Son AYM tartışmasını değerlendiren İlhan Cihaner, “İktidarın hedefi Anayasa değişikliği” diyor, Samast’ın iyi hal indiriminin başkalarına uygulanmamasını da manidar buluyor. CHP kongresi hakkında da konuşan Cihaner, “Sol düşünce söylemin kurultay süreçlerine damga vurması sevindirici” dedi.

Eski Cumhuriyet Başsavcısı, Siyasetçi İlhan Cihaner: Anayasa değişikliği için üretilmiş bir kriz bu

Esat Aydın

Günümüzün siyasal düzeninde adalet meselesi içinde eleştiri ve değişim arayışını birlikte barındırıyor. Kuşkusuz, muhalefet eleştiriyor; iktidar ise “değişim arayışı” kisvesinde, Erdoğan’dan Kurtulmuş’a hegemonya ve kesintisiz iktidar motivasyonuyla ideolojisinin yayılmasına, kalıcılaşmasına odaklanıyor.

Yargıtay ve AYM gerilimi, demokratik hak ve özgürlüklerin bu kurumlar üzerinden nasıl engellendiğini, budandığını irdelemek açısından önemli ipuçları barındırıyor. Göze sürme tahliyelere göze sokulan tahliyeler eşliğinde ilerleyen düzen, adaletsizlikleri derinleştiriyor ve belirli grupların çıkarlarına hizmet etmeyi sürdürüyor. 

Son olarak, Katil Samast’ın salıverilmesi adaletin ve hukukun gölgede kaldığı düzenin koyulaşmasına bir ton daha katıyor. İktidarın kendi dışındaki her şey ve herkesle savaş hali, düzenin ideolojik olarak hakim kılınmasıyla şekillendiğini ve bu durumun adaletsizlik ve eşitsizlik gibi sorunları artırdığını göstermesi açısından da önemli. Bu hegemonyanın nasıl sorgulanabileceği, kırılabileceği ve alternatif bir anlayışın nasıl oluşturulabileceği konusunda bize yol göstermesini beklediğimiz kurumsal muhalefet ise “hakim olanın” hakemliği üzerinden tartışmaya dahil… Galiba bu kez fazlası gerekiyor. Demokratik hak ve özgürlüklerin sağlanması, teminat altına alınması ve adaletin kalıcı tesisi için toplumsal bir dönüşüm, otoriter iktidarın dayattığı anayasa değişikliği ve adaletsizliğe karşı mücadele etmek için bilinçli bir toplumsal hareketin oluşturulması elzem. Bu hafta, günümüz siyasal düzenindeki adalet sorunlarına odaklanan bir bakışla, hukukçu bir siyasal özne olan İlhan Cihaner konuğumuz.

• Türkiye’deki politik iklim; çeşitlilik, kutuplaşma, belirsizlik, güç mücadeleleri, rekabetçilik ve tartışmalı tutumlar ile karakterize edilmiş halde. Bu iklimde siyasi partiler arasındaki gerginlik eğilimleri, siyasi liderlerin etkisi, medyanın rolü ve halkın tepkisellik düzeyi ile toplumsal farklılıkların oluşmasına nasıl yansıyor?  Nasıl bir siyasi gelecek öngörünüz var Türkiye için?
Bir kere saydığınız dinamikler sadece bizim ülkemize özgü değil. Pratik anlamda siyaset dediğimiz tam da bu dinamiklerin optimum yönetilmesidir. Bunların özellikle muhalif yapılar tarafından iyi yönetilememesi siyasi yelpazeyi olduğu gibi sağ/muhafazakar bir yere çekti. Ancak bu başta ekonomi, dış politika, sığınmacı, hukuk, Kürt meselesi gibi sorunları daha da derinleştirdi. Bu anlamda bu gidişatın sürdürülebilir olmadığı kanaatindeyim. 20 yılı aştı daha nasıl sürdürülsün diyebilirsiniz. Benim tespitim bugünden ileriye dönük. Hatta adeta hediye edilen bir genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimini de dahil edebiliriz. Objektif koşullar Türkiye’de siyasi sarkacın sola dönmesini gerektiriyor. Bu koşullar adeta öznesini bekliyor. Böyle olacağını umut ediyorum. Aksi çatışmalı bir çöküş riskini artıracaktır

• Yakın dönemde yargı krizi olarak adlandırılan bir gündemimiz oluştu. Kendi tecrübeleriniz de var. Siyasal çekişmelerde yargı organlarının tarafsızlığı ve güvenilirliği nasıl etkileniyor? 
Bu durum, toplumun adalet sistemi ve hukuki süreçler üzerindeki güvenini nasıl etkiler?
Aslında kriz olarak tanımlanan durum yani AYM’nin kararının gereğinin yapılmaması ilk değil. Benzer birçok karar uygulanmadı, uygulanmıyor. Mahiyet itibariyle AYM kararından farkı olmayan AİHM’in de birçok kararının gereği yapılmıyor. Kavala, Demirtaş, zorunlu din dersi kararı gibi kamuoyunca bilinen kararlar ilk aklıma gelenler. Hatta kamuoyunca takip edilmeyen belki de yüzlerce karar vardır. Tazminat ve dostane çözümün de kötüye kullanıldığını, adeta “parası neyse verir, kararı yerine getirmem!” yaklaşımını düşünürsek esasen Yargıtay’ın, AYM ve AİHM’nin üzerinde  “über temyiz merciinin” Cumhurbaşkanı olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Rahip Bronson, Kaşıkçı, benzeri davalarda son raconu Cumhurbaşkanı kesti! Sorunuza gelecek olursam artık yargıya dair analizlerimizi bilindik kavram setleri ile yapamayız. Artık bir yargı sistemi diyebileceğimiz üzerinde uzlaşılmış, öngörülebilir kurallar dizgesine dayalı bir alan yok. Anomi/kuralsızlık hali var. Dolayısı ile olmayan bir şeyin güveni üzerine de konuşamayız. Yurttaşın adalete ulaşması ancak rastlantısal olabilir. 

Bu yalnızca siyasetin ilgi alanına giren durumlarda değil, basit uyuşmazlıklarda da böyle artık. Sadece içeriden gelen 3-4 dilekçeyi hatırlarsanız ne demek istediğim anlaşılabilir. Özellikle hesaplaşılmayan DGM yargısı, AKP/Fetullahçı yargı dönemleri AKP/MHP iktidarı dönemi ile yargımızı tedavülden kaldırdık. Sonuç olarak olmayan bir şeyin güveni üzerine konuşmak yerine inşasını konuşmamız gerek.

• Yargıtay 3. Ceza Dairesinin Anayasa Mahkemesi üyelerine yönelik suç duyurusunun etkisi ne olacak? Anayasa gündemine evrilen bu suç duyurusu; iktidar, muhalefet ve yargı üçgeninde nasıl bir görüntü oluşturuyor, nasıl görüyorsunuz süreci?
Siyasi atmosfere etki etti zaten. Bundan sonra eğer muhalefet “darbe” tespiti ile uyumlu, müdahale edici ve sonuç alıcı adımlar atmazsa sönümleneceğini, giderek teknik bir çözüme sıkışacağını öngörüyorum. Özellikle Can Atalay’ın tutukluluğunun getirdiği farkındalık hukuk devleti ve etkin, bağımsız tarafsız yargı talebini kitleselleştirebilir. Bu güne kadar aman itiraz etmeyin iktidar zaten bunu istiyor denilerek siyasi pratikten uzaklaştırılmış kitleleri harekete geçirmek de partilerin ve demokratik kitle örgütlerinin, meslek odalarının işi. 

• Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmanın siyasi ve hukuki sonuçları neler olabilir? Bu suç duyurusu, Türkiye’nin için nasıl bir yol ayrımına işaret ediyor; siyasal arenada, güç dengelerinde nasıl bir değişimi temsil ediyor?
Dar anlamda hukuki sonucu olmaz. Yani AYM üyelerinin yargılanması gibi absürt bir duruma evrilmez. Suç duyurusu usulca yargı bürokrasisi tarafından yere bırakılır. Zaten amacına ulaştı. Suç duyurusunda bulunan üyelerin de bir yargılama başlatabileceklerini düşündüklerini sanmıyorum. Zaten AYM kararının uygulanmaması tutumu ilk derece mahkeme başkanının dosyayı Yargıtay’a göndermesi ile netleşmişti. Asıl etkisini AYM’nin yetkileri ve “Bireysel Başvuru” alanında gösterecektir. Tabİi burada da iki süreç önemli: Anayasa değişikliğine vesile edilmesi ve Avrupa Konseyi ve AİHM ile ortaya çıkacak gerilim. AİHM epeydir eylemli olarak Türk yargısını kendi haline bırakmıştı. Orada da çetrefilli siyasi hesaplar işleyecektir. Ama asıl etkisi aynen 2010 AYM değişikliğinde olduğu gibi üretilmiş bir krizin asıl yapılmak istenen değişiklikleri gizlemesi olacaktır.

İLHAN CİHANER

• Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi arasındaki gerilim, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü ilkesi açısından ne anlama geliyor? Erdoğan’ın “hakemlik” söylemi, kimi AKP’lilerin ve meclis başkanı sıfatıyla Kurtulmuş’un açıklamaları AKP’nin buradan anayasa değişikliği dayatması olarak okunur mu? Dertleri bu mu?
Kesinlikle bunun iktidarın epeydir dillendirdiği Anayasa değişikliği için üretilmiş bir kriz olduğunu düşünüyorum. Ancak muhalefet bunu hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı mücadelesinin fırsatına çevirebilir. Siyasi iktidar yargıya tamamen hakim olduğu için ayrıca bir yargıya müdahale pratiğine ihtiyaç duymayacaktır. Dediğim gibi hedef Anayasa değişikliği görünüyor.

• Yargı krizi, Türkiye’nin siyasal atmosferinde yarattığı etkiler ve buna müdahale etmek  açısından muhalefet için nasıl bir başlangıç noktası olabilir?
Demokratik değerlere uygun bir siyasal atmosferin oluşturulması için muhalefetin atması gereken adımları nasıl tarif edilebilirsiniz?
Bakın Netanyahu hükümeti İsrail Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini kısmak isteyince aylarca süren gösteriler tepkiler başlamıştı. Belçika’da hakim savcılar bütçe kesintisi için protestolarda bulunmuştu. Fransa’da, Polonya’da, Pakistan’da hem hukukçular hem halk yargı ile ilgili müdahale girişimlerine karşı direnmişlerdir. Tarafsız ve bağımsız bir yargının olmadığı bir ülkede siyasal mücadele de zora girer. Bu nedenle bu gerilim muhalefet ve hukuk devleti isteyen herkes tarafından doğru anlamda bir fırsata çevrilebilir. Sermaye ve iktidarın çevrelerinde de artık bu kuralsızlık haliyle devam edilemeyeceğini görenler var. Muhalefet öncelikle bu yapıları bir araya getirerek işe başlayabilir.

• Ogün Samast serbest. Katilin serbest kalması siyasi bir sürecin doğal sonucu mu? Hrant’ın katili Ogün Samast’ın serbest bırakılmasının Türkiye’deki hukuk sistemi açısından nasıl etkileri olacaktır, bunun adalet duygusuna ve toplumsal huzura etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Samast’ın serbest kalmasının hukuk tekniğine dair gerekçeleri de var tabii ki. İşte suçu işlediğindeki yaşı koşullu salıverme kuralları falan. Ancak “iyi hal, koşullu salıverme” çeşitli bahanelerle siyasi hükümlülere uygulanmazken burada tam zamanında uygulanması manidar. İnfaz detaylarını bilmeden keskin şeyler söylemek istemem. Ancak burada asıl üzerinde durmamız gereken Hrant Dink cinayetinin etraflıca soruşturulduğuna, başta bürokratlar olmak üzere tüm sorumluların hesap verdiğine dair hiçbirimizin tatmin olmaması. Eleştirilerimizi daha çok hesap vermeyenlerden hesap sormaya yoğunlaştırmamız gerek diye düşünüyorum. 

• CHP’nin yeni genel başkanı kurultay sürecinin hemen bitiminde yargı kriziyle karşılaştı. Bu süreç, CHP’nin politik görüşleri, bakış açısı ve muhalefet hedefleri hakkında ne gibi ipuçları veriyor? Bir de muhalefet toplamı bunu nasıl bir politik praksise dökecek sizce?
Verilen ilk tepkiler bugüne kadarki pasifist, meclise ve AYM’de dava açmaya sıkışmış anlayışın dışında gibi. Henüz başlangıç yapmış kadrolar sözkonusu. Sadece iyi niyetli bir uyarı yapabilirim: geçmişten kadro, entelektüel ve iş yapma tarzı olarak kopmazsanız iktidar gene uzak bir hayal olur ya da geldiğiniz iktidar sizin iktidarınız değildir.
Doğrusu bir muhalefet toplamı diyebileceğimiz bir yapı olduğunu düşünmüyorum henüz. Ama bu kriz bunun oluşumuna yol açabilir.

• CHP’de değişim, sol vurgular, sokakta olacağız gibi sözler üzerine konuşursak;
CHP kongresi sonrası hangi değişimleri bekliyorsunuz? Bir sol vurguya işaret eden neleri gördünüz kongrede siz? "Sokakta olacağız" ifadesiyle neyi kast ediyor CHP tam olarak?
Parti siyasetine yaklaşımım genellikle eleştirel olagelmiştir. Ama dediğim gibi henüz işe başlamış kadrolar var. Birlikte göreceğiz. Sol düşünce söylemin kurultay süreçlerine damga vurması sevindirici. Bu pragmatik gerekçelerle olsa bile tabanda sol düşüncenin hala belirleyici olduğunun göstergesi. Bizler bunları dile getirdiğimizde adeta vebalı gibi davranıldı yıllarca. Bakıp göreceğiz sonrasını.

• Sol’un Türkiye’deki politik tartışmalar, toplumsal dönüşümler, toplumsal ve siyasal krizler karşısında bir alternatif olması için ülkenin bugünkü atmosferinde nasıl bir perspektifle hareket etmesi gerektiğini düşünüyorsunuz? 
Keşke sihirli bir yolu olsa. Ama sosyalist sol ve sosyal demokratların çerçevesi belirlenmiş bir şekilde emek örgütlerini de siyasi alana çekerek yakınlaşmasını sağlamak en iyi başlangıç olacaktır. CHP merkez sağ inşa etmek için harcadığı çabanın yarısını sosyalist sola, sosyal demokrasiyi güçlendirmeye, ezilenleri yakalamaya harcasaydı siyasi atmosferi de değiştirirdi. Neyse, bunları kurultay sürecinde çok yazıp çizdim. Gelecek, özgürlük, eşitlik tabi ki sol düşünce ve değerler etrafında şekillenecektir.