Aklı başında bir şeyler yazabilmek Türkiye’de pek mümkün olmuyor. Her olayın arkasından yapılan ‘Provokasyon’ uyarısı

Aklı başında bir şeyler yazabilmek Türkiye’de pek mümkün olmuyor. Her olayın arkasından yapılan ‘Provokasyon’ uyarısı ile devletin her olaya münferit yaftası yapıştırması arasındaki organik bağ insanı çileden çıkarıyor. Düşüncelerimizin üzerine konan devlet ipoteğinden kurtulmamız imkânsız gibi. Hayatlarımıza el koymayı kendisine görev edinmişlerin hoyratlığı her yerde kol geziyor. Bir zombiler ülkesi gibiyiz. Yaşayan ölüler çoğaltıldıkça sessizlik büyüyor ve yaşama dair doğan her ses büyümeden yitirilerek sessizliğe kurban ediliyor. Ne vahşetler, ne katliamlar. Hiçbiri acıtmıyor canımızı. Alıştırılmış, kabullendirilmiş, kanıksatılmış bir zulüm ahlakı ile yargılıyoruz artık tüm olup biteni. ‘İyi olmuş, hak etmişler’ vurdumduymazlığına hapsettiğimiz iç adaletimiz çoktan terk etti ruhlarımızı ama biz sanki o içimizdeymiş gibi yapmaktan hoşlanıyoruz. Tüm olup bitenlerden bu kadar haberdar olup, bu kadar habersizmiş gibi davranabilmek başka türlü nasıl olabilir ki? Bunca açlığın, bunca yoksulluğun, bunca adaletsizliğin yaşandığı bir ülkede, kımıldayan birkaç yaprağı kendisine düşman belleyen o toplumsal ruh hali başka türlü nasıl oluşmuş olabilir? Nazım’ın dilinin söylemeye varmadığı o gerçeklik hiç mi rahatsız etmez insan olanı? Bu ülkenin yaşayan kötü niyet elçilerinin her defasında ‘Provokasyon’ çığırtkanlığı ile uyanık tuttukları milli haysiyet(sizlik)ler bu kadar mı çiğ kabullenilinir? Bir parmak bal değil artık çalınan ağzımıza, kendilerinin yalayıp yuttuklarının artığını dayatıyorlar tüm topluma. Biz ise vaat edilen tüm özgürlüklerin, tüm öteki vaatler gibi birer üfürükten tayyare olduğunu bile bile binmeye çalışıyoruz üstüne. Kaç kez kandırıldık, kaç kez aldatıldık, kaç kez umutlarımız çalındı kim bilir. Hep münferit sayıldı acılarımız. İşkenceleri, cinayetleri, yargısız infazları hep münferit olaylar olarak geçirdiler kayıtlarına. Kartvizitinde ‘Hamili yakınımdır’ yazan bir korumacılıktı bu. Hepsini tanıyorlardı ve hepsi ‘iyi çocuklardı’. Resmi kayıtlara binlerce işkence mağduru münferit olaylar olarak geçti. Her yargısız infaz, her cinayet devlet katında münferit kaldı. Yaşanılan ve yaşatılan tüm acılarımız münferit dosyalara istiflenip tozlu raflara kaldırılarak iç edildi ve iç edilmeye devam ediyor.
Bugün ise daha sinsi bir politika izleniyor. En resmi ağızlar hak ve özgürlüklerden dem vururken, sokakta hakkını arayan, en demokratik tepkilerini dile getirmeye çalışanlar adeta paramparça ediliyor. Liseli öğrencileri polis çemberine alarak, körpe bedenleri postallarının altında ezme yarışına giren resmi güruh hangi demokratik açılımın bir parçasıdır siz karar verin. Çocukları annelerinin kollarından söküp alarak, yerlerde sürükleyip tartaklayarak vatan kurtardığını sanan resmi terör uygulayıcıları hangi açılımın parçasıdır? Copunu, gaz bombasını, yumruğunu, tekmesini fırsatını bulduğu her yerde insanların üzerinde uygulayanlar hangi özgürlük anlayışını temsil ediyorlar? Cezaevlerinde sessiz sedasız bir bir yok edilen siyasi mahkûmlar hangi adalet anlayışının ürünü? Sokaklara, meydanlara inen sol muhalefete şiddetin her türlüsünü uygulamaktan çekinmeyen ama söz konusu yandaş göstericiler olunca sütten çıkmış ak kaşığa dönen emniyet teşkilatı hangi anlayışın temsilcisi?
Belki de tüm bu yaşananlara verilecek en güzel örnek Polislerin çocuklarla birlikte uçurtma reklamıdır. Uçurtmaların ipini çocuklara bırakamayacak kadar korkuyor olmaları ne acı bir tablodur. Korkuyorlar özgürlüğü hatırlatan her şeyden. İşte bu yüzden onların dilinde bir devlet geyiğinden öte başka bir şey değil hak ve özgürlükler.
İşte bu yüzden Demokratikleşmeye dönük aldığı tam desteği, kendi sistemini oturtmak, kurumlaşmak, kadrolaşmak olarak kullanan siyasi iktidar için demokratikleşmenin bir anlamı ve önemi yoktur. Kendi siyasal kurumlaşması için bir araç olarak gördüğü süreç bu geyik muhabbeti ile tamamlanmıştır. Şiddetin dozunun hızla birden bire artmasının sebebi de budur. Önlerinde hiçbir engel kalmadı. Büyük bir umutla söylemlerini destekleyen herkes kullanıldı ve kenara atıldı. Devlet, uçurtmanın ipini sürekli verecekmiş gibi yaparak umutlandırmaktan başka bir şey yapmadı. Devletten, özgürce uçurabileceğiniz bir uçurtma yapmasını ister ve ipi de elinize vermesini beklerseniz asla uçurtmanın sahibi olamazsınız. Dahası her ipi elinize almak istediğinizde bir provokasyon çığırtkanlığı ile karşı karşıya kalabilir, ya da işkencenin münferit bir parçası haline gelebilirsiniz. En doğrusu kendi uçurtmalarımızı kendimizin yapması. Bir uçurtmamız olsun elimizde ama ne ipi olsun birilerinin elinde, ne de görülebilsin gökyüzünde.
Belki de böylece, bize ait olanı kimse bizden alamaz.