Phılıppe Reeve’in Mortal Engines dörtlemesi ve ilk kitaptan uyarlanan aynı adlı film hakkında pek çok yerde, kitap ile film arasındaki farklılıkların listeleri yayımlandı. Oysa ben dizinin orijinalini ve Günışığı Yayınları’ndan çıkan ilk kitap “Yürüyen Kentler”i okuduğum zaman aklıma bazı benzerlikler gelmişti: Kentsel Dönüşümle kurulan paraleller ve yakınındakileri yiyen semtleri anlatan filmler. Kentsel Dönüşüm başladığından beri, […]

Phılıppe Reeve’in Mortal Engines dörtlemesi ve ilk kitaptan uyarlanan aynı adlı film hakkında pek çok yerde, kitap ile film arasındaki farklılıkların listeleri yayımlandı. Oysa ben dizinin orijinalini ve Günışığı Yayınları’ndan çıkan ilk kitap “Yürüyen Kentler”i okuduğum zaman aklıma bazı benzerlikler gelmişti: Kentsel Dönüşümle kurulan paraleller ve yakınındakileri yiyen semtleri anlatan filmler.

Kentsel Dönüşüm başladığından beri, kendimi yakınlarını korumaktan aciz biri gibi hissediyorum. Yakınlarım, hayatımın çeşitli kısımlarına anlam katan, renklendiren binalar, sokaklar, hatta semtler. Bence Kentsel Dönüşüm bir “dururken yiyen” kentler olayı. İnsanların evlerini yutuyor, onları onca yıldır oturdukları yerlerden sürüyorsun. Kentimiz şu haliyle “Yürüyen Kentler”in gölgesi kendi üstüne vurmuş sabit benzeri…

Philip Reeve’in yazdığı “Mortal Engines (Türkçesi, “Yürüyen Kentler”) tek serinin, bir dörtlemenin ilk kitabı. Dörtleme çok uzak bir gelecekte, Mobillik Çağı denen bir dönemde geçiyor. Dünya, Altmış Dakika Savaşı denen mahvedici bir savaşla çorak bir araziye dönmüş, ulus diye bir şey kalmamış. Mobillik Karşıtları Birliği’nin (Anti-Yürürler’in) toprakları hariç. Hareket edebilsinler diye tırtıllı paletler üzerine yerleştirilmiş Mobil Kentler ise, kaynaksızlıktan, birbirini yutmak için yollara düşmüşler, koskocaman çeneleri var. Ender yapılan ticaretin en kıymetli metaı ise, Eski-Tekno, yani Kadimler Çağı’ndan kalma eşyalar. Hatta Altmış Dakika Savaşı’ndan kalma, kuantum enerjisi kullanan silahlar: MEDUSA gibi. Şimdiyse işler daha kolay, düşman elinin altında. Kent, gözüne kestirdiği parçalarını yiyor. Bir semtin artık işe yaramayacağına mı karar verildi? Yok edilip yerlerine yeni binalar dikiliyor. En çok da bizim evlerimizin olduğu yerlerde; Kadıköy-Bostancı hattında, Sahil Yolu ile Bağdat Caddesi’ne yakın olan bölümlerde.

Kentsel Dönüşüm (Durduğun Yerde Yutma) bana iki filmi de hatırlatıyor. Biri, Tayfun Pirselimoğlu’nun filmi “Pus”. Önce Altınşehir’i, bir tasarımın parlak ürünü sanmıştım. Meğer çok aranıp bulunan bir yermiş. Kendisi de, yüklendiği hayatlar da korkutucu. Gelin görün ki, Altınşehir sakinleri de, uzaklarda gördükleri gökdelenlerden, onları yerlerinden edecek diye korkuyorlar. Gökdelenler de, gerçek hayatta olduğu gibi, sahiden de yaklaşıyor.

Kısa filmleriyle tanıdığımız Aysim Türkmen’in ilk uzun metraj filmi “Çekmeköy Underground”, ikinci film. Adından anlaşılacağı gibi sahici bir mekânı var. Türkmen’in senaryoyu yazdığı iki yıl boyunca ‘çeper kent’lerde (Çekmeköy, Göktürk) gecekondular apartmana dönüşmüş. Yönetmen, “Yeni lüks semtlerde, gecekondu özelliklerini sürdüren mahallelerin yanında yer alan, jiletli tellerle çevrili siteler, hiç de korkulacak yanı olmayan yaşamlara karşı olağanüstü güvenlik önlemleri alarak site dışındaki ortamı kriminalize ediyorlar,” diyor.

“Yürüyen Kentler” dörtlemesini okudunuz mu? Okudunuzsa eğer, “Hester olmak istiyorum,” demem yeterdi. Hayal kurmaktan ziyade, müdahale etmek, koruyabilmek isterdim çünkü. Ancak ben, kitapların Hester’inden söz ediyorum. Kitapla film arasındaki en büyük farklılıklardan biri, Baştarihçi Thaddeus Valentin’in annesini öldürdüğü zaman kızı Hester Show’un da yüzünde açtığı iğrenç yara. Filmde iğrenç değil: gözüne, burnuna, ağzına zarar vermemiş.Bu da Tom ile aralarındaki ilişkiyi etkiliyor. Hester annesinin intikamını almak istiyor. Yol arkadaşı 3. Sınıf Tarihçi Loncası çırağı Tom Natsworthy ise, şehri Londra’yı her şeyden üstün tutuyor.Ben de kendi şehrimi her şeyden üstün tutuyorum ama parça parça elimden gidiyor. Tırtıllı paletleri olmasa ve gözle görülür bir şekilde hareket etmese bile, dişine göre bulduğu her şeyi, her yeri yiyor.