Emperyalist bunalımın Ortadoğu açmazı
Fotoğraflar: AA, DepoPhotos

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

İsrail’in Şam’daki İran başkonsolosluğuna saldırarak İranlı 7 askeri yetkiliyi vurmasının ardından İran, geçtiğimiz hafta sonu misilleme yaptı. İran’ın, videolarını da yayınlayarak fırlattığı 500’den fazla roketin akıbeti İsrail savunma güçleriyle birlikte, tüm dünyada sosyal medya üzerinden anbean takip edildi.  

Sabaha kalmadan çıkması beklenen “3. Dünya Savaşı” İran’ın misilleme tamamlandı açıklamasıyla yerini yeni analizlere bıraktı.  

Ne yaşıyoruz gerçekten de… İsrail’in zalimce Filistin’i yerle yeksan ettiği bir ucu Ukrayna’da sürüp giden savaşlar ne için yapılıyor… Dünya bunca yıkım, savaş tantanası ardından nereye gidiyor… Bu soruların yanıtını şimdi herkes arıyor. 

Elbette dünyanın nereye doğru gideceğini şimdi kestirmek hiç de kolay değil. Çöküşe doğru sürüklenen emperyalist kapitalist sistemin başındaki ABD zayıflayan hegemonyasını yıkıcı bir askerî güçle dengelemeye çalışıyor. Eski sosyalist coğrafyalar Rusya ve Çin’de şimdi kapitalistler arasındaki bir bloklaşmada, ABD’ye meydan okumaya çalışıyor. Bu güç savaşları ve derinleşen ekonomik bunalım büyük yıkımlar yaratarak, halkların ölümü ve açlığı pahasına sürüp gidiyor.  

Reel Sosyalizmin Yıkılması BOP ve Savaşlar 

Reel sosyalizmin yenilgisinin ardından bir demokrasi çağının başladığı müjdelendi. Refahın küreselleşeceği, demokrasi ve özgürlüklerin sınırlarını aşacağı yeni çağ aynı zamanda bir barış çağı olarak yaşanacaktı. Ancak, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından ABD’nin merkezinde olduğu tek kutuplu yeni dünya düzeni Balkanlar’dan Körfez’e uzanan savaşlarla başladı.  

Kapitalist-emperyalist sistem sosyalizmin bir denge olarak ortadan kalkmasının ardından sermayenin sınırsız sömürüsü üzerine kurulan yeni dünyanın bir yanı her zaman savaş ve çatışmalara dayandı. 2008’de yaşanmaya başlayan kapitalizmin yeni büyük krizinin ardından ise ABD düzenleyici ve kurucu bir güç olmaktan ziyade zayıflayan hegemonyasını sürdürebilmek üzere yıkıcı güç olarak varlığını sürdürmeye çalışıyor. Bu da bir Ukrayna’dan Asya-Pasifik’e, Latin Amerika’dan Ortadoğu her yanda darbe, çatışma ve savaşlarla sürüyor.  

Ortadoğu, ABD’nin yeni düzeni için en stratejik bölgelerden birisi oldu. Körfez Savaşı ile başlayan süreç, Afganistan işgali, Irak’tan Libya ve Suriye’ye uzanan iç savaşlardan bugüne sürüp geliyor. Sonunda tüm bölgenin etnik ve mezhepsel temelde birbirine düşman edildiği; bu eksende iç çatışmalarla parçalanıp bölünerek bugünkü kaosun içine sürüklendiği bir tablo emperyalistlerin çıkarlarının bir gereği olarak yaşanmaya devam ediyor.  

Afganistan’daki taliban militanları.

Medeniyetler savaşı, siyasal İslamcılık gibi stratejilerle birlikte yaşam imkânlarını yararak , toplumsal düşmanlıkları fitilleyerek ilerleyen bu kesintisiz emperyalist işgal, belli bir plan ve hedefler dahilinde gerçekleştirildi. Erdoğan’ın 2002’de gururla eş başkanlığını duyurduğu Büyük Ortadoğu Projesi, çeyrek asırdır bölgeyi kana buluyor. Afganistan’da Taliban’ın kurulmasıyla ilk adımı atılan süreçte, Irak, Suriye, Libya ve Lübnan kana buladı. Filistin mücadelesinin yörüngesi değiştirildi. Müslüman Kardeşler projesiyle Mısır, Tunus, Cezayir ve Türkiye’de mezhepçi faşist rejimler kurma çabasına girildi. Taliban El-Kaide’yi, El-Kaide IŞİD’i doğurdu, ceremesini tüm dünya halkları çekti. 20 yıldır her yönden kuşatılan İran’da halk molla karanlığı ve emperyalist işgal arasında seçime zorlandı. Bölgesel ve küresel ölçekte, barış, kardeşlik, bağımsızlık mücadelesine umut olacak, devrimci bir direnç noktasının kurulamayışı, bütün bir coğrafyanın geleceğini emperyalizmin imha ve yayılma imkânlarının, iç çelişki ve bunalımlarının belirlediği bir karanlık çağı açtı. 

Amerikan emperyalizmi bugün bir tarafta Pasifik’te askerî tahkimatını yoğunlaştırarak, Tayvan’ı kışkırtarak, ticaret savaşları yürüterek Çin’e karşı düşük yoğunluklu bir savaş açtı. Kuzey Avrupa’da NATO genişlemesiyle Ukrayna’daki savaşı kışkırttı, NATO tatbikatlarını bölgeye yoğunlaştırdı. Adım adım çöküşe sürüklenen kapitalist-emperyalist sistemin yarattığı bu yıkımlar emekçi halkları ölümle sefalet arasında bir cehenneme sürüklerken; bu karanlık çağdan kurtulmak isteyenlerin mücadelesi de sürüyor.  

İsrail tarafından öldürülen İranlı diplomatların cenaze töreni.

İran Yeni Hedef mi? 

Filistin’de yaşanan soykırım, bölgede bir süredir hareketsiz olan tüm gerilim noktalarını yeniden hareketlendirdi. Netanyahu yönetiminin yaşanan soykırımı bölgenin tamamına yayma motivasyonu ve emperyalizmle çelişkili İran merkezli cephenin Hamas’a desteği, bölgeyi yeniden alevlendirdi.  

Geçtiğimiz aylarda Lübnan’ın güneyinde yaşanan çatışmalar, Irak’ta Amerikan ve İran bağlantılı stratejik bölgelerin karşılıklı vurulması ve son olarak İsrail’in Şam’daki saldırısı, gerilimi son raddesine getirdi.  

Amerikan emperyalizminin İran’ın bölgesel etkisini geriletmeyi ve komşuları üzerindeki askerî tahkimatını güçlendirerek çevrelemeyi arzu ettiği sır değil. Irak ve Suriye’de giriştiği işgalin de ikincil hedefi bölgede İran’ı geriletmek üzerineydi. Fakat İran, askerî, ekonomik ve etki kapasitesi bakımından Suriye, Irak ya da Libya ile karşılaştırılamaz. Yalnızca yayılma ve hegemonya kurma hevesi ile nükleer silaha sahip bir ülkeye savaş açılmaz. Dolayısıyla bugün yer yer ısınan İran-İsrail, İran-ABD gerilimi başka bir açmazın da göstergesi. ABD, tek süper güç haline geldiği 1990’lardan bugüne kadar Ortadoğu’da açık işgal, iç savaş, vesayet savaşı, darbe gibi çeşitli yöntemlerle ondan fazla ülkeyi istikrarsızlaştırdı. Fakat bugün gelinen noktada iki ana unsur, bölgenin geleceğine ilişkin soru işaretlerini artırıyor. 

Birincisi şu ki Amerikan emperyalizmi yalnızca bölgesel anlamda değil, küresel çapta bir güç kaybı yaşıyor. Hem ekonomik hem teknolojik hem de etki gücü geçtiğimiz 10 yıla göre geriledi. Bunun sebepleri esaslı bir analize ihtiyaç duyuyor ve başka bir yazının konusu. Ancak sonuç olarak bugün baktığımızda kendi bunalımını sürekli olarak askerî hareketlilikle aşmaya çalışan ve bunun için Çin, Rusya ve İran ile üç farklı cephede mücadele eden bir ABD var. Bu gerilemenin, tüm dünyada bağımlılık ilişkilerini bu kadar içkinleştirmiş bir ülkeden bahsederken emperyalist düzlemde bir yer değişikliğine sebep olmadığı açık, öbür yandan, cephenin karşı tarafında bu yeni çelişkileri yoksul emekçi halklar açısından daha iyi bir dünyayı kurma mücadelesine doğrultacak bir aktör de yok. Dolayısıyla emperyalizmin bunalımı da tüm dünya halklarına yalnızca daha fazla yoksulluk ve savaş vaat ediyor. 

İkinci ve daha özel olan faktör ise bugün Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’da yıkarak ilerlettiği yayılmacılığın artık İran sınırına varmış olması. Dolayısıyla bundan sonraki süreç, geçmişte Irak, Suriye hatta Libya işgallerinde gördüklerimizden daha farklı ve daha çok boyutlu bir stratejiye ihtiyaç duyuyor. Büyük Ortadoğu Projesi açısından İran hâlâ kritik bir hedef, ancak bunun yol haritası henüz doğmamış gibi gözüküyor.  

Eşit ve Özgür Bir Dünya Mücadelesi 

Dünya kapitalizmin karşısında reel bir alternatifin olmadığı koşullarda böyle bir karanlığın içine sürüklenmekten kurtulamadı. Onlarca yıldır buna karşı barış için, eşitlik ve adaletten yana bir düzen için sürdürülen mücadeleler, kimi yerlerde yaratılan sol iktidar deneyimleri bunu altüst etmeye yetmedi. Bugün de eskinin ölmeye başladığı ancak yeninin henüz doğmadığı bir kaotik dönem içinde yaşamaya devam ediyoruz. 

Emperyalizmin tek egemen olduğu dünyada, sosyalistlerin o ya da bu kapitalist güce koşulsuz bir destek vermesi elbette beklenemez, ancak emperyalist güçler ve hedef aldıkları aktörleri şu veya bu sebeple olsun hiçbir zaman aynı yere konulamaz. Emperyalist işgale karşı durabilmek, tüm dünya devrimcilerinin enternasyonal sorumluluğudur. Hiçbir ülkenin egemenlik hakkı, emperyalist güçlerin işgaliyle takas edilebilecek kadar değersiz değildir. 

Zaten tarihin hiçbir döneminde de emperyalizmin yegâne hedefi ülkelerin rejimlerini değiştirmek değil, halkını köleleştirmek kaynaklarını yağmalamak, topraklarını işgal etmektir.

Fakat bunun yanında, bugün üçüncü dünya savaşı cepheleri olarak ortaya çıkan aktörlerin hem ülkeleri hem de bütün bir coğrafya için temsil ettikleri değerler de Ortadoğu halklarının bugünü ve geleceği açısından hayati bir sorundur ve emperyalist tehditle çelişkili değil, onun doğal sonucudur. İsrail kuruluşundan itibaren Batının emperyalist misyonunun parçasıdır ve meşruiyetini de bu toprakların kendi halkından değil, 3 bin yıl öncesinin dinsel referanslarından almaktadır. Dahası, Filistin’de yaşananları soykırım boyutuna taşıyan Netanyahu hükümeti, kendi halkı tarafından da istenmeyen, iktidarına karşı gelişen toplumsal muhalefeti bastırmak için savaş ve katliamları kışkırtan, meşruiyeti tartışmalı dinci faşist bir yönetimdir. İran’daki molla yönetimi de kendisine özgü bir siyasal İslamcılık temelinde kurulmuş, kendi halkına 50 yıla yakındır zulmeden başka bir dinci faşizm örneğidir. Bugün yalnızca bölgesel hâkimiyet açısından değil, baskı ve zorla yönettikleri ülkelerinde toplumsal konsolidasyon sağlayabilmek için de tüm coğrafyayı tehdit edebilecek adımlar atmaktan, savaş kışkırtıcılığı yapmaktan geri durmamaktadırlar.  

Kuşkusuz, kurulan çatışma ortamının gidebileceği seviyenin yegâne belirleyicisi, bölgeyi dinci faşist yapıların çatışmasına sürükleyen Amerikan emperyalizminin tavrıdır. 7 Ekim süreci unutulduktan sonra dahi İsrail’e açıktan koşulsuz desteğini sürdüren tek büyük güç ABD. Ancak, yaşanan soykırım dünya kamuoyunda yankı buldukça, ABD iç politikasını da etkilemeye başladı, Biden yönetimi de İsrail’e verdiği destekle bu tepkinin hedefi olunca soykırımla ilgili tonu değişim gösterdi. Son olarak İran’ın İsrail’e yaptığı misilleme gecesi ve takip eden günlerde “ağır başlı ağabey” havası tutturan Washington’ın şu an için İran’ın doğrudan hedefi olduğu bir savaş planına soğuk baktığı anlaşılıyor. Ancak bunu anlamak için illa da göz boyayan diplomatik açıklamaların satır aralarını gezmeye gerek yok.  

Eşit ve özgür bir geleceğin, halkların kardeşçe yaşayabileceği, barışın ve demokrasinin hâkim olabileceği yarınlar emperyalizme karşı mücadeleler içinde şekillenecek. Bugün hakların içinde sürüklendiği bu dinler savaşı cehenneminden çıkarabilmek de emperyalist güçleri, üsleri, askerleri, yağmacı tekelleriyle bölgemizden ve topraklarımızdan söküp atabilmek de bu mücadeleyi kararlılıkla sürdürmeye bağlı. 

*** 

Ortadoğu planında Türkiye’nin konumu 

İsrail’in Gazze’ye dönük saldırılarıyla başlayan dönem, Amerikan emperyalizminin taşeronluğunda gelişen icraatları ise her gün farklı biçimlerde kamuoyuna yansıyor. 

Daha iktidara gelişinin birinci senesinde ilk iş olarak Irak’a tezkere çıkarmaya çalışan BOP Eş Başkanı Erdoğan, Amerikan emperyalizminin taşeronluğu görevini geçtiğimiz 22 senede çok küçük arızalarla birlikte istikrarlı şekilde sürdürüyor.  

Arap coğrafyasının yeni Osmanlıcı hamisi olma, Şam’da namaz kılma hayalleri, Sisi lanetleri, Müslüman kardeşliği… Hepsi Washington’ın dönemsel politikalarına göre benimsenip, aynı hızla unutuldu. Bugün Sisi kardeş, Esad ile görüşmek için çağrılmayan aracı kalmadı, yeni Osmanlıcılığın kaderi Davutoğlu’nun siyasi kariyeri kadar sürmedi. İktidarın müttefikleri ile girdiği çatışmalı süreçlerin yarattığı arızi durumların dışında, Türkiye’nin son çeyrek asırdaki dış politikasının ana belirleyeni hep Washington’dan açılan telefonlar oldu. 

Ancak bu dönem, İsrail ile ticaret meselesinin de ötesinde, İbrahim Kalın ve Hakan Fidan’ın açıklamalarının satır aralarında, ABD’nin yeni Ortadoğu planına tam bağlılık mesajı daha güçlü. 15 Temmuz sonrası Rusya ile yakınlaşmanın bulandırdığı suları tazelemek için, her fırsatta ABD’nin bölgesel politikalarına tam destek sunuluyor. Dahası, önümüzdeki 4 yıl –ve belki ilerisi– için, Fidan’ın Dışişleri Bakanlığına getirilmesini takiben, MİT’in dış politikada daha belirleyici olacağı bir tasarı konuşuluyor. Tek adam rejiminin karakteri, yürütme aygıtının devlet bürokrasisiyle iç içe girdiği, “ülkenin şirket gibi yönetildiği”, örneğin artık Milli Savunma Bakanlığının Genelkurmay Başkanlığından sonraki rütbeye dönüştüğü amalgam bir yapı sunuyor. Bu yapının bir diğer sac ayağının istihbarat-dış politika olması hem rejimin otoriter karakterine hem de emperyalizme tam uyum eğiliminde olduğu açık. 

ABD’ye Yaranma Stratejileri 

Nitekim, seçim öncesinde çokça dillendirilen Irak operasyonunu da bu çerçevede değerlendirmekte yarar var. Irak bugün İran’ın bölgede –IKBY hariç– en etkili olduğu ülkelerin başında geliyor. Bunu, geçtiğimiz hafta yaşanan roket misillemesinde Irak topraklarının sıcak çatışmanın parçası haline getirilişinde de gördük. Dolayısıyla iç siyasette “terörle mücadele” anlatısı üzerinden yürütülen milliyetçi hamaseti yükseltmek için faydalı görülen sınır ötesi operasyonlar, bölgede ise İran’ı çevreleme politikasının parçası haline gelebilir. Saray rejiminin ABD’nin yeni Ortadoğu stratejisinin taşeronluğuna soyunma hevesi yeni olmasa da bugün farklı iç ve dış çelişkilerle de bezeli. En çok da Kürt sorununun geleceği üzerine özellikle seçim sürecinde kamuoyuna yansıyan demeçlerin, niyetlerin de gösterdiği üzere henüz net bir eğilim veya konsensustan bahsedebilmek mümkün değil. Bu noktada iç siyasette mevcut ve olası ortaklıklar ve iktidarın rejimin geleceğine dair tasavvurundaki olası değişiklikler belirleyici olacaktır. Ancak belirtmek gerekir ki geçmiş yıllarda yaşanılanlar ders olmadıysa bile yalnızca son yerel seçimler bile Türkiye’de tüm etnik, mezhepsel gerilimlerin karşısında birlikte yaşama mücadelesinin, bugün İslamcı faşizme karşı ortak mücadeleden geçtiğinin kanıtı niteliğinde. 

Tüm bu niyet ve olasılıkları Washington’ın nasıl değerlendireceğini de önümüzdeki süreç gösterecek. Mayıs seçimlerinde Erdoğan, Türkiye’nin sığınmacı hapishanesi olmasının güvencesi olarak Batı’nın desteğini alabilmişti; IMF ve Dünya Bankası raporlarında “Türkiye  ekonomisinde göçmen nüfusun önemi” ibareleri de bunun bir göstergesi. 

Barışın Teminatı Emperyalizmin Yenilgisi 

Türkiye, bugün ABD ve NATO üslerinin varlıkları, AKP’nin ABD politikalarına bağlı izlediği stratejiler ile ülkemizi bölgesel gerilimin parçası kılmaya devam ediyor.  

ABD ve NATO üsleri bölgedeki yürütülen emperyalist yıkımın en önemli lojistik merkezleri olmaya devam ediyor. İsrail’e Gazze’yi çevreleyebilsin diye satılan dikenli teller, milyon dolarlık ticari anlaşmalar, Kürecik ve öteki üslerin sağladığı askerî imkânlar hepsi AKP’nin ikiyüzlülüğünün bir kanıtı olması bir yana, emperyalizme bağımlı ülke gerçeğinin bir ifadesinden başka bir şey değil.  

Bugün de İsrail’in soykırımlarına karşı çıkmak, bölge haklarının kardeşliği için mücadele etmek ülkemizdeki ABD ve NATO üslerinin kapatılması, emperyalizme bağımlı ekonomik ve siyasi yapının sona erdirilmesi için mücadele etmekten geçiyor. Bunun için en büyük gücümüz anti-emperyalist devrimci mücadele geleneklerinin bugün de toplum içinde yeşermeye devam eden dinamikleri olmaya devam ediyor. 

Tek adam rejiminin de onun yıllardır en büyük destekçisi olan emperyalizmin de yenilgisi ülkemizde ve bölgemizde barışın, kardeşliğin ve insanca yaşamın teminatı olacaktır.