Kolumuzu arıyoruz, kopardıkları kolumuzu. Dozerle gelip aldılar hapishane duvarlarının arkasından. Gözümüzü arıyoruz, çıkardıkları gözümüzü

Kolumuzu arıyoruz, kopardıkları kolumuzu. Dozerle gelip aldılar hapishane duvarlarının arkasından. Gözümüzü arıyoruz, çıkardıkları gözümüzü. Gaz fişekleri, plastik mermilerle aldılar yüzlerimizden. Bedenlerimizi arıyoruz, parçaladıkları bedenlerimizi. Bombalarla, yüzlerce parçaya ayırarak tutuşturdular ellerimize. Hangisi, hangi bedene ait bilmiyoruz. Kayıplarımızı arıyoruz, kaybettikleri çocuklarımızı. Kimsesiz mezarların neresinde, hangi inşaat betonunda, hangi asit kuyusunda, hangi çukurun, hangi kışlanın bahçesinde bilmiyoruz. Toprağın altından çıkan her kemiğe “benim oğlumun, benim kızımın, babamın, annemin, abimin” diye sarılan o yürek boşluğu, o serzeniş, o ağıt, o umut parçası yakarışı, sızlatıyor faili belli yaralarımızı.

Bu devlette canımız kaldı, canlarımız…

Onlar için hâlâ soframızda ayrılmış bir kap yemek var. O akan gözyaşı, yok ediyor insanı. Kırılmış bir yürek, taşıyamaz ki bir daha sarılamadığını. Gez, göz, arpacık, hedef alt orta noktasında yığdılar Berkin’i bir duvarın önüne. Toprağa değil, canımıza sızdı kan. Kenar mahalleli bir duvarda artık onun da adı.

Ceylan’ı, bir top mermisinin tahmini hedef eğlencesinde yok ettiler. Dağ çiçeklerine kan düşürdüler. Yoksul bir Kürt kızı, bir çocuk. Ankara lastiği miydi ayağındaki, yoksa tokalı bir naylon ayakkabı mı? Bilmiyorum, bilmiyoruz. Değer görmemiş olay yeri incelemeyi büyük savcı. Bir cami imamına vermişler işi. Ceylan’ın, insanın içine oturan o kocaman bakışı, topu topu bir karelik hayat parçası.

13 kurşunu, on iki yaşında bir çocuk bedenine sığdırdılar. Uğur Kaymaz’ın o kalın çizgili kazağı, kırmızı süveteri ve kara gözlü bakışlı vesikalık resmi, utanç müzesinde şimdi. Kendisi değil, delik deşik edilmiş izleri geziyor şehirleri. Amcaların, dayıların, ablaların, abilerin, ziyaretçi bakışları arasında, ıslak bir mendile sığıyor nefesi.

Sene doksan iki, aylardan Kasım. Panzerin altında bir küçük kız çocuğu Sevcan. Gecekondu mahallesini kuşatan panzerler, homurdayarak geçmiş üzerinden. Armutlu ’da, “Yedi yaşında kalmış Sevcan” Şimdi yaşasaydı, yirmi iki yaşında genç bir kız olacaktı. Ali İsmail ile aynı yaşlarda yani.

Ali İsmail Korkmaz, on dokuzunda kaldı o da. Elbirliği ile kıydılar onun da canına. Döve döve öldürdüler. Hayata bu kadar güzel gülümseyen ve dokunan başka birini gördünüz mü siz? Ben görmedim. Yaşından büyük bir farkındalıkla, engellilerden, çocuklara, yaşlılara kadar uzanan o eli, büyülü bakışları ve tebessümü, öyle asılı kaldı içimizde.

Meclis’ten “üzülmüyor musunuz” diyen o sese yükselen “Hayırr” yok mu, onu da not edin bir kenara. Büyükçe yazın. Çünkü onlar “seçilmiş” katiller. Öldürenleri ceplerinde, sırtlarında taşıyorlar.

Rojava’lı Ciwan Behçet’i, sınırdan geçerken yakaladı askerler. Döve döve öldürüp, tel örgülerin arkasına attılar. Bir göçmenin canı nedir ki? Kim düşer ki bir garibin öldürülmesinin peşine? “Bölge, savaş, katliam” haberleri arasında eriyip gitti ismi. Tıpkı diğerleri gibi…

Suriyeli göçmen çocuk Ali Özdemir’i de tel örgülerin arkasında vurdular. Yaralandı, yere düşen göçmenliğinde yeniden doğruldu. Bu sefer alnından vurdular. İki gözünü kaybetti.

Duyuyor musunuz? Canımız, canlarımız kaldı devlette.

Kaybettiklerimizin üstünde tepiniyor hala dilleri. Kelimeleri, cümleleri insanlığımıza çemkiriyor.

Kolumuzun, gözümüzün, parçalanmış bedenlerimizin ve yok ettikleri çocuklarımızın, gençlerimizin üzerlerine basa basa tırmanıyorlar insafsız dünyalarına. Pişkinliklerini, iktidar pazarına sunup, alıcılarının ayaklarına kapanıp, torbaya girmek için satıyorlar kendilerini. Sonra, sahiplerince tutulup enselerinden, üzerimize salınıyorlar. Zengin mutfağı bekçiliğinde pek çok hünerliler. Yap-boz kişilikleri ile her dönemin iti onlar.

Tarihin en bilindik kanı var betonların üzerinde. Ezilenlerin, yoksulların, itiraz edenlerin ve aydın onuru için dik duranların cansız bedeni. İşte Hrant, Mumcu, Anter, Üçok, T.Dursun ve onlarcası, hâlâ duruyor katledildikleri yerde.

Bilin ki;

Tebeşirle çizilmiş o son siluetimiz, çıkaracak gerçekleri sakladığınız yerden.

Bizden zorla aldıklarınızı geri almadan, düşmeyecek bizim de elimiz yakalarınızdan.