Galata Köprüsü’nde balık tutmaya meyletmiş bir kadın: Gülcan Köse. Daha sonradan öğreneceğiz ki hayli sıkıntılı bir yaşantısı varmış pek çoğumuz gibi. Belli ki biraz rahatlamak, kaçmak...

Galata Köprüsü’nde balık tutmaya meyletmiş bir kadın: Gülcan Köse. Daha sonradan öğreneceğiz ki hayli sıkıntılı bir yaşantısı varmış pek çoğumuz gibi. Belli ki biraz rahatlamak, kaçmak için soluğu deniz üstünde almış. Nereden bilsin başına gelecekleri.

Düşünmüştür belki de; adına konuşmayalım kadın değiliz ne de olsa. Çünkü bu ülkede kadın olmanın, yurttaş olmanın yanında ikinci bir eksi olduğu malumunuz. Bir kadının gündelik planlarını fiziksel ya da psikolojik tacizleri hesaba katmadan şekillendirmediğini biliyoruz.

Önce Galata Köprüsü’nün namusunu korumaya memur edilmiş güvenlik görevlileri çıkar sahneye. Gülcan’ın ifadesine göre sözle taciz ederler kendisini. Genç kadının tepkisini, üzerlerindeki kıytırık üniformanın kendilerine verdiği meşruiyetle yasal zemine taşırlar. Polis çağırırlar.

Sorunla uğraşmaktansa, her zamanki gibi, ‘hakkını arayan dişli dişi’ modeline kin kusmaya odaklanan Türk polisi, kadını gözaltına alır. Bu sırada yaşanan keyfiyete tepki gösteren genç bir adamı da ‘avukatı mısın ulen’ diyerek tokatlamayı ihmal etmezler elbette.

Polisler karşılaştıkları fiili ceza kanunda nereye oturtacaklarını epey düşünmüş olacaklar ki, beraberlerindeki Gülcan’la bir şehir turuna çıkarlar. Gülcan’ın iddiasına göre taciz burada da sürer. Hatta polislerden biri yaşananları cep telefonuna da kaydeder. Dilini sıkı tutması yönündeki ‘önleyici polisiye tedbirlerin’ ardından salıverilir kadın.

Ama Gülcan inatçıdır. Sirkeci’deki Polis merkezine gidip başına gelenleri anlatır. Pek hoş karşılanmaz elbette. Sonunda polisin polisi kovuşturmayacağını anlayan genç kadın vazgeçer.

Haklısınız, buraya kadar yaşananlarda bir gariplik yok. Her şey ‘prosedüre’ uygun. Durun daha her şey yeni başlıyor. Bir yıl sürecek son derece yaratıcı bir eziyetin planları şekillendirilmeye başlıyor. Ve bir cin fikirli çıkıp, Gülcan’a haddini bildirecek bombanın fitilini ateşliyor:

TCK Madde 225-(1): “Alenen cinsel ilişkide bulunan veya teşhircilik yapan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Muhteşem değil mi? Mahkeme geçtiğimiz günlerde, yanda resmi bulunan iki çocuk annesi Gülcan Köse’nin bu madde uyarınca cezalandırılmasına karar verdi. Elbette ceza ertelendi. Zaten amaç da üzüm yemek değil bağcıyı dövmekti.

Türkiye basını olayı duyurdu: “Köprüde teşhire beş ay ceza” (Hürriyet. 28.6.2008) İnternet portallarındaysa durum daha vahim. Donunu paparazzilere yakalatmış yüzü gözükmeyen bir kadının fotoğrafı eşliğinde: “Teşhirci kadının cezası ertelendi.” (Kent Haber 24.6.2008)

İslamcı basın ise olayın yaşandığı ilk günden beri son derce duyarlıydı: “Gözaltına alındı polisleri şikâyet etti.” (Haber7 10. 9. 2007) Bunlar da hem suçlu hem güçlü yani sevgili okur. “Galata Köprüsü’ne yarın akşam açık kıyafetle gideceğini belirten Köse, ‘görsünler açık kıyafet nasıl olurmuş’ diye konuştu.”

Al ana akımı vur şimdilerin popüler muhalefeti ‘dem kır at’ siyasal İslamcılarına.

Ama biliyorsunuz ki yaşamın muhafazakârlaştırılması gündemimizde değil bu günlerde. Zira mazlum siyasal iktidarın mağduriyeti gözlerimizi kamaştırmış durumda. Ülkede yıllardır talan rüzgârları estiren faşist, İslamcı, darbeci sacayağının bir tarafına ilişmek, en mantıklısı. Statükoyu besleyen, erkek egemen söylemi palazlandıran, toplumsal ilişkilerde yeni güç odakları üretmek konusunda sınırsız malzemeye sahip siyasal İslam’a yakın durmaksa demokratlığın alâmeti farikası. Çünkü ezber bozmak yolu gerçekten engebeli ve sarp. Bedeli çok ağır.

E hal böyle olunca da, bu topraklarda kadına dair ezberlerin siyasal İslam’ın karanlığında çözümsüzlüğü mahkûm edilerek korunmasını talep etmek en akıllı yol gibi görünüyor ‘dem kır at’larımıza ve ilişiklerine.

Bir ara Galata’ya doğru yürümeye de bekleriz. Ama sakın dekoltelerinizle çıkıp gelmeyin e mi, yanınızdaki mazlumların gönlünü kırarsınız falan.

 

***

MEDYAZADE

Geçenlerde adliyede bir işim vardı. Sürmekte olan bir davamla ilgili Reis Beyden ufak bir ricada bulunacaktım. Yanlış anlaşılmasın, davanın gidişatına dair ilk ağızdan bilgi almak için sadece. Sağ olsunlar beni severler. Çaylar söylendi, başladık Reis Beyle sohbete. “Çok yoğunuz Medyazadeciğim” diye yakındı zavallı. Dosyalar önünde yığılı. “Yahu” dedim, “Adli tatil geliyor. Bir iki ay rahatlarsın nasılsa sıkma canını.” “Nerede” diye derince iç geçirdi zavallı. “Memleket sorunları bekler mi? Tam yaz geliyor, iş yükümüz biraz hafifler diye seviniyordum. Genel Kurmay Başkanı aradı geçenlerde. Fikri Sağlar’la olan davasının duruşma gününü erkene çekmemizi istedi. Aman efendim dedim, ne yapıyorsunuz, şöyle güzel bir tatil yapalım sonra sakin kafayla çözeriz her şeyi. Ama nafile. Nuh diyor peygamber demiyor paşam. Meğer o da tatil planlarını erkene çekmiş. Reis Bey, karar elimde olsun da tatile mutlu huzurlu çıkayım demesin mi? O da haklı tabii. Sahi bu arada sen ne için gelmiştin Medyazadeciğim?” “Boş ver Reis Bey” dedim, “Boş ver. Söz konusu askerin mutluluğuysa adalet teferruattır. Allah askere devlete zeval vermesinde şu aciz kulunuz varsın biraz daha beklesin.”

 

***

...Dİyor kİ: “Hadi bugün sesimizi iki kişiye daha duyuralım ne dersiniz? Hadi Türkçe düşünelim...

‘BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR.’ Yeniçağ/ Mustafa Aslan.

Her Türk asker doğar. Daha sonra başka bir dil öğrenmeye cüret edenlerse kaçak olur.