Tarihçi değilim. Erme

Tarihçi değilim. Ermeni kıyımına dair bilgim, başta Taner Akçam'ın ki olmak üzere birkaç kitaptan, gazete ve dergilerde son zamanlarda sıklıkla rastladığımız muhtelif röportajlar ve yazı dizilerinden ya da televizyonda düzenlenen açık oturumlardan öğrendiklerimden fazla değil. Dolayısıyla bu konuda fikir beyan etmek bana düşmez. Lakin bir husus var ki, üzerinde düşünmeye değer.

Ermeni meselesinde devletin tezlerini temsil eden insanların söyledikleri, size de ikna edicilikten uzak gelmiyor mu? Tamam, muhalif biriyim ama insanın kendisini böyle tanımlaması, bazı konularda daha dikkatli davranmasının yolunu açabiliyor. Şöyle ki; -isteyen inanmayabilir- taraflarından birinin devlet olduğu durumlarda, konuya daha objektif yaklaşmak için özel gayret sarfediyorum. Çünkü, her zaman 'olağan şüpheli' muamelesi yaparak "devlet söylüyorsa zaten yalandır" kolaycılığına düşme tehlikesi var. Gelin görün ki, özellikle bu Ermeni kıyımı meselesinde, gerek devletin gerek sözcülerinin tavrı, söyledikleri insanı iyiden iyiye kuşkulandırmaktan başka işe yaramıyor. En basiti, her 24 Nisan geldiğinde, Ankara'yı bir telaş alıyor: Acaba ABD Başkanı bu yılki geleneksel konuşmasında 'soykırım' kelimesini kullanacak mı? Nefesler tutuluyor, gergin bir bekleyiş başlıyor. Bir ülke açısından kendine (kendi tezlerine) bu kadar güvensizlik olabilir mi? Oluyor demek ki.

* * *

Son dönemde devletin tezlerini savunma işini Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu ile aynı kurumdan Prof. Hikmet Özdemir üstlendi. Bu insanların konuya yaklaşımlarında, -tarihsel gerçeklerin şöyle ya da böyle olmasından öte- insanı huzursuz eden, kuşkuya sürükleyen şeyler var. Bir kere, tartışmayı katledilen insan sayısı üzerinden yürütme tavrı, üç-beş lira indirim alırım diye her yerde yemek faturasına itiraz eden bir 'uyanıkla' karşı karşıya olduğumuz hissi veriyor. Sonuçta insanların hayatlarından söz ediyoruz ve kaldı ki, ortada bir soykırım olup olmadığı, öldürülen insan sayısına bakılarak verilecek bir karar değil.

Bir başka argüman: "Gelip Osmanlı arşivlerine baksınlar, soykırım olduğuna ilişkin hiç bir şey bulamayacaklar!" Tuhaf. Yüzbinlerce belgeden sözediliyor. Çoğu tasnif bile edilmemiş. Lakin, resmi tezcilerin kendilerinden bu kadar emin olmaları, o arşivlerin durumu hakkında insanın aklına bin türlü şey getiriyor. Sonra, resmi tezlere karşı çıkanlara aba altından sopa gösterip ihanetle itham etme tavrı... Kimi zaman ima ile kimi zaman aleni... Şükrü Elekdağ ve Yusuf Halaçoğlu, Boğaziçi Üniversitesi'nde bugün başlayacak olan "İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları" başlıklı konferansı düzenleyenleri, "Ermeni diasporasının çizgisinde olmakla, gerçekdışı iddiaları yayarak Türkiye'yi karalamakla" suçluyorlar. Yani, farklı olanı susturmanın en kaba, en faşizan yoluna başvuruyorlar.

* * *

Tam da bu noktada, karşı tarafa, yani resmi tezleri sorgulayanlara baktığımızda ise, böyle bir ithama ('hain') maruz kalacaklarını bile bile gösterdikleri cesarete saygı duymamak mümkün değil. Türkiye, bir çok alanda olduğu gibi tarihiyle de hesaplaşıyor. Cinler yavaş yavaş hapsoldukları şişelerden çıkıyor. Sancılı ve kendi içinde tehlikeler barındıran bir süreç. Her türlü riski göze alıp Ermeni meselesi gibi 'hassas' bir konuda tartışma açan, gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışan insanlara minnet borcumuz olduğunu unutmayalım.