Antalya Altın Portakal Film Festivali bu yıl 48. yılında…

Antalya Altın Portakal Film Festivali bu yıl 48. yılında… Cumartesi gecesi gece yapılan açılık töreni sırasında Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın, “dünyada ve ülkemizde çok tartışılan” diye başladığı konuşmasını şöyle sürdürdü:

-Kadın olgusunu festivalimizin ana teması yaptık!

Bu yüzden Ulusal Uzun Metraj Yarışması’nda jürinin tamamı kadınlardan oluşturuldu. Müjde Ar’ın başkan olduğu jürinin diğer üyeleri Annie Geelmudyen Pertan, Ayşe Kulin, Bergüzar Korel, Çiğdem Anad, Handan İpekçi, Melis Behlil, Serpil Kırel, Yaşar Seyman, Vahide Gördüm ve Şevval Sam’dan oluşuyor.

Açılış gecesinde pek çok değerli sanatçı sahneye çıktı. Bu yıl “Onur Ödülleri” sinemamıza çok fazla emek verenler arasından seçilmişti. 1960 ve 70’ler jönü Engin Çağlar, ilk kez 1943’te beş yaşındayken kamera karşısına geçen Halit Akçatepe, “aşk filmlerinin sağlamcı yönetmeni” olarak takdim edilen Mehmet Dinler, sinema birikimini unutulmaz televizyon dizileriyle taçlandıran Perran Kutman, Azerbaycan’ın dünyaca ünlü yazarı ve senaristi Rüstem İbrahimbeyov ve adının önüne eklenecek bütün unvanların üzerinde bir yere sahip olan Tuncel Kurtiz kürsüye gelerek ödüllerini aldılar.

Özel Ödüller de ise şöyle dağıtıldı: Yıldırım Önal Özel Ödülü Suna Selen’e, Sinema Emek Ödülü 55 yıldır setlerde olan “Gonzilla” lakaplı Selahattin Gelgeç’e, ilki geçen yıl Müjdat Gezen’e verilen Sanatta Sosyal Sorumluluk Ödülü Rutkay Aziz’e verildi.

Konuşmalara gelince… Başkan Akaydın’ın İranlı sinema sanatçılarına gönderdiği “özgürlük selamı” büyük bir dayanışma içeriyordu. 

Ödül alanlar arasında Rutkay Aziz, son derece politik içerikli bir konuşma ile açılış gecesine damga vurdu.  Özellikle “ülke adaletsiz bir kalkınma bilinci etkisi altında…” diye başladığı cümleleri salondan büyük alkış aldı.

Tuncel Kurtiz ise uzun ve köklü sanat geçmişini yakın arkadaşı Yılmaz Güney’in anısına feda ederek eşsiz bir vefa örneği verdi:

-Yılmaz bana iki kanat taktı, biri Umut diğeri Sürü… Ben bu iki kanatla bütün dünyayı dolaştım. Ona teşekkür ediyorum!

Birkaç söz de sahneye ödül vermek için çıkanlara… Acaba böylesine önemli bir gecede bu kadar değerli sanatçılara bu kadar unutulmaz bir ödül verirken önceden hazırlanmış başı sonu belli sağlam cümlelerle kurulu kısa bir konuşma yapmak çok mu zor?

Eğer Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin açılış törenine bir isim verilebilseydi, herkesin ortak kanısı olarak şunu teslim etmek gerekirdi:

-Antalya’nın altın vefası!
 
***

Sakarya Yenikent Hastanesi

Hayatın hasta halleri

İnsan hayatının en zor günleri iki uca savruk biçimde düzenlendiğini ancak yaşı gelenler öğrenebiliyor. Tabii bir de “yaşı gelenlerin” birinci göbek yakınları…

Bebekler ve ileri yaşlardaki hastalık halleri insanın saat ibresindeki yansıması gibi gelişiyor. Saat başını hayatın ilk yılları gibi kabul edersek, 5 geçe bir bebeğin en fazla yardıma muhtaç olduğu zaman dilimini anlatır. Bir sonraki saat başına 5 kala ise ömrün son günleri… İnsan ömrünün 5 kala zamanı gelip çattığında tıpkı bir bebek gibi oluyor. Yemeğini başkası yediriyor, tuvalet ihtiyacı da öyle başkasının yardımıyla giderilebiliyor.

İnsanların son bebeklik dönemlerinde eğer hayırlı evlatları varsa şanslı kabul edilebiliyorlar. Ama bazen hayırlı evlatlar da yetmeyebiliyor. Çünkü yaşlı hasta tedavisi ve bakımı son derece özel bir eğitim yanında büyük bir insan sevgisi gerektiriyor.

Geriatri kliniklerin, yoğun bakım ünitelerinde görev yapan sağlık dünyasının “isimsiz kahramanları” doktorlar, hemşireler ve sağlık görevlileri her gün insanlık tarihine yeni bir sayfa ekliyorlar. Özellikle de devlet hastanelerinde…

Ama kamuoyu adına bunu kimseler görmüyor, bilmiyor… Çünkü kanaat önderleri, gazeteciler, siyasetçiler, topluma yön verenler oralara fazla gitmiyorlar. Sağlam faturalı özel sağlık kuruluşlarının otelleri arıtmayan konforlu tesisleri arzulanan bakımı sağlıyorlar.

Bir süreden beri ailece Sakarya Yenikent Devlet Hastanesi’nin yoğun bakım ünitesin ve dahiliye servisi arasında zaman geçiriyoruz. Kız kardeşim Ümit Yılmaz Alpman ise neredeyse tam gün esasıyla annemizin başında sağlık nöbeti tutuyor.

Görmeden inanılması çok zor olan bir modernliğe sahip olan Sakarya Yenikent Devlet Hastanesi’nin yoğun bakım ünitesi ve servis katlarında bir kamera ile gezinirseniz, bu görüntüleri izleteceğiniz herkes hiç tereddütsüz, adlarının içinde “medical”, “hospital” gibi yabancı sözcüklerin bolca geçtiği özel kuruluşlarından adını söyleyebilirler. Çünkü hiç farkı yok!

Mesela Dr. Aysel Öz, mesai bitiminden 4-5 saat sonra sıkı takip ettiği hastalarından bazıları yatağında kontrol ederek yoğun bakıma sevk edebiliyor.  Hastanenin genç doktorları Dr. Aysun Alp, Dr. Ebru Gölcük, Dr. Sabiye Yılmaz, Dr. Esra Onuray, Dr. Musa Hakan Ayaz,  ancak bir televizyon dizisinde görülebilecek meslek aşkıyla çalışıyorlar. Hayata pamuk ipliğiyle bağlı hastalarını ayağa kaldırmak için varlarını yoklarını ortaya koyuyorlar. Onları bu tempo içinde “yetkili” hiç kimse görmüyor. Olsun, onlar da zaten birileri görsün, bilsin, bizi takdir etsin diye yapmıyorlar ki… Doktorluk mesleğinin yüksek ahlaki değerlerine olan sadakatleri adına çalışıyorlar, bıkmadan usanmadan…

Bir de hemşireler var elbette… 24 saat üzerinden 365 gün hiç surat asmadan güler yüzle hastaların ilaçlı tedavilerini sürdüren, onlarla konuşan, konuşkan hastaların özel hikâyelerini sabırla dinleyen genç hemşireler…

Bizim açımızdan ise sağlık görevlisi Ayşe Çam’ın özel bir yeri bulunuyor. Onun sorumluluğundaki bölümde, hastalar değil de sanki “kendi annesi” yatıyormuş özeniyle çalışıyor.

Bütün bu ağır sağlık maratonu içinde fiziki zorluk derecesi en zor olanı nedir diye sorarsanız, “sağlık görevlileri” özel bir takdiri hak ediyorlar derim. Yataktan hiç kalmayan yaşlı hastaların yemeklerini yedirmek ve altlarını değiştirmek gibi sabır-ötesi bir çalışma isteyen, mesailerini tamamladıktan sonra ertesi gün yine güler yüzle hastaneye geldiklerini görmek kurgu bilim filmlerini andırıyor.

Bunların hepsi bir kamu kuruluşunda oluyor:

Sakarya Yenikent Devlet Hastanesi!