Prof. Haluk Şahin bir yazısında TRT'nin dünyanın hemen her yerine sesini duyurma kapasitesine işaret edip, önemli olanın bu araç üzerinden dünyaya "ne söylendiği" olduğunu anlatmıştı.

Prof. Haluk Şahin bir yazısında TRT'nin dünyanın hemen her yerine sesini
duyurma kapasitesine işaret edip, önemli olanın bu araç üzerinden dünyaya "ne söylendiği" olduğunu anlatmıştı. Gerçekten de, dünyanın her yerine seslenme olanağına sahipken, bu olanağı Anglo-Sakson dünyasının pop-kültür ürünlerini yansıtmak ya da kimsenin dönüp bakmayacağı kalite(sizlik)de yerli(!) ürünleri yayınlamak için kullanıyorsanız, ne doğru dürüst izlenir ne de sizi izleyenler üzerinde özgün bir iz bırakabilirsiniz.
El Cezire bir haber kanalı olarak dünyanın en önemli beş markasından biri
haline gelirken, bir yandan "Arap kanalı" olmaktan geri durmadı, öte yandan da dünyadaki benzerleri ile rekabette başarılı olmak için hep evrensel
ölçekte "en iyi"yi hedefledi.
TRT yurtdışındaki Türkler'e TRT-INT ve TRT-TÜRK gibi kanallarla Türkçe olarak seslenirken zaman zaman Almanca ve İngilizce altyazılarla yabancıların da dikkatini çekmeye çalışıyor. Yurt dışındaki Türkiyeliler kendilerinden olan
bir ses duyabilmek için bu yayınlara başka hiçbir yerde olmadığı kadar kulak
kesiliyorlar. TRT-INT'te bir süre yaptığım kısa bir program sayesinde
Swaiziland'dan bile izleyiciler edindiğimi biliyorum.
Türkiye bu kanalları kullanarak dünyanın kültürel çeşitliliğine kendi özgün
katkılarını yapabilir. Bütün ülkelerin cola içip hamburger yiyen tek tip
insanlarla dolması istenmiyorsa bu mutlaka yapılmalıdır da. Ne yazık ki,
yurtdışındaki bazı okurlardan gelen mesajlar, TRT yayınlarının kendi
vatandaşlarımızın beklentilerini bile karşılamaktan uzak olduğunu gösteriyor.
Fransa'dan Üzeyir Lokman Çaycı; milletvekilleri, bakanlar, bürokratlar ve biz
gazetecilere gönderdiği açık mektupta TRT'nin ve genel olarak medyanın kendi sanatçılarına karşı sergilediği duyarsızlıktan yakınıyor. "Allı Turnam" gibi
müzik ve sanat ağırlıklı programların yayından kaldırılmasını eleştiriyor.
Yurtdışında başarılı olan sanatçılara da ekranların açılmasını istiyor.
Yurtdışından yazan bir başka okur, TRT-INT'teki değişime işaret ederek
Avrupa, Avustralya ve ABD ağırlıklı yayın alanı olan bu kanalın Türk
Cumhuriyetlerine yönelik yayın yapan TRT-TÜRK'e benzetildiğini aktarıyor. Her iki kanalda birden yayına verilen kimi programlarda kaba ve ilkel bir
yayıncılık yapıldığını, kafatasçılığın izlerinin görülmeye başladığını
belirtiyor.
14 Şubat Sevgililer Günü yayınlanan bir programda, "Biz Türkler neden bir
araya gelemiyoruz?" şeklindeki izleyici sorusunu program sunucusu "Olacağız, acelemiz yok" diye yanıtlıyor. Aynı sunucu, program içerisinde, Ferhat ile Şirin'i anlatan bir magazini anons ederken, Türk tarihinin böyle büyük destanlarla dolu olduğunu anımsatıp Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin ve Leyla ile Mecnun'u sayıyor ve müthiş bir yorum patlatıyor: "Avrupa'nın Romeo ile Jüliet'ine karşı 3-1 galibiz."
Dünyaya seslenmenin araçlarını yaratmış olabilirsiniz, ama dünya kültür
pazarına böylesine ürünlerle ve bu kalitede çıkarsanız söylediklerinizin bir
iz bırakmasını beklemeyin.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda oluşturulan alt komisyon, özel radyo ve
televizyonlarda yabancılara yönelik hisse sınırlamasının kaldırılmasına karar
verdi. Mevcut RTÜK yasasına göre özel radyo ve televizyon kanallarımızda ancak yüzde 25 pay sahibi olabilen yabancılar, karar yürürlüğe girerse bu kanalların tümüne sahip olabilecekler. Ahtapotun kolları gibi dünyanın her yerini saran birkaç dev medya kuruluşu şimdi TMSF'nin elinde bulunan kanalları alıp Türkiye kollarını daha da güçlendirebilirler.
Yabancıların Türkiye'de medya sahibi olmasını "ulusal" duygulara seslenerek
eleştirmek kolaydır. Ancak, kaba bir ulusalcılıkla yurtdışından kolayca
duyulan bir sesi dinlenemez hale getiriyor, getirenlere ses çıkarmıyorsanız,
kendi kanallarınızın yabancılara satılmasını eleştirmeseniz de olur!