Sercan Meriç

sercanmeric@birgun.net

Güneş Demir “Müzikle siyaset ilişkisi şu anda daha rahat kabul ediliyor. Türkiye’nin çarpık politikleşme süreci içinde olduğunu biliyoruz, bir anlamda yaygın bir politikleşme hali de mevcut” diyor.

Dik durmalı ve umut aşılamalıyız

Türkiye’nin ilk sivil itaatsizlik eylemi olarak kayıtlara geçen 555K parolalı direniş usta şair Cemal Süreya’nın dizelerinde tarihe kazınmıştı. Ozan Çoban ve Güneş Demir, bu şiiri besteleyerek bir anlamda direnişin müziğini üretti. Biz de bu şarkıyı ve Türkiye’deki politik muhtevalı müziğin ana hatlarını ikiliyle konuştuk.

Cemal Süreya’nın Türkiye’nin ilk sivil itaatsizlik eylemini anlattığı 555K şiirini bestelediniz. Nasıl ortaya çıktı bu beste?
Güneş Demir: Epey bir zamanı var bu bestenin. Yapmamız zaman aldı. Ancak zaman içinde biraz daha geliştirdik. Şiiri bir arkadaşımız önerdi. Bizler o dönemlerde politik bir muhteva taşıyan bir şiir arıyorduk. Şiirin gücü bizi hemen etkiledi. Hikâyesine tekrar baktığımızda, dediğin gibi ilk sivil itaatsizlik eylemi, bazılarına göre ilk korsan eylem olarak da adlandırılıyor. İlk sokak eylemi pratiği olarak da anılıyor. Çünkü öncesinde daha çok üniversite amfisinde basın açıklamaları şeklinde gerçekleşen bir eylem süreci sokakla tanışmış oldu. Etkili bir an. Bu nedenle onu bestelemek bizim için önemli ve güzeldi. O dönem her açıdan çok çarpıcı. Yüksek kademe akademisyenlerin de doğrudan katılması, öğrencileri koruması çok gördüğümüz bir profil değil. 

Ozan Çoban: Besteyi yaptığımız dönemde siyasetin bu kadar sandığa endeksli olacağını düşünmemiştik. Biz Gezi Direnişi’nden önce besteyi yapmıştık. 2011-2012 yılında yapmıştık. O dönemlerde sokak hareketleri çok yüksekti. Geldiğimiz dönemde bunu da hatırlatmayı düşündük. Politik bir bestemiz var, Cemal Süreya’mız var, 555K’miz var. Türkiye’de siyasetin hapsedilmeye çalışıldığı, sandığa endekslenmeye çalışıldığı bir dönemdeyiz. 555K hatırlansın istedik. Muazzam bir dönüşüme yol açan bir eylem. Gerçekten 555K’yi okuduğunuzda şunu görüyorsunuz: Evet, durum kötü olabilir, ama durumun tam tersine dönmesi için her zaman tek bir kıvılcım yetebilir. 

Direnişlerin kendi müzikleri, şiirleri tarihin her döneminde oluyor. Direnişin müziği dediğimizde sizin için ne anlam ifade ediyor? 
G. D.: Müzikle siyaset ilişkisi şu anda daha rahat kabul ediliyor. Türkiye'nin çarpık politikleşme süreci içinde olduğunu biliyoruz, bir anlamda yaygın bir politikleşme hali de mevcut. 2000’li yıllarda daha tartışmalı bir konu olduğunu hatırlıyorum bunun. Uygun olup olmadığı konusunda birçok argüman vardı. Halbuki tarihine baktığımızda, yüksek müzik denilen klasik müzik ve halk müziği gibi popüler müziklerde siyasal taleplerin her zaman yansıtıldığını görüyoruz. Örnek vermek gerekirse Beethoven’ın 9. Senfonisi'nin bölümlerinden birisi Fransız Devrimi sonrasında yükselen özlemleri anlatır, kardeşliğe çağırır ve o dönemin analojisini net bir şekilde ifade eder. Halk müziğindeki politik talepler de ortada. Bizim tarihimize baktığımızda, çeşitli ozanların şarkılarıyla bunları zaten öğreniyoruz. Dolayısıyla güçlü bir toplumsal duyguyu sanat diliyle ifade etmek oldukça doğal bir şeydir. Elbette bu sürecin belli sorunları olmuştur. Sanatın, politik taleplerle bir araya gelmesi, belli tuzaklara ve kalıplara düşmeden gücünü koruyabilmesi konusunda tartışmalar yapılmıştır. İyi ve kötü örnekler vardır tarihimizde. Biz, bu örneklerden feyz alıyoruz. 

Nasıl bir estetik üslup tutturmaya çalışıyorsunuz?
O. Ç.: Biz, sadece eskiden yapılanı yapmıyoruz. Eskide olan sanatsal yaratıyı bugüne güncellemeye çalışıyoruz. Ruhi Su, Grup Yorum, Ezginin Günlüğü’nün ilk çıktığı zamanlar…

G. D.: Üzerine inşa edebileceğimiz bir ekol bu. Bu ekol isim bulamadı kendisine. Özgün müzik veya çağdaş halk müziği gibi terimler kullanılır, ancak kapsayıcı bir isim ortaya çıkmamıştır. Türkiye'de halk hareketiyle bağı olan politik müziğin popüler anlamda ortaya çıkması 1970’leri bekledi. 12 Eylül darbesi de bir kırılma noktası oldu. Bazı müzik ekolleri keskin bir şekilde dönüşüm geçirdi. Örneğin Anadolu rock birden koptu. Bu da adını taşıyacak bir isimle var olabilmesini engellemiştir. Sosyopolitik ve ekonomik olarak bize benzer bazı Amerika ülkelerinde, Yunanistan'da veya Lübnan'da benzer hikâyeler vardır. Oradaki müzik akımları kendilerini daha erken tanımlayabildiler. Bu bizim için biraz zorlayıcı oluyor. 

O. Ç.: Sound olarak tutarlılığı yok. Ancak politik olarak tutarlı bir tarafı var. Duygu olarak ortaklaştığımız noktalar var. Biz, yenilgi psikolojisinde olan hikâyelere mesafeli yaklaşıyoruz. 

Sizin müziğinizde şenlikli bir hava da var…
O. Ç.: Coşkuyu seviyoruz. Karamsarlığa düşmek veya karamsarlık yaratmak bizim için uygun değil. En azından bizim sevdiğimiz aydın, yazar ve sanatçılardan çok gördüğümüz bir şey değil. Nâzım Hikmet'in neredeyse tüm şiirleri hapishanede yazılmıştır, ancak muhteşem bir şekilde umut verir. Önemli olan bu konuda bir duygudaşlık bağı kurmamız. 

G. D.: Bu coşkulu potansiyel Türkiye'deki politik müzikte var aslında. Ancak bizim yetiştiğimiz yıllarda, örneğin ‘90'lar ve 2000'lerde biraz zorluklar yaşandı. Türkiye'nin o döneminde, özellikle ‘80'lerin dağılma hissiyatını yaratan bir karamsarlık belki vardı. Müzikal yapılarımızda, bu duyguyu daha kapsamlı bir şekilde, coşkulu ve sevecen duyguları da içerisine katarak ön plana çıkarmaya çalışıyoruz. 

Şiirle müzik arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz? 
O. Ç.: Zor bir şey. Aslında, olabildiğinde ne kadar güzel bir şey olduğunu gördüğümüz bir durum. Son dönemde bunu görmekte biraz zorluk yaşıyoruz. Belki de bu konuda telif hakları tartışmasını da açabiliriz. Şiir bestelemek, aynı zamanda telif sorununu çözmek demek. Bu da ekonomik bir güç demek. Şiir beslemeyi seviyoruz, büyük şairlerimizi de seviyoruz. Piyasa kriterlerine benzer bir yaklaşım var ve bu, şiirle müziği birleştirerek üretim yapmayı da kısıtlayan bir durum olmuş. Keşke her zaman şiir besteleyebilsek. Üstesinden gelebiliyoruz, ama tabii bu cesaret gerektiren bir durum. 

Peki kişisel olarak müzikle kurduğunuz bağ nedir?
G. D.: Bahsettiğimiz politik muhtevalı müzik ekolü olarak Türkiye'deki müzik ekolünün geliştirilmeye değer bir müzik ekolü olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca, henüz yeterince keşfedilmemiş potansiyellere sahip olduğunu da düşünüyoruz. Şarkı formunu aşan, progresif müzik olarak tabir edebileceğimiz biçimlerde çalışmalar yapmak da bizi motive ediyor. 

O. Ç.: 10 yaşından beri müzikle ilgileniyorum. Müzik gerçekten çok güçlü bir şey. Bu yüzden belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz dönemdeyiz. İnsanların moral anlamında buna ihtiyacı var. Sanatçıların daha dik durmaları ve insanlara umut aşılamaları gerekiyor, çünkü müzik buna müsait. Biz de yılgınlığa düşersek, gerçekten başka bir şeyden bahsederiz. Ancak Nâzım hiçbir zaman yılgınlığa düşmemiş biri oldu.