"Sol

"Solino" Fatih Akın'ın başyapıtı "Duvara Karşı"dan önceki durağı. Akın'ın filme sahip çıkmadığı yazıldı ama ne utanılacak ne de çok övünülecek bir film "Solino". Daha çok televizyon için yapılmış filmlere benziyor, yani fazla derine inmek gibi bir kaygısı yok.
İtalyan bir ailenin Solino adlı kasabadaki son günlerinde başlıyor film. İş peşinde Almanya'nın Duisburg kentine göç ediyor dört kişiden oluşan aile. Oğlan çocuklardan Gigi (Nicola Cutrignelli / Barnaby Metschurat) arkada gözü yaşlı bir de sevgili bırakıyor. Duisburg'da baba Romano (Gigi Savoia) bir madende iş buluyor ama bu ağır işe uyum sağlayamıyor. Anne Rosa (Antonella Attili) ise zaten baştan bu soğuk ülkeyi, bu tuvaletsiz evi sevemiyor. Ama yine de geçinmek için yapacakları şeyi anne Rosa akıl ediyor: Bir pizzacı açmak. "Solino" bu kez dükkanlarının adı oluyor. Küçük Gigi bu arada çoktan yeni bir sevgili ediniyor, abisi Giancarlo'yu (Michele Ranieri / Moritz Bleibtreu) kıskandırmak pahasına. Zaten bu kıskançlık ömür boyu sürüyor. Gigi önce fotoğrafa sonra filme ilgi duyuyor, abisi ise bir baltaya sap olamayıp, kazmalaşıyor zamanla. Babanın anneyi aldatması, annenin hastalanıp İtalya'ya dönmesi filan derken aile dağılıyor. Hasta anneye bakmak Gigi'nin omuzlarına yıkılırken, Giancarlo Gigi'nin mirasına konuyor: Hem sevgilisine, hem de bir film festivalinde kazandığı ödüle el koyuyor. 10 yaşından sonra tanıdığı hiçbir kadına ilgi duymayan Gigi de Solino'daki ilk aşkına geri dönüyor. Sonuçta kardeş rekabetinden galip çıkan olmuyor galiba ama kimsenin yaşadığı da trajik boyutlara varmıyor. "Solino" başta da söylediğimiz gibi hafif bir film. Kaçırırsanız bir şey kaçırmış sayılmazsınız, seyrederseniz de çok şey kazanmış olmazsınız. Ama yine de hoş bir iki espri var. Annenin otobüs durağındaki adamın gazetesini alıp, tenceresini bıraktığı sahne çok şekerdi.

Yaklaşmasak
Daha Yaklaş"ta hiç bir karaktere yeterince yaklaşmamıza izin verilmiyor, zaten bunu da çok arzulamıyoruz. Karakterler prefabrike cümlelerle donatılmış robotlar kadar insan sıcaklığı yayıyorlar.
Birbirini henüz tanımayan iki kişi Londra sokaklarında yürüyorlar. Tesadüf onları karşı karşıya getirdiği anda, "güm", bir araç kıza çarpıyor. Erkek kızın yardımına koşuyor, kız gözlerini açıp: "Merhaba, yabancı" diyor, gayet ayık bir gülümsemeyle. Kızın hiç travma geçirmiş gibi olmayışı ve flörtöz ruh halini sürdürmesi filmin gerçekçilikle hiç işinin olmadığı izlenimini veriyor. Ama film hep aynı havada sürmüyor, oyuncu bir hafiflikle acıtıcı bir gerçekçilik arasında salınıyor. Filmin sınır koymadığı bir şey varsa o da kahramanlarının sözel yetenekleri. Maşallah hepsi pek hazır cevap ve konuşkan. Ne yazık ki "Daha Yaklaş"ın karşımızdaki hali başlangıçta tasarlandığı gibi bir oyun değil, bir film ve bu teatral konuşkanlık filme yakışmıyor. Patrick Marber'ın orijinal oyununu seyretmedik ama ona yakıştığı da şüpheli. Oyun ya da film her neyse "insanlar böyle konuşmazlar" diye düşündürüyorsa oradaki karakterlerin ruhuna nüfuz etmeniz pek mümkün olmaz. "Daha Yaklaş"ın sanırım benim açımdan sorunu bu çünkü aşağı yukarı aynı şeyleri yaşayan karakterlerin anlatıldığı "Aşk Artık Burada Oturmuyor"dan çok etkilenmiştim.
Trafik kazası sonrasında tanışan çiftin erkeği, yani Dan (Jude Law) gazeteciliğin alt basamaklarında debelenen biri; kız, yani Alice (Natalie Portman) ise Amerikalı eski bir striptizci. Kaza sonrası birlikte yaşamaya başladıklarını ve Dan'in Alice'le yaşadıklarından esinlenerek bir roman yazdığını öğreniyoruz bir sonraki sahnede. Dan kitabının kapağının fotoğraf çekimi sırasında bir başka Amerikalıyla, fotoğraf sanatçısı Anna'yla (Julia Roberts) tanışıyor. Yeni bir aşk daha doğrusu etkilenme başlıyor ama ilişki için daha bir süre geçmesi lazım Anna açısından. En azından durumu dengeleyene, kendine bir eş bulana dek. Bu konuda Dan istemeden yardımcı oluyor ve Anna kılığında chat'leştiği dermatolog doktor Larry'yi (Clive Owen) Anna'yla buluşturuyor. Larry'yle Anna evleniyor ve dörtlü tamamlanıyor. Sonrasında bu dörtlü arasında aşk, intikam, rekabet ve ihanet 32 tekmili birden yaşanıyor. Biz yaşananları görmekten çok dinliyoruz, çünkü ilişkiler başlarken ve biterken perdeye yansıyor sadece. Bu karmaşık ilişkilerde en masum kişinin profesyonel bir striptizci olan Alice olması ise ironik. Ama Alice'in hakkında bildiklerimize güvenemeyeceğimiz, karakterin adını bile yanlış bildiğimiz filmin sonunda ortaya çıkıyor. "Daha Yaklaş"ta hiç bir karaktere yeterince yaklaşmamıza izin verilmiyor, zaten bunu da çok arzulamıyoruz. Karakterler prefabrike cümlelerle donatılmış robotlar kadar insan sıcaklığı yayıyorlar.
Filmin oyuncuları hakkında kötü bir şey söylemek zor. Ağızlarına bu sözcükler yakıştırılan karakterler bu kadar oynanır. En az repliği olan Julia Roberts en şanslısı ve bu şansını iyi kullanıyor: Anna'nın Dan'i, fotoğrafını çekerken tavladığı sahnede özellikle müthiş. Tavlanmamak mümkün değil, Dan ne yapsın. Clive Owen ise hem fiziği hem de oyunculuğuyla Richard Burton'ı hatırlatıyor (Mike Nichols, Burton'ı benzer temalı bir film olan "Kim Korkar Hain Kurttan"da yönetmişti). "Daha Yaklaş" pek etkilemese de yine ilgiyle izlenmeyi başaran bir film. Oscar töreninde sunucu Chris Rock, Jude Law'u aşağılamış, Sean Penn de meslektaşını savunma gereği duymuştu. Rock mı yoksa Penn mi haklı, bu filmde tarafınızı belirleme şansınız var. Bence gerçek ortalarda bir yerde.

Makinist, Uyu!
Film seyrederken görüntü ya da seste uzun süren bir sorun olduğunda makiniste "makinist, uyuma!" diye bağırmayın lütfen! Bırakın, uyusunlar. Ne demek istediğimi filmi seyrettikten sonra anlayacaksınız.
Makinist filminin kahramanı Trevor Reznik (Christian Bale) bir sinema makinisti değil, bir fabrikada işçi. Hakları konusunda bilinçli olduğu için ustabaşı tarafından sevilmeyen biri. Ama Reznik'in asıl sorunu kendisiyle, huzursuz bilinciyle. Reznik bir yıldır uyuyamıyor ve belli ki pek bir şey de yiyemiyor. O kadar zayıf ki, toplama kampından yeni çıkmış birine benziyor (Bale, bu film için 20 kilo vermiş). Zaten ilgilendiği iki kadın da ona "biraz daha zayıflarsan, yok olacaksın" diyor. Nine Inch Nails (NIN) adlı topluluğun Trevor Reznik'e ad olarak çok benzeyen lideri Trent Reznor "Dowenward Spiral" yani "Aşağı İnen Helezon" adlı bir albüm yapmıştı. Belli ki Reznik'in isim babası Reznor, çünkü Reznik tam anlamıyla bir düşüş içinde. Filmin karanlık havası da NIN'in endüstriyel müziğiyle uyumlu. Reznik'in düşüşünün nedenini filmin sonunda öğreniyoruz ve hepsi olmasa da taşlar yerli yerine oturuyor. O ana kadar film bize seyrettiğimizin Dostoyevski'nin eserleriyle paralellikler taşıdığının ipucunu veriyor. Bale'in oyunculuğu çok başarılı. O kadar iskelet haliyle bile istediğinde çok çekici olabiliyor, gerektiğinde ise paranoyayı mükemmel bir biçimde gözlerinde cismanileştiriyor. "Makinist" ilgiyle izlenen ve ilgiyi hakkeden bir film. Gerçi bittiğinde "hmm, demek böyleymiş" demek dışında üstüne düşünecek pek bir şey de kalmıyor. Yine de belli bir ruh hali üzerine çekilmiş iyi bir film "Makinist".
Son bir not: Film seyrederken görüntü ya da seste uzun süren bir sorun olduğunda makiniste "makinist, uyuma!" diye bağırmayın lütfen! Bırakın, uyusunlar. Ne demek istediğimi filmi seyrettikten sonra anlayacaksınız.