Kamusal alan, geniş anlamda kamu hizmetlerinin sunumunun ve düzenlenmesinin devlet ve üçüncü sektör denilen gönüllü kuruluşlar eliyle yapıldığı bir alandır. Burada asıl aktör devlet kuruluşlarıdır, gönüllü kuruluşlar ise onun tamamlayıcısı konumundadır. Gerek Türkiye’de gerekse başka ülkelerde zaman zaman gönüllü kuruluşların öne çıkıyor olması, bu gerçeği değiştirmemekte. Hatırlanacaktır, böylesi bir süreç (devletin asli fonksiyonlarını yerine getiremez konumuna düşürülmesi nedeniyle) ülkemizde 1999 depreminde yaşanmıştır.

Bu alanın en belirgin özelliği aktörlerinden de anlaşılıyor ki , piyasanın kar ilkesinin bu alana müdahil olmamasıdır. Aksi halde , geriye ne sözü edilen aktörler ne de onların sunduğu kamu hizmetleri kalır. Bu alanın kar ilkesine göre çalışmamasını sağlayabilecek güç artık ne devlettir, ne de gönüllü kuruluşlar. “Devletin küçültülmesi” söyleminin hakim olduğu ve uygulamaya konulduğu günümüz koşullarında, her iki aktör de artık sermayenin talepleri doğrultusunda yeniden şekillenmekte. İkincisinde zaten başından beri öyleydi, çünkü bunların çoğu sermaye tabanlı sivil toplum örgütleriydi. Bunlar belki de, özelleştirmenin meşruluğunu sağlayacak öncü kuvvetler olarak planlanmışlardı. Bu durumda, bunu sağlayabilecek biricik güç olarak geriye kamu hizmeti üretenlerin kurduğu sendikal örgütler kalıyor.

DAVA TESADÜF DEĞİL

Ülke deneyimleri gösteriyor ki, eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerinin özelleştirilmesinin önündeki en büyük engel bu tür örgütlerdir. Eğitim-Sen’in kapatılmasına yönelik dava açılması bu açıdan tesadüf olmasa gerek. Dolayısıyla, Eğitim-Sen’e sahip çıkmak; aslında eğitim hakkını savunmak, bu alandaki özelleştirmelerin yol açacağı kamusal talanı önleyerek kamusal alanı korumak anlamına geliyor. Kamusal alanı gerçek anlamda özgürlüklerin ve hakların hayata geçirildiği, yaşandığı bir alan olarak değerlendiriyorsanız, mutlaka ama mutlaka eğitimde Eğitim-Sen’e, diğer alanlarda da ilgili kamu sendikalarına sahip çıkmak durumundasınız; ama sadece mağduriyette değil, her koşulda.

Farkında mısınız? Ne içeride, ne dışarıda sermaye çevrelerinden, sermaye tabanlı sivil toplum örgütlerinden çıt çıkmadı. Eğitimde ticarileştirmeyi ve özelleştirmeyi savunan bu kesimlerden zaten farklı bir tavır da beklenemezdi. Nitekim, öyle olmuştur. Peki, kim ortalığı ayağa kaldırmıştır? Hiç şüphesiz, emek örgütleri, demokratik kitle ve meslek örgütleri ve emekten yana siyasal partiler; içeriden ve dışarıdan adeta yağmur yağar gibi Eğitim-Sen’e destek vermişlerdir. Dışarıdan başta KESK’in üyesi bulunduğu Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) ve Eğitim-Sen’in üyesi olduğu Eğitim Enternasyoneli (EI) olmak üzere çok sayıda sendika ve içeriden isimlerini yazılması halinde köşemi kat ve kat aşacak örgütler...

Tüm bu tespitler gösteriyor ki, ne Eğitim-Sen, ne de onu sahiplenerek kamu hizmetinde müşteri konumuna düşürülmeyi reddeden biz yurttaşlar yalnızız. Geliniz, hep birlikte Eğitim-Sen’in ülkemiz insanlarının nitelikli eğitimden geçmelerini sağlamaya ve eğitimi siyasal iktidarların yap-boz tahtası haline getirmelerini önleme yönelik mücadelesine destek verelim. O zaman görülecektir ki, küresel düzeyde eğitim politikalarına yönelik baskıların aşılması mümkün olabilecek ve emekten, özgürlükten, eşitlikten, barıştan yana bir eğitim duruşunun ortaya konulması gerçekleşebilecek.