Beşikler vermişim Nuh‘a

Salıncaklar hamaklar

Havva Anan dünkü çocuk sayılır

Anadolu‘yum ben, tanıyor musun?

 

Ahmed Arif

 

Anadolu’yum ben tanıyor musun?

Bu soruya “evet” dediğim gün daha gün batmadan anlıyorum ki boşuna evet demişim. Her tanıdığımı sandığım gün yeniden öğreniyorum Anadolu’yu ve bu coğrafyanın insanını…

Egemene, zalime boyun eğip biat ettiği gün, tamam işte bu kadar, ötesi yok dediğim gün, bir yerlerde bir isyan patlak veriyor. Bitti dediklerim polis, jandarma, özel güvenlik demiyor karşı koyuyor, direniyor.

Bir lokma ekmek için bazen, bazen bir avuç toprak ve bir tutam yeşil için..

Kapitalizm daha fazla tüketim ve daha fazla kazanç için, taşeronu tiranlar ise kudret ve ihtişam için; reklam panolarını, devasa alışveriş merkezlerini, köprülerini, pespaye şehir giriş kapılarını, binalarını, camilerini, bin odalı saraylarını geceyi gündüz kılacak derecede aydınlatırken doğayı tarumar etmekten zerre imtina etmiyorlar.

Kapitalizmin bütün asli ve taşeron unsurları enerjinin üretim ayağına toplumu yönlendirip, tüketim ayağının tartışılmasından ısrarla kaçıyor, gözden uzak tutmaya çabalıyorlar. Tıpkı, Arınç gibi. Arınç, “Dağ taş zeytin ağaçlarıyla dolmuştur. Ama Türkiye’nin enerjiye de ihtiyacı var” derken misyonun gereğini yerine getiriyor elbette.

Öte yandan binlerce zeytin sökülürken duruma seyirci kalan Tarım Bakanlığı, televizyonlarda, “Tarım arazilerini koruyalım!” sloganıyla kamu spotu yayınlatıyor. Adı geçen kamu spotunda “Atalarımız yüzyıllardır tarım arazilerini, tepelere yerleşerek korumuşlar” derken; Eyy sen Tarım Bakanı, sen niye bugün o arazileri korumuyorsun?

“Bu toprakların miras değil, torunlarımıza emanet” olduğunu söylerken bu emanete neden hıyanet ediyorsun?

Tarım Bakanlığı takiye yaparken, torunlara emaneti bu toprağın nineleri, dedeleri onları sahipleniyor. Tıpkı geçtiğimiz Pazar günü Trabzon’daki mitingde olduğu gibi.

Özellikle kadınlar ve de nineler.. Hep ön saflarda, hep kaşları çatık, hep hesap sorar bakışlarıyla direnişin ön cephelerindeler.

Onları gördükçe Anadolu’yu tekrar tekrar görüyor ve tanıyorum.

Korkusuzca ellerindeki asaları sallıyorlar, binlerce yıl öncesinden çıkıp gelen Kibele gibi, Ea, Ma ve diğerleri gibi.. Ataerkil toplum yapısına bu coğrafyada onlar hâlâ direniyorlar, hala kendini köyde, varoşta var eden anaerkil yapının köşe taşları olarak varlar. Nineler pek çok yerde hala saygı ve biraz da korku unsuru olarak otorite sahibiler. Ve bu otoriter yapılarının sevgi kısmını evde torunlarına, dışarıda toprağına karşı beslerken zalime öfke olarak yöneltiyorlar.

Ve ey muktedirler bilin ki sokaktakiler bütünün çok küçük bir parçasıdır ve binlercesi henüz ne olup bittiğinin farkında değildir. .

Farkına vardıkları gün, o gün hiç de uzak değildir.

Eyy, Erdoğan, eyy Arınç ve eyy takiyeci Mehdi Eker çekin kirli ellerinizi toprağımızdan, deremizden parkımız ve bahçemizden! Bırakın insanımız çimento külü değil orman gülü koklasın dağlarında..

Yoksa, Pazar günkü Trabzon mitinginde, benim gibi ellisini aşmış Mustafa Meriç’in elindeki dövizde dediği gibi ;

“Elleme dereme, söylerim Neneme!”