BÜLENT BULDUK – Sendika Uzmanı Türkiye toplumu uzunca bir süredir ekonomik krizin etkilerini derinden hissetmektedir. Cumhuriyet tarihinin en uzun iktidar dönemi olan AKP ile ülke tarihinin belki de en uzun soluklu ekonomik krizini yaşarken, kriz salt iktisadi olarak değil aynı zamanda siyasal ölçekte de gerçekleşiyor. Ekonomik ve siyasi alanda iç içe büyüyen kriz koşulları ülke […]

Ekonomik kriz ve adil ücret hakkı

BÜLENT BULDUK – Sendika Uzmanı

Türkiye toplumu uzunca bir süredir ekonomik krizin etkilerini derinden hissetmektedir. Cumhuriyet tarihinin en uzun iktidar dönemi olan AKP ile ülke tarihinin belki de en uzun soluklu ekonomik krizini yaşarken, kriz salt iktisadi olarak değil aynı zamanda siyasal ölçekte de gerçekleşiyor.

Ekonomik ve siyasi alanda iç içe büyüyen kriz koşulları ülke de ücretli geçinen milyonlarca yurttaşın yaşamını etkilerken, emek sermaye çelişkisinin uzlaşmaz zemini olan ‘’ücret hakkı’’ krizin sebep olduğu eşitsizlikleri daha fazla gün yüzüne çıkartıyor. Adil ücret hakkı, ekonomik kriz ile birlikte artan gelir eşitsizliğine ve yoksulluk hallerine karşı Türkiye emekçilerinin acil ve haklı bir talebi olarak ehemmiyetini korumaya devam ediyor. Adil ücret hakkını ülkenin mevcut koşullarında hiçe sayan iktidar yetkilileri milyonlarca emekçinin hakkını gasp ederken, insan haklarına aykırı bir süreç iktidar tarafından baskı yolu ile emekçilere dayatılıyor.

Uluslararası sözleşmeler ve adil ücret hakkı

Ücret, işçinin ve işçinin bakmakla hükümlü olduğu ailesinin genellikle tek geçim kaynağıdır. Bu bakımdan ücret işçinin işverenden talep edeceği bir alacak hakkı olmaktan öte ‘’sosyal’’ bir hak olarak görülmesi gerekmektedir. Emeği ile geçinenler için yaşamsal öneme sahip olan ‘’ücret hakkı’’ Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında yasal güvenceye kavuşturulmuş ve sosyal haklar arasında yer almıştır. Zira Anayasa’da ‘’ücret hakkı’’ ile ilgili çok açık tanımlamalar yapılmış olmasına rağmen yasal hükümlerin emrettiği ölçütlere aykırı olarak belirlen ücret, korunması ve güvence altına alınması gereken bir sosyal hak olmaktan uzaklaşmış durumdadır. Anayasanın 55. Maddesine göre’’ Ücret emeğin karşılığıdır. Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır’’ ifadesi yer almaktadır. Yani Anayasa’da açıkça belirtildiği gibi, devlet çalışanların ve ailelerinin yaşamlarını insan onuruna yaraşır bir şekilde sürdürebilmesi için adil ücret hakkını gözetmek ve bunun için gerekli koşulları yerine getirme için birinci dereceden sorumludur.

10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin asgari ücretle ilgili 23. maddesinde “Çalışan herkesin, kendisine ve ailesine insanlık onuruna yaraşır bir yaşam sağlayan ve gerektiğinde her türlü sosyal koruma yolları ile de desteklenen adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır” ilkesi yer almaktadır. Bildirge, işçinin kendisinin ve ailesinin insanlık onuruna uygun bir yaşam sağlayacak ücret hakkının güvence altına alınması gerekliliğini net bir şekilde vurgulamaktadır. Türkiye, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni kabul etmiş olmasına rağmen, üyesi olduğu ILO ve 2004 yılında TBMM’de onayladığı ‘’Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın’’ adil ücret hakkı ile ilgili maddelerine çekince koyarak onaylamamıştır. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 131 sayılı Asgari Ücret Tespitine İlişkin Sözleşmesi’nin 3. maddesine göre, ‘’asgari ücretin tespitinde işçilerin ve ailelerinin ihtiyaçları, ülkedeki genel ücret seviyesi, hayat pahalılığı, sosyal güvenlik yardımları ve diğer sosyal grupların göreli yaşama standartları dikkate alınmalıdır’’ ifadesi yer almaktadır. Yine Avrupa Sosyal Şartının 4. Maddesine göre, ‘’tüm çalışanların kendilerine ve ailelerine iyi bir yaşam düzeyi sağlayacak adil bir ücret hakkına sahip olması’’ gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti anayasasında belirtilen ücret hakkı ile ILO ve AB Sosyal Şartında belirtilen ücret hakkına dair tanımlamalar arasında herhangi bir anlam veya ifade farkı yer almamaktadır. Lakin Türkiye kapsam dışı bıraktığı bu sözleşmeler ile adil ücret hakkı hususunda hem anayasaya hem de insan hakları bildirgesine aykırı davranmakta, ücreti emeğin haklarının korunması noktasında göz ardı etmektedir.

Türk-İş 2019 Haziran ayı araştırmasına göre Türkiye’de dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 2.067,17 TL. Bu hesaba TÜİK’in belirlemiş olduğu aylık 900 TL kira bedeli eklendiğinde bu tutar 3.000 TL’yi buluyor. Türkiye’de 10 milyona yakın kişinin geçimini asgari ücret ile sağladığı gerçeği ile hareket ettiğimizde asgari ücret geçim ücreti olmaktan öte sefalet ücretine dönüşmüş durumdadır. Türkiye’de kayıt dışı istihdamın TÜİK verilerine göre yüzde 34’ler seviyesinde olduğunu da varsaydığımızda mevcut asgari ücret ile geçimini sağlayan yurttaşların toplam nüfus içerisinde 17 milyon civarında bir orana denk düşmektedir. Yoksulluk sınırının aynı araştırmaya göre 7.000 TL’ye yaklaşması asgari ücret ile geçimini sağlamayan yaklaşık 4 milyon civarındaki kamu emekçisinin büyük bir bölümünün de yoksulluk sınırı altında yaşamını idame ettirmek zorunda olduğu gerçeğini gün yüzüne çıkartıyor.

Kriz koşullarına bağlı olarak artan enflasyon oranları ve alım gücünün son bir yılda neredeyse yarı yarıya gerilemesi, ücretin emeği ile geçinmeye çalışanlar açısından bir sosyal hak olmaktan ziyade emeğin sömürülmesinde iktidar tarafından bir araç olarak görülmeye devam ediliyor. İktidar milyonlarca çalışanı aileleri ile birlikte adil ücret hakkında mahrum bırakarak çalışanların anayasa da belirtilen ücret hakkından yararlanmasının önüne geçmeye devam ediyor.

Yüzde 5’in anlamı

TÜİK verilerine göre enflasyon oranları 12’şer aylık ortalaması yüzde 19,88.Ayrıca yıllık ortalama gıdada 26,4, işlenmemiş gıdada 32,4, meyve-sebzede 47,8 ‘e yükselmiş durumdadır. Enflasyon oranlarının alım gücünü düşürdüğü, ücretleri erittiği bu dönem de hükümet yetkililerinin kamu kesimi toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde ve temmuz ayı maaş zammı için çalışanlara önerdiği oran ise yüzde 5.

Kamu çalışanları için 2020 ve 2021 yıllarında geçerli olacak ücret ve sosyal ödemelerin belirlenmesi süreci önümüzdeki ay içerisinde başlamış olacak. Hükümetin yüzde 5’lik zam oranında ki ısrarı gelecek ayki görüşmeler de az çok fikir edinmemizi sağlıyor. Hükümetin görüşmeler de memurlara önereceği zam oranı mevcut enflasyon oranlarının gerisinde kalacağı görülüyor.

Hükümetin çalışanlara layık gördüğü yüzde 5’lik ücret zammının elbette ki bir anlamı ve amacı var. Yandaş sermayeyi kurtarma paketlerinin hazırlanması, işsizlik sigorta fonu ödeneklerinin işverenlere destek adı altında kullandırılması ve vergi oranlarının çalışanlar adına yükseltilmesi krizin bedelinin milyonlarca çalışanın sırtına yüklenmesi anlamına gelmektedir. Ücretlerin iktidar tarafından dolaylı olarak baskılanma sürecine girmesi milyonlarca emekçinin yaşamını birinci dereceden tehdit etmektedir.

Saray’ın 2019 yılının örtülü ödenekteki ilk 5 aydaki harcaması 1 milyar TL’yi aşarak kendi rekorunu kırmış durumda. Bu harcama neredeyse bir ayda 500 bin asgari ücrete tekabül ediyor. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyelerinin 13 bin TL olan maaşları yüzde 40 zamla 18 bin TL’ye yükseltilmesi Saray’ı, Saray’a bağlı kurulları ve bürokratları etkilemezken ülkede ki milyonlarca emekçi açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşam mücadelesi veriyor. Kısacası kiriz ülkenin yüzde 5’ini teğet geçerken geri kalan yüzde 95’ini yüzde 5’lik zamla yaşamaya mahkûm ediyor.

Adil ücret hakkı, güvencesizliğe ve sömürü düzenine karşı toplumsal bir talep olarak daha yüksek sesle dile getirilmelidir. Nitekim ücret, salt ekonomik bir talepten ziyade içerisinden geçtiğimiz koşullarda politik bir mücadele alanı olarak da görülmelidir. Çünkü ekonominin içerisinde bulunduğu daralma ve kriz, bizzat iktidarın ve Saray politikalarının yarattığı toplumun hemen hemen her kesimini etkileyen politik bir süreçtir.

Bu süreç 17 yıllık AKP iktidarında emeğin ve emekçilerin güvencelerinin elinden alındığı emekçilerin canı pahasına sermayenin biriktiği ve halen de birikmeye devam ettiği bir süreçtir. İnsanca bir yaşam ve adil bir ücret hakkı için tüm emekçilerin iktidara karşı itirazlarını yükselterek mücadele etmesi, güvencesizliğe ve yoksulluğa mahrum bırakılan milyonlarca emekçinin gelecekte kendi geleceğini tayin etmesi açısından elzemdir.