Birkaç gün önce Oxfam’ın dünya ahvali ile ilgili raporu yayınlandı. Dünya Ekonomik Forumu’nun (DEF) Davos’taki toplantısına gidilirken yayınlanan rapor dünya nimetlerinin nasıl paylaşıldığı konusunda epeyce dehşet verici gerçeği ortaya koyduğundan, Türkiye’nin bitmeyen konuları ve tartışmalarının arasına bir kaç gün için de olsa dünyada birilerinin nasıl daha da zenginleştiğine dair konular girdi… Dünyadaki en zengin 26 […]

Birkaç gün önce Oxfam’ın dünya ahvali ile ilgili raporu yayınlandı. Dünya Ekonomik Forumu’nun (DEF) Davos’taki toplantısına gidilirken yayınlanan rapor dünya nimetlerinin nasıl paylaşıldığı konusunda epeyce dehşet verici gerçeği ortaya koyduğundan, Türkiye’nin bitmeyen konuları ve tartışmalarının arasına bir kaç gün için de olsa dünyada birilerinin nasıl daha da zenginleştiğine dair konular girdi…

Dünyadaki en zengin 26 milyarderin servetinin dünyanın en yoksul yüzde 50’sinin, sayıyla söylersek 3,8 milyar insanın toplam varlığı kadar olması gibi!…

Kuşkusuz, dünya ahvalindeki bu gidişin kapitalizmin küreselleşmesine dayalı olduğu ve süreç devam ettikçe zenginin daha zengin olmaya devam edeceği biliniyor. Bundan önce de birçok uluslararası kuruluş küresel ahvali ortaya koyan raporlar yayınladı. 90’lı yıllara kadar dayanan bu araştırma ve raporlar, bir yandan küreselleşen piyasanın zengin ve yoksul ülkeler arasında büyüyen gelir uçurumuna dikkat çekerken, öte yandan neo-liberal politikalar sonucu yeniden yapılanmaya giden ulus devletlerin sosyal sorunlar karşısındaki aczini ortaya koymaktaydı.

Sonuç olarak konu yeni değil…

Yine de Oxfam’ın “Public Good or Private Wealth?” başlıklı raporundaki rakamlardan dehşete kapılmamak zor. En dikkat çekici yanı da, ekonomik büyüme sürse veya yavaşlasa, krizler ortaya çıksa ve ülkelerle insanları harap etse de milyarderlerin servetine bir şey olmadığı, aksine arttığı gerçeği!… Örneğin 2008 krizinden sonra geçen 10 yılda milyarderlerin sayısı ikiye katlanmış; son bir yıl içinde iki günde bir yeni bir milyarder ortaya çıkmış; 2017’den 2018’ e uzanan bu son yılda milyarderlerin serveti toplamda 900 milyar, yani her gün 2,5 milyar artmış… Sonuç olarak 2017’de dünyanın yoksul yarısının varlığı kadar servete sahip olan milyarder sayısı 43 iken 2018’de 26 milyarderin serveti bu varlığa erişmiş.

Konuşulacak veri çok ama bu tablodan çıkan bazı sonuçlar var ki önemli… En başta da, demokrasi denilen ve halkın kendini yönetme hakkına anlatan aracın halkalara hizmet etmediği başka nasıl ortaya konulur diye sormak gerekmekte!…

Demokrasinin neye, kime yaradığı konusu da çok tartışılır bir konu, girmeyeceğim. Ancak demokrasiden haklardan, özgürlüklerden söz edilen bu dönemde birçok ülkede popülist ve sağ iktidarların revaçta olduğu gerçeğini konuşmak kaçınılmaz.

Bu demektir ki, demokrasi, halkların sosyo-ekonomik koşul ve ihtiyaçlarını bir yana bırakmış, kimlikti, dindi, mezhepti gibi farklılıklar üzerinden oynanan bir oyuna dönerek sağ iktidarlara payanda olmakta. Sağ ve popülist iktidarların, küresel sisteme dokunamadıklarından, farklılık ve düşmanlıkları körüklemek, hamasi duygularla oynamaktan başka çareleri yok. Böylece iktidarlarını sürdürüyorlar ama sürüp giden de yalnız onların iktidarı değil, aynı zamanda bu eşitsiz ve adaletsiz dünya!…

Bu tiyatroya birçok ülkede karşı çıkan kitleler olduğu da görülüyor; ne var ki, bu kitleleri temsil etmek cesareti ve basiretini gösteren siyasal partiler ortada olmadığından toplumsal hareketlerin sönümlenmesi önlenememekte.

Konu uzun; yerim dar… Kısaca bir şey söylemek gerekirse, sosyalist solun bunca dağınıklık ve zayıflığına karşın demokrasiyi kullanmak bir yana, bir araç olarak hakkını vermekten bile uzak olduğunu söylemek gerekiyor. Sosyal demokrat partiler ise çoktan neo-liberal politikalara ram olmuş, hatta sağın popülizmini nasıl kullanırız derdine düşmüş durumdalar.

Oysa özellikle demokratik solun siyasal parti olarak ortaya çıkışı ve iddiaları düşünülürse, böyle yapmakla kendi kuyularını kazdıklarını görmeleri gerek. Demokratik solun varlığı, siyaseti ve demokrasiyi bu popülist çizgiden çıkarıp sosyo-ekonomik gerçekliklere ve bunları değiştirmeye yönelik bir “siyasal ekonomi” vaadi üzerine oturtmaktan geçmekte.

Geçmişte böyle yükseldiler; bugün de başarıları buna bağlı…