortaya boşalması kimin senaryosuydu?
Nasıl da kapıldık hepimiz bu kötü tiyatroya!..
Ne kadar çok yalan söylendi! Ne kadar çok hakaret vardı! Ve ne kadar az saygı ile güven!..
Yıllardır yan yana duran insanlar, ne kadar canlarını yaktılar birbirlerinin.
Sanırsın ki tek bir farklı kelime ile değişecek bütün hayatımız.
Sanki sadece biz görüyoruz “tek doğru seçim”i…
Ve çevremizdeki herkes kör!..
Aklımız ve yüreğimizle çözüverdik her şeyi…
Demokrasi mücadelesini de…
Kürt sorununu da…
İktidar kavgasını da…

*      *      *
 
Birkaç gün sonra bitkin ve doyumsuz, çamurlu topraklarda yatıyor olacağız.
Tepemizde batmak üzere olan bir güneş bile bulunmayacak.
Farklılaşmayacak hayatımız, her üç cepheyi oluşturan “hain” grupların derin ve zeki teorilerine inat.
Ve lakin kendimizi acımasız bir raundun sonrasında hissedeceğiz. Kavga ateşimizin dumanını tüttüreceğiz tam da tatmin olamadan. Biraz boşaltmış olacağız olumsuz enerjimizi, ama rahatlayamayacağız bir türlü.
“Bir sonraki aşama!” diyeceğiz,her seferinde alelacele yeni amaçlarımızı sıralama alışkanlığımızla.
Ve bir daha yola koyulma telaşıyla neler kaybettiğimizin bilançosunu bile hakkıyla çıkaramayacağız.
Ne kadar eksildiğimizi göremeyeceğiz.
Tersine zararlarımızı “zorunlu yaralanma ve ayrışmalarla” haklı çıkaracağız “tarihsel bilincimiz”in turnusolunda.
Mindere çıkılacak konuyu, günü ve çıkış şeklini asla belirleyemeyecek gibi görünen çaresizliğimizi, keskin sözlerimizin arkasında, kendimizin bile anlayamayacağı bir ustalıkla gizleyeceğiz.

*      *      *

Güneş denize indi.
Havanın kararmasıyla birlikte denizin dalgaları seslerini yükseltti.
Dünyanın en güzel müziğinden de daha üstün bu notalar.
Ne televizyon, ne radyo, ne gazete!..
Dalgaların sesi yeter şimdi!
Bazen mutlu olmak için ne kadar az şey gerekiyor insana.
Ne para, ne mevki, ne dünyada olup bitenler, ne arkadaşlar hatta!
Ne de “tarihi referandum kavgası”ndan sağa sola sıçrayan çamurlar!
Bir tutam doğa! Bir nebze sükunet! Bir yudum iç huzur!
Hepsi o kadar!

Rusya, Azeri gazını ‘zararına’ aldı
 
Gürcistan’la bağları kopuk olan Rusya, bölgedeki temel askeri ve siyasi müttefiki Ermenistan ile stratejik ekonomik çıkarlarının yattığı Azerbaycan arasında usta manevralarla Güney Kafkasya’daki gücünü pekiştiriyor.

Devlet Başkanı Medvedev, Ermenistan ile Gümrü’de bulunan 102. Rus Askeri Üssü’nün faaliyet süresini 2044 yılına kadar uzattıktan iki hafta sonra, 2-3 Eylülde Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ile önemli anlaşmalara imza attı.

Moskova, Bakü ile hukuki olarak hâlâ savaş durumunda bulunan Erivan’la ilişkilerini geliştirmesini mazur göstermek üzere yaptığı yatıştırıcı açıklamaların dışında, 1996’dan bu yana görüşme masasında olan Rus-Azeri sınır anlaşmasını onayladı.
SSCB’nin dağılmasından sonra komşularıyla (Rusya, Gürcistan, İran, Ermenistan, Türkmenistan) sınırların belirlenmesi konusunda sıkıntılar yaşayan Azerbaycan, böylece ilk olarak Rusya ile üstelik kendi önerdiği taslak üzerinden bir anlaşma yaparak “kuzeyini garanti altına almış oldu”.

Ancak Aliyev-Medvedev zirvesinin en önemli gündemi bu değildi. 2009 Ekimi’nde yılda 500 milyon metreküpe kadar Azeri doğalgazını satın almak için beş yıllık anlaşma yapmış olan Gazprom, daha sonra söz konusu miktarın ikiye katlanmasının kararlaştırıldığını açıklamış, gerekirse Azerbaycan’ın verebileceği bütün gazı almaya hazır olduğunu ilan etmişti. Geçen hafta Bakü’de imzalanan yeni anlaşma ile Rusya’ya ihraç edilecek gaz miktarının 2011’de 2 milyar metreküp sınırına yükseleceği, 2012’de ise bu sınırın da aşılacağı belirtildi.

Bu durum, elindeki gazı satmakta zorluk çeken ve bu yüzden Batılı ülkelerle gerginlikler yaşayan Bakü için yılda 5 milyar dolar civarında bir gelir anlamına geliyor. Diğer yandan Rus projesi Güney Akım’ın rakibi olan Nabucco açısından kötü bir sürpriz oluyor.
 
Bu stratejik hamleyi yapan Gazprom açısından Bakü’de belirlenen gaz fiyatları hiç de kârlı görünmüyor. 75 dolarlık petrol fiyatı üzerinden bin metreküp gaza 245 dolar olarak saptanan fiyat, BDT içindeki en yüksek rakam (Rusya, Türkmen gazına 190, Kazak gazına ise 230 dolar ödüyor). Ancak Azeri gazı, Rusya’nın siyasi amaçlarına da cevap veriyor ve “10 milyar metreküplük Azeri gazına dayanarak” yola çıkmaya hazırlanan Nabucco’ya ciddi bir darbe indirilmiş oluyor.
ABD ve AB ile ciddi sorunlar yaşayan Azerbaycan, siyasi alanda en başta Rusya ve Türkiye arasında manevralar yaparak ilerlemeye çalışırken, Rusya da Ermenistan gibi Azerbaycan’ı da “stratejik ortağı” ilan ederek Karabağ krizi de dahil her alanda kendisi olmadan ilerlenemeyeceği mesajını yineliyor.

Bakan'a da ‘canım’ denir mi canım!
 
 
Geçen gün bir otel sahibi hanım, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Çelik’e telefonda “canım” dediği için paparayı yemiş.
 
Kadıncağız her ne kadar “Ben sevecen bir kadınım, herkese ‘canım’ derim. Bakan’a da ‘canım bakanım’ dediysem ne olmuş!” dese de, durumu kurtaramamış.
 
Farsça kökenli “can” kelimesi, doğrusu bir “hitap tarzı” olarak epeyce sündürülüyor. “Canım”, “hayatım”, “şekerim” yerli yersiz herkese yönelik kullanılırken bazen içtenlikten ziyade laubalilik sınırında dolaşıyor.
 
Onun için her şeyi yerli yerinde kullanmalıyız.
 
Mesela, mitingde “canım Bakanım’a canım feda!” diye haykırsanız tüm bakanlığın “can”ına minnettir!
 
Ama tartışırken “Canım bakanım, anlamıyorsunuz” dediniz mi, bambaşka!
 
“Canım vergilerimiz boşa gidiyor!” (ilk kelimenin ilk hecesini ‘ca:nım’ diye uzatarak) derseniz, o çok kötü!
 
“Can”ınıza tak eder de “Yok canım!” derseniz, o da meydan okuma anlamına gelir.
Elbette siz Bakan’la iyi ilişki kurmak için “can” atıyor olabilirsiniz.
 
Ama Bakan’ın yüzüne karşı “Hadi canım!” derseniz, “can”ınızı zor kurtarırsınız artık.
 
Ve gerçekten “can”ınızı acıtırlar.
 
Onun için siz siz olun, “can”ınıza susamadıysanız veya “can”ınızı sokakta bulmadıysanız, bakanlarla dikkatli konuşun!
Yoksa “can”ınıza okurlar evelallah!
Bizde bu işler böyle, “can”ına yandığımın…
Ve biliyorsunuz, “can” çıkmayınca huy çıkmaz!..