Fransa’da yas değil isyan var!

Nurullah Yıldız - Dr., Gazeteci, Çevirmen.

Nahel 17 yaşında tek kurşunla hayatı elinden çalınan Cezayir kökenli bir Fransa yurttaşıydı. Cumhuriyet’in tüm haklarından eşit olarak yararlanacağı, ilkokulda öğrendiği anayasada yazıyordu. Uzun süredir Liberté, Égalité, Fraternité ilkeleri (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik) kafasına kazınmış olsa da Fransa’da eşit kardeşlik görmemiş olan ötekilerin dünyasında ayakta kalmaya çalışan bir gençti. Sosyal uyum projesi kapsamında Rugby takımına gidiyor, meslek eğitimlerini takip ediyor ve paket servisçiliği yaparak annesiyle kurduğu küçük yaşamını sürdürüyordu. Polis kayıtlarında genellikle göçmenlerin yoğunlukta olduğu uyuşturucu, çeteleşme ya da şiddet bağlamında adı geçmiyordu. Hiç gözaltına alınmamıştı. Tertemiz bir sicili olsa da “pis Arap” olarak her an suçlanabilirdi. 

Nahel’in polisin “dur ihtarına” uymuş olmasına rağmen göğsüne kurşun sıkılarak öldürüldüğü o günü daha sonra basına anlatan arkadaşına göre, kafasına ve göğsüne silahın kabzasıyla aldığı darbelerden sonra ayağı frenden kalkmış ve otomatik vitesli olan araç aniden hareket etmiş, hareketlenme başladığında polis silahını ateşlemiş. Yine olayın detayında, ikinci polisin, silahını ateşleyen polise “vur şunu, hadi vursana, korkak olma” gibi ateşleyici konuşmalar yaptığını da aktaran olayın tanığı, korkudan titrediğini ve bu olayı düşünmeden bir saniye bile geçiremediği aktarıyor. 

Yani, Cumhuriyet, polisin “motoru kapat yoksa seni vururum” diyerek tehdit ettiği göçmen bir çocuğu katletmişti. Nahel’in ölümü Fransa tarihine kara bir leke sürmedi. Fransa banliyöleri bunu gayet iyi bilir: Nahel ne ilk ne de son... İsyan yılı olan 2005’te iki genç öldürülmüş, polisler yine aklanmıştı. Genç bir siyahi olan Adama Traore de 2016 yılında polis tarafından aynı Nahel gibi katledilmişti. Günlerce sokaklarda eylemler gerçekleşmiş fakat adalet asla tesis edilememişti. Nahel için de aynı öfke sokağa yansıdı. Fakat bir farkla! 

NeoNaziler Sokakta!

Nahel’in ölümü, uzun süredir emeklilik yasasına karşı çıkmak için sokakları dolduran Fransız işçi sınıfı ve emek yığınlarının eylemlerinin zayıfladığı bir döneme denk geldi. Macron’un neoliberal politikalar ekseninde burjuvaziye verdiği sözü tutmak için emeklilik yaşını tüm yasal prosedürü çiğneyerek arttırması Fransa’da tartışmışlara yol açmış, haftalarca grevler ve eylemler devam etmişti. Eylemlerin sembolik olarak cumartesi günlerine sıkışarak devam ettiği bir dönemde, 27 Haziran sabahı Fransa yine bildiğimiz halini aldı: İsyan hali. Fakat bu direniş ya da eylemlilik ne devrimci bir kalkış ne sınıfsal bir altüst oluş, ne de geçmişteki banliyö isyanlarına benziyordu. 

Cumhuriyet palavrası artık halkına umut ol(a)mayan Fransa’da, faşizm sokakları talan ederken, faşizmi süslemek adına aşırı sağ kelimesi kullanılıyor. Ülkesinde tüm yabancılara düşman olan, eylemlerinde Nazi sembolleri kullanan, sokaklarda insanları taşlayan Neonazi grupları, Nahel için adalet talep edenlere karşı saldırıya geçti. Medya ise bu grupları aşırı sağcı olarak göstermeyi tercih ediyor. 

Polisin Nahel için yapılan eylemlere karşı tavrı “vur emri” almışçasına sertken, Naziler çok rahat eylemler yaptılar ve hiçbiri gözaltına alınmadı. Sokaklarda “Fransız uyan, sen burada kendi vatanındasın” sloganı atarak “gerçek” Fransızları günlerdir sokaklarda adalet arayan göçmenler ve insan hakları savunucularına karşı tahrik ettiler. 

Farklı kentlerde eylem yapan Nazi grupları yanında, polisin arasına sızan ve göstericilere işkenceye varana kadar sert müdahalede bulunan Nazilerin olduğu da tespit edildi. Angers kentinde sokağa çıkan Naziler, eylemcilere saldırdı. Lyon’da sokağa çıkan Naziler ise Fransa milli marşı Marseillaise’i söyleyerek valilik binasının önünde toplandı. Bir başka grup Chambéry’de sokaktaydı. 

Artık bir telefonla hesap ödeyebildiğiniz gibi katilin kim olduğunu da görüntüleyebilir hatta canlı yanında bir katliamı tüm dünyayla da paylaşabiliyorsunuz. Nahel’in katliamı gibi! Teknoloji ilerledikçe, faşizmin alanları da genişlik kazanıyor. Faşizm kendine daima yeni bir alan açabiliyor çünkü faşizm bir yönetim biçimi olarak şiddeti meşrulaştırmanın aracı olarak pusuda bekliyor. Nahel’i öldüren polis için de harekete geçen faşistler, çeşitli uygulamalar üzerinden 17 yaşında bir genci öldüren polis için bağış kampanyası başlattılar. Toplanan bağış 1 milyon euroyu geçmişken, bir katil toplamda 50 yıl çalışarak kazanabileceği parayı bir göçmeni öldürerek kazanmış oldu. 

Polis, Devlet, Şiddet 

Polis şiddeti, sıradan bir güç dengesi içerisinde uygulanan şiddet olarak değil, devlet mekanizmasının “huzuru” sağlamak adına uyguladığı şiddet olarak görülür. Polis ister kaba kuvvet ile ister ateşli silahla olsun, sivil bir birey üzerinde hâkimiyet kurmak için kendisini dayattığında, bu devlet baskısının hissettirilmesi ya da hatırlatılması olarak algılanmalıdır. Devlet, polisinin fiziksel güç kullanımıyla kısıtlamalara başvurur ve şiddeti araçsallaştırarak meşruluk yolunu arar. Böylelikle kendi siyasal hattını şiddet taşlarıyla döşer ve devlet, polisi aracılığıyla siyasal şiddet uygular. Max Weber’in tanımıyla, “devletin şiddeti, meşru şiddet araçları ile gerçekleşen insanın insan üzerindeki baskı biçimine” dönüşür. Bu meşru zemin, devletin varlığının biricik sembolü olan ve sokakta görüldüğü her an devleti hatırlatan polisin işlevidir! Polisin siyasetin işlevsel hale gelmesindeki rolü şiddetin siyaset mekanizmasının merkezinde yer almasıyla ilişkilidir. Siyasetin kaldıracı ise polistir. Varoluş nedeni devletin ve statükonun devamlılığını sağlamak olan polis, şiddetten ayrı düşünülemez. 

Devletin polis aracılığıyla uyguladığı şiddeti meşru kılmak adına yasalar dışında tanıtımlara da ihtiyacı vardır. Bu tanıtımlar medya eliyle ile gerçekleşir. Nahel’in katliamında da aynı senaryoyu gördük. İlk günkü eylemlerde sadece “Nahel için adalet” talep edenleri yansıtan medya, sonraki günlerde sadece “yağma ve yangın” haberleri yaptı. Bir yanda Fransa’da hayatta kalmaya çalışan bir kesim, göçmenler, öteki tarafta onları daima şiddet ve suç ile iç içe göstermeye çalışan medya. 

Bu yangın, Nahel gibi yeni bir gencini daha toprağa vermek istemeyen her göçmen annenin gözyaşını dindirmek için başlatılan isyan nedeniyle çıktı. Bu yangın, şiddetin doğurduğu karşı şiddetin kıvılcımı ateşlemesiyle oluştu. Bunu sanki durup dururken ortaya saçılmış bir göçmen öfkesi olarak yansıtmak isteyenler de oldu. Sokağa yansıyan “ölmek istemiyorum” isyanını, yağma ve talan diye nitelendirildi. Oysaki sokaklara çıkanların belki de tek talebi, “Nahel’i geri istiyoruz” idi. Bu olanaksız talep, zira Nahel artık geri gelmeyecek, sokağa yansıdığında, polisin tavrı çok sertti ve bu sertlik karşısında yoksulun öfkesi eline geçeni yok etmek oldu. Bu isyan ne kadar sürecek bilinmez, fakat 2005 olaylarından bu yana, elli çocuğunu şüpheli polis sorgusu ya da polis şiddeti nedeniyle kaybedenler, sokakları yakmayı sürdürecekler gibi görünüyor.