Kaldığımız yeren devam edelim; Laiklik açışında doğru tutum olmayan bu utangaç, popülist ve pragmatist siyaset tarzı, özellikle dini kullanan sağcı, İslamcı ve milliyetçi partileri meşrulaştırmaya yarıyordu. Toplumsal kutuplaştırılmanın sürdürülmesinden ve sınıfsal yaklaşımın da üstünü örten yanı görülmemekteydi. Oysa demokrasi ve laikliğe dayalı sınıf siyasetinin aynı zamanda inanç ve kültürel kimlik haklarının, eşit yurttaşlık ve eşit haklar zemininde özgürlüğünü içerdiğini ifade edemediler.

Laik siyaseti savunmak bir dinsizlik ya da dinsizleştirme anlamı taşımaz. Tam aksine, dini olanı, vicdani olan inancı, inanan insanla ve inanmayan insanı özgürleştirmektir.

Laik siyaset bir din karşıtlığı ya da din düşmanlığı değildir. Din istismarını önlediği gibi, inanan insanların dincilik üzerinden istismarına karşı hukuksal bir güvencedir. Her dinsel, etnik ve kültürel kimliğin evrensel hukuk çerçevesinden eşit yurttaşlığını ve özgürlüğünü savunmaktır.

Siyasi partiler, siyaset alanını din istismarı, dini siyasete, siyaseti dine alet ederek oy kazanmak yerine, inanan ve inanmayan tüm toplumsal kesimlerin, inanç özgürlüğünü garanti etmesi, din istismarını önlemesi, farklı inançlara yönelik ayrımcılık, nefret söylemi ve eşit haklar talebi konusunda siyasi, demokratik ve hukuksal çözüm önermek ve bunu savunmak daha doğru bir tutumdur.

Solun gerçek anlamda laik, demokratik ve sınıf siyasetindeki kafa karışıklığı, dinin siyaseti, siyasetin de dini karşılıklı kullanması sonucu, din uhrevi ve vicdani alandan çıkarılıp, devletin ve siyasetin ideolojisi haline sokulmasına engel olamamıştır.

Oy uğruna laik siyasetten taviz verilmeseydi, dinci siyaseti “laiklik” adına taklit edilmeseydi, laik, demokratik ve insan haklarına dayalı bir hukuk devletinde yeri olmayan, Diyanet İşleri Başkanlığı, yüzbinleri aşan din bürokrasisi, dinin kamu bütçesiyle finansmanı, dindar nesil yetiştiren mezhepçi din okulları, din müfredatları ve zorunlu din dersleri olmazdı.

Her inanç grubunun kendini tanımlama, kendi inancını öğrenme hakkı ve özgürlüğü devlet ve siyaset kurumları tarafından gasp edilmezdi.

Laiklik, demokrasi ve hukuk dışı siyasal dincilik, inananları mağdur ettiği gibi, dinci iktidarın merkezine gelen dincilik, farklı inançları ve inanmayanları mağdur eden konuma da gelmezdi.

Laiklik, farklı kültürel kimliklere sahip toplumsal kesimleri, bireysel olarak vatandaşlık ve yurttaşlık hakkı üzerinden yan yana getirirken, dine dayalı siyaset, eşit yurttaşlık hakkını, teba ya da ümmetleştirme stratejisiyle, toplumsal kutuplaşma ve bölünmeyi üretiyor.

Dine dayalı siyasetin bir başka manipülasyon özelliği de vardır. Özellikle bizim gibi işsizliğin, yoksulluğun, sosyal adaletsizliğin, hukuksuzluğun, gelir dağılımda adaletsizliğin, enflasyon, pahalılık, toplumsal kutuplaşma, kadınlara yönelik cinsel şiddet, sağlık ve eğitim sistemi gibi sorunların arttığı ülkelerde, dine dayalı siyaset, gerçek dünyevi ve toplumsal sorunları manipüle eden, dinci popülist söylem üzerinden halkla iletişim kurar. Uhrevi uyutma ve uyuşturma retoriğine sığınır. Laik ve demokratik eksende sorunlara çözüm öneren siyasi perspektif geliştirmez.

Yani kriz dönemleri ve toplumsal sorunların arttığı dönemler, dine, milliyetçiliğe ve ırkçılığa dayalı siyasetin, dinci argümanlara ve din istismarına sığındığı dönemlerdir.

Dincilik üzerinden toplumsallaşan siyaset, kendi tabanına ve seçmene karşı dinci/İslamcı retorikle kontrol etmeye mahküm etmeye başlar.