İnsan aklı böyledir. Çoğu zaman gözünün önünd

İnsan aklı böyledir. Çoğu zaman gözünün önündekini görmez. 2003 yılında, İstanbul Vakfı adında bir kuruluştan bir yetkili beni arayıp, İstanbul'un fethinin 550. yılı münasebetiyle, 550 şairin katılacağı bir şiir festivali düzenlediklerini, beni de aralarında görmek istediklerini söyleyinceye kadar, ben de gözümün önündekini görmemiş olduğumu itiraf etmeliyim.

Bu daveti, önce biraz espriyle "Sizce bu ülkede gerçekten 550 şair var mı" sorusuyla karşıladım. Ardından da, "Kim nereyi ve neyi fethetmiş olursa olsun, benim bir fetih kutlaması içinde olamayacağımı" söyleyerek, affımı rica ettim. Benzer bir duyguyu taşıyan, hayata benzer hassasiyetlerle yaklaşan şair arkadaşlarımdan Gülhane Parkı'na gidenler olduğunu hatırlıyorum. Kaldı ki, o ayine büyük bir heyecanla bile katılan şairler üzerinden, "doğru" veya -hele- "dik" olma hali üretecek değilim. Tartışmaya değer bulmakla birlikte, bu yazının konusu değil.

Peki, sonunda söyleyeceğim şeyi, en başında söyleyeyim. Siyaseten yanlış bulunabilir, Türk-İslam sentezinin bu topluma giydirmeye çalıştığı deli gömleklerinden biri olduğu söylenebilir, başka bir yığın itiraz noktaları ileri sürülebilir. Ama görgüsüzlük, başka bir şeydir. "Görmemişin biri" olarak söyleyeceğim, çocukluğumdan beri hatırladığım bu kutlamaların, tam bir görgüsüzlük olduğudur.

Bize ilkokuldan beri kusturulana kadar ezberletilen Ulubatlı Hasan'ın, karadan geçirilen kadırgaların, ortaçağdan yeni çağa geçiş hikayelerinin birer şehir efsanesi olduğunu da burada tartışmayacağım. İsteyen, bu ve benzeri gerçeklerle yüzleşebilme cesaretini kendinde bulabilen, sayısız kaynağa ulaşabilir. Sadece birisini söyleyeyim. Kuşağımdan, kendisini "tarihçi" saymayan, bence "soru sormasını becermek" gibi bir meziyetin sahibi birisinin, Erdoğan Aydın'ın Fatih ve Fetih kitabı, kaynakçasıyla da iyi bir çalışmadır.

Osmanlı için 29 Mayıs, hiç önemli bir gün olmadı. Nerdeyse her gün bir yer fethettiği için, her gün bir kutlamayla geçecekti de ondan mı? İyi de Osmanlı, Grekler bağımsızlığını ilan ettikten sonra bile, bu günü bir sevinç gösterisine dönüştürmeyi denemedi.

Cumhuriyet döneminde ise, kutlama lafları ilk kez, Milli Şef döneminin başında edilmeye başlanmış. İstanbul'un fethi üzerine oluşturulan resmi tarih yazımı da, büyük ölçüde bu dönemin ürünü. Zaten halen faal İstanbul Fetih Cemiyeti'nin, "İstanbul'un 500. ve Müteakip Fetih Yıllarını Kutlama Derneği" adıyla kuruluş çalışmalarını, devlet bu dönemde bizzat destekliyor. Kuruluşu, 1950 yılında Demokrat Parti iktidarı döneminde gerçekleşen derneğin kurucu fahri başkanı, İstanbul Vali ve Belediye Başkanı. Buna rağmen, 1953 yılındaki ilk kutlamalara coşkuyla katılan bir delikanlı olarak Ergun Göze, devletin, yeteri kadar "destekçi" olmadığından yakınıyor. 29 Mayıs 2005 tarihli Tercüman gazetesindeki makalesinde milliyetçi-muhafazakar, Türk-İs-lamcı görüşün öne çıkmış kalemlerinden Göze, devletin, "Yunanistan ve Batı alemini ürkütmekten korktuğu" için ortalıkta gözükmediğini aktarıyor. İlerleyen yıllarda devlet, valisi, garnizon komutanı başta olmak üzere bilumum ileri gelenleriyle "ortaya çıkmakta" bir mahsur görmeyecek; tam tersine baş rolü kapacaktır.

Yukarda sözünü ettiğim tarih yazımının, maddi hatalar bir yana, parodi özelliği taşıyan bir çok unsur barındırdığını söylemeye bile gerek yok. Akademik literatürde ciddiye alınan kaynaklar, Osmanlı'nın henüz kendine bağlayamadığı, göçebe veya yerleşik çiftçilikle uğraşan toplulukları Türk diye adlandırdığı, Türk sıfatının Hıristiyan dünyasında bir bütün olarak Osmanlı müslümanları için kullanıldığı, Fatih Sultan Mehmet'in, had safhada bir 'Türk düşmanı' olduğu noktasında birleşiyorlar. Keza Konstantiniyye'nin "islamiyet" adına fethedildiği tezi de, bırakın II. Mehmet'i, ardı sıra gelen padişahlar açısından da doğrusu pek itibar edilen bir görüş değil. En azından, bu tezler, resmi tarih bakışından daha inandırıcı kanıtlara sahip.

İşte biz "Cumhuriyetçiler", kimsenin hatırlatmaya gerek görmediği bir tarihten beşyüz yıl sonra 'Türk' ve 'Müslüman' kimliğimizi bir fetihle hatırlamaya, ayrıca hatırlatmaya çalışıyoruz.

Bilgisizlikle olacak iş değil bu. Ancak görgüsüzlükle yapılabilecek bir şey. Ellidört yıldır yaptığımız gibi.