Dini ve inanç temelli topluluklar elbette siyaset alanına, siyasi iktidara, yaşadıkları sorunlarını taşıyacak ve taleplerini dile getirmelidir. İnanç özgürlüğünün engelleyici uygulamalara itiraz hakkı için siyasete ve hükümete yaptırım gücünü kullanmalıdır.

Her türlü ayrımcılıkla mücadele edilmesi, inançlarından dolayı nefret söylemine maruz kalanlar, katliamların hedefine konulanlar, elbette sorunun çözüm alanı olarak siyaseti ve hukukun alanına görüşlerini iletme hakkına sahiptir. Bu hak temel insan haklarının ve inanç özgürlüğün güvencesi olan laiklik gereğidir.

Dini ve inanç grupları bu nedenle düşünce, ifade ve inanç özgürlüğü, hukukun üstünlüğü ile bireysel özgürlük ve bağımsız sivil yaşam alanı olarak kullanma hakkına sahiptir. Fakat dinin siyasal parti çatısı altında örgütlenmesi, siyasetin din istismarı ve sömürüsüne yol vermesi, esasen dinin özel alanına da müdahaleyi beraber getirir.

Laiklik, katılımcı ve çoğulcu demokrasinin gerçek anlamda uygulandığı ve kurumsallaştığı toplumlarda, ister inançlı, ister inançsız insanlar ya da örgütlü toplulukları aracılığıyla siyasi alana ve siyasi iktidara talepleri iletip ve çözüm konusunda önerilerini sunabilirler. Bu dini ve inanç gruplarının aynı zamanda baskı grupları olarak, kamusal yaşama yurttaş kimliği ile katılma imkanı veren siyasi hakkıdır.

Ama siyasetin dini hayatı belirme, dini olanında siyasi parti gibi iktidar yoluyla devletleşmesini, halkın yeryüzündeki egemenlik hakkını, tanrıya teslim edilmesini, tüm toplumsal çeşitliğin ortak kamu düzenini, hukuksal, ekonomik, sosyal olarak dini referanslara göre düzenlenmesini talep etmelidir.

Siyasi partilerin ve dini grupların, hiç bir koşulda çoğulcu toplum düzenini, laiklik, demokrasi, evrensel hukuk, sosyal devlet anlayışınının olmazsa olmaz ilkesi olan “eşit yurttaşlık ve eşit haklar” ilkesini sarsacak etnik ve dini temelli üzerine kurulamayacağına dair, laik zeminde yurttaşlık hakkı üzerinden buluşması gibi evrensel kabul ile hareket etmelidir.,

Laiklik demokrasinin olmazsa olmaz ve vazgeçilmez ilkelerinden biridir. Toplumsal çeşitliliğin, farklılıkların eşit haklarla barış içinde bir arada ve eşit yurttaş olarak özgürce yaşayabilmesinin garantisi ve gücencesi laikliktir. Adalet ve demokratik yaşamdır. Ancan demokratik ve laik rejimlerde halkın tavrı, sözü ve iradesi siyasetin öznesidir.

Halkın sözü, tavrı ve iradesi yerine, siyaset ve devlet, tüm toplumsal kesimlere din ve etnik kimlik üzerinden seslenirse, o rejimde toplumsal barış, demokratikleşme ve laiklik gelişmez.

Çünkü siyaset ya da dincilik adına istismar edilen dini kullanarak, halka seslenir. Siyasetin olmazsa olmaz ilkesi olan, söz, yetki ve karar alma süreçlerinden halkın sözüne, düşüncesine ve iradesine dinsel vesayet hükmeden aktör haline gelir. Böylesi bir rejim ise “demokratik ve laik rejim” olarak tanımlanamaz.

Dine dayalı siyaset, demokratikleşmenin ve laikliğin çöküşünü hazırlar.

Özellikle 1947’lerden itibaren Türkiye’deki, din ve siyaset arasındaki ilişki bu çöküşün tarihidir. Demokrat Parti’nin tarikatlarla siyasi işbirliği, 12 Eylül 1980 darbesinin din istismarıyla ve dini araçsallaştırarak sola karşı kyım başlatması, rejimin ideolojisini ‘’Türk – İslam Sentezi’’ üzerinden inşa etmesi, din, devlet ile siyaset arasındaki ilişkinin, Türkiye’de demokratikleşmenin ve laikleşme talebini yok etme üzerine kurulmuştur.

15 Temmuz 2016’da FETÖ darbe girişimi “gökten zembille inmedi”. Laiklik karşıtı, siyasal İslamcı siyasetin ürünüdür. ‘’Türk – İslam sentezi’’ laikliğe karşı ideolojin adıdır. Sadece demokratikleşme ve laiklik talebinin canına okumamıştır. Aynı zamanda Maraş, Çorum ve Sivas gibi bir çok katliama zemin hazırlamıştır.

28 Şubat süreci, laiklikle hiç bir alakası olmayan, dinin daha da siyasallaşmasına yol açan bir darbeydi.

AKP iktidarı dönemi ise, laiklik tartışmalarının tümüyle tabulaştırıldığı, ‘’dindar bir gençlik’’ yetiştirmenin hedeflediği, eğitim, eğitim kurumlarının ve kadrolarının giderek din/mezhep ekseninde kurumsallaştığı dönemdir.

Diyanet İşleri Başkanlığı, AKP dönemde, yetki alanları, görev tanımları, bütçesi ve kadrosu devasa şekilde artırılmış. Cemaatler ve Tarikatlar kamu kurumlarında daha etkin hale gelmeye başlamıştır. Diyanet camiden, eğitime, aileden, gençliğe, sağlıktan sosyal hizmetlere kadar, siyasetin en önemli aktöre haline gelmiştir.

Dinin siyasete, siyasetin dine müdahalesi, karşılıklı çıkar ilişkileri sonucu, develetin kamusal hizmetlerininde ve siyasal alanda dini söylemin yaygınlaşması, yoğunlaşması ve ilerlemesi bir tesadüf değil, laik ve demokratik siyaset ilkelerinin çökmesiyle bağlantılıdır.

Siyasetin ve devletin dinselleştirilmesi, dine dayalı siyasal gericiliğin karşısında konulacak tek şey vardır; Toplumsal çeşitliliğin ve farklılıkların barış içinde, eşit koşullarda, eşit hak ve yurttaş olarak bir arada yaşamasının tek güvencesi, laiklik ve demokrasidir.

Dolaysıyla siyasetin en başat sorunu, çoğulculuğun barış içinde yaşamsı olan laiklik ve demokrasi, eşitliğin ve özgürlüğün temelini inşa eder.

Cevap arayan soru kısa ve nettir; toplumsal uzlaşmanın ve barışın anahtarı olan laiklik ve demokrasi mi, yoksa toplumsal kutuplaşmanın kaynağı olan dine dayalı siyaset mi?

Ötekisiz Türkiye için sizce hangisi doğrudur?

Tercih sizin…