BirGün Pazar’a konuşan Kadri Gürsel, “Muhalefet, seçmenin yaşadığı ağır travmayı hissettiğini ve anladığını seçmene göstermeli. Aksi halde umut kesilir, otoriter yönetim ülkeyi teslim alır. Kılıçdaroğlu’nun bu tehlikeyi gördüğünden emin değilim” diyor.

Gazeteci ve yazar Kadri Gürsel: Muhalefet, seçmenin yaşadığı travmayı hissetmeli

Esat Aydın 

“Bu seçim ülkenin son şansı olabilir. Son demokrasi nefesi olabilir. Hata yapma şansımız yok. Partilerin dar parti çıkarlarından kendisini soyutlaması lazım. “ denilerek girilen seçimlere dair beklenti yüksek olunca kaybın tahribi de büyük oldu. 

Ortadan kalkmış masa, dağılmış, iç tartışmalara gömülmüş muhalefet;  etkisiz sol/ sosyalist partiler ve sendikalar… Topyekun muhalefette kımıldamayan yaprak, kaybolan mevziler…

Kişiselleştirilmiş iktidarın elinde savrulan ülke, ekonomik yıkımında preslenen yoksul halk yığınları; vergiler, zamlar, anti demokratik tutumlar, sermayeye feda edilen ormanlar, gaza boğulan köylü kadınlar, yaşam savunucuları…

Zamlara YRP ve BBP’nin muhalefetini, olağanüstü  toplanan mecliste muhalefet tarafında oy kullanan YRP’yi gördük. 

Erdoğan’ın yerli ve milli muhalefet hayali belki de gerçek oluyor.

Tüm bunların yanında; bir tarafta rejim diğer yanda muhalefet ile ayaklar altına alınmış siyasal katılımı kendince yeniden canlandırma iddiasında olan, “o taraftan bu tarafa geçmiş eskilerle” hareket edenler, değişim taraftarları; medya-siyaset ilişkisinde kaybolan mesafeler, refleksler…

Bu umum manzarayı gazeteci Kadri Gürsel ile konuştuk…

CHP’de tartışma lider değişikliğine kilitlenmiş görünüyor. Liderliğe talip olanlar eksilerle yol alıyor. İmamoğlu ve etrafında toplanan CHP kadrolarının değişim vaat etmedikleri de söyleniyor.

Gündeminde laiklik, yoksulluk, işsizlik, servet transferi, gelir adaletsizliği, haklar ve özgürlükler, kadınlar, gençler, göçmen sorunu, dış politika vesaire olmayan bir tartışmadan anlamlı bir değişim, daha doğrusu yeni bir umut çıkar mı?

CHP’de muhalefetin kullandığı “değişim” sloganının ideoloji, siyaset, partinin dönüşümü ve yapılanması açılarından yüzeysel değil, esaslı olarak neler ifade ettiğini merak ediyorum ve bu içerik yapımının tatminkâr sonuçlarını kısa sürede görmeyi arzuluyorum. Değişimden kastedilen şey değişiklik olarak kalmamalı, yani sadece lider değişikliği. Gerçi bazıları Türk siyasetinde lider değişikliğinin de başlı başına bir değişim anlamına geldiğini söylüyor ama işte yeni liderin fikri altyapısında ne var, partiyi nereye götürmek istiyor, bunları henüz etraflıca bilmiyoruz.  

Şu an asıl mesele seçim yenilgisinin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından yönetilememesi. Kılıçdaroğlu seçimi kesinlikle kazanacağına inanmış ve bir yenilgi halinde ne yapacağına dair plan hazırlamak şöyle dursun herhangi bir zihinsel egzersiz dahi yapmamış. Öyle olduğu anlaşılıyor.

MYK üyelerini istifa ettirdikten sonra bazılarını MYK’da tutup, çoğunu dışarıda bırakmak ve üzerine bir de tartışmalı isimleri MYK’ya almak gibi fahiş hatalar yapıyor. Sanki yenilginin sorumlusu kendisi olmaktan çok MYK’dan uzaklaştırdığı eski yakın çalışma arkadaşlarıymış gibi. Bu da tabii hiç ikna edici değil ve muhalif toplumdaki infial ve öfkeyi artırıyor. Muhalif toplumun kendisine zulmeden bu rejimden kurtulma arzusu hem çok güçlüydü, hem de bunun 2023’te gerçekleşebileceğine güçlü biçimde inanmıştı, bu inancında haksız da sayılmazdı. Şimdi 14-28 Mayıs’larda yaşadığı hayal kırıklığının üzerine Kılıçdaroğlu’nun yenilgi karşısında sorumluluğunu üstlenmekten kaçındığı izlenimini vermesi muhalif toplumun infialini artırıyor ve bu da siyasetten uzaklaşma eğilimini besliyor. Bu gidişat Türkiye’de demokrasiye dönüş umutlarını baltalıyor çünkü böyle giderse muhalif topumun gözünde seçimler anlamını yitirebilir. Muhalefette ne değişirse bu gidişat önlenebilir sorusunun cevabı yenilginin sorumluluğunun Kılıçdaroğlu tarafından üstlenilmesi ve bunun gereği neyse yerine getirilmesidir.



Kılıçdaroğlu’nun tarihsel başarısızlığı dedikleri gibi on bir tane falan seçim kaybetmek değil, asıl başarısızlığı, ana muhalefet lideri olmasından sonra geçen on üç yıl zarfında Türkiye’nin yarım yamalak bir demokrasiden otoriter rejime sürüklenmesini önleyememek.
   
CHP Parti Meclisi toplantısının sembolik bir önemi vardı. Görevden alınan il ve ilçe başkanlarının itirazında İmamoğlu destekçileriyle Kılıçdaroğlu’na destek veren PM üyelerinin sayısı çok yakındı. Bu toplantı CHP’nin geleceği ve bunun üzerinden 2024 ve sonrası için bize ne söylüyor?

Bence bunlar bize CHP’de Kılıçdaroğlu’nun kurultaya partinin genel başkanı olarak gitmek isteyeceğini, buna karşılık Ekrem İmamoğlu’nun da güçlü ve zinde, meşruiyet zemini ise daha sağlam bir rakip olarak Kılıçdaroğlu’nun ya da onun destekleyeceği bir başka genel başkan adayının karşısına çıkabileceğini söylüyor. Kılıçdaroğlu’nun yerel seçimler konusunda bugünden bakarak bile iyimser olmasının nedenlerini anladığımı sanıyorum. Muhtemelen seçmenin, ağır zamlar, vergiler ve bunun sonucunda tahammül edilemez hale gelen hayat şartlarının hesabını iktidardan sormak için muhalefetin adaylarını her şeye rağmen desteklemek isteyebileceğini öngörüyor olmalı. Bütün mesele, CHP’nin başında kalmak istediğini gördüğüm Kılıçdaroğlu’nun seçmenle arasındaki güven ilişkisini yeniden nasıl tesis edeceğinde yatıyor. Bu bir nevi mission impossible.  

Büyük bir ekonomik kriz, işsizlik, yoksulluk, gelir eşitsizliği, servet transferleri ile birlikte vergiler ve zamlar; barınmadan beslenmeye asgari yaşam standartlarında ülkenin küçük bir azınlığı dışında toplumun tamamı için bir tehdit oluşturuyor buradan çıkış için bir iyimserlik taşıyor musunuz, buradan çıkış için bir formül var mı?

Rejimin kendi ekonomi politikasını sürdüremez hale gelmesini ve Türkiye’yi çökerttikten sonra kendisinin de çökmesini beklemek bir çıkış olamayacağına göre tek çare, muhalif siyasetin bu dönemin gerçeklerine göre ama ittifaklarda ısrar ederek yeniden örgütlenmesi, halkla güven ilişkisini yeniden tesis etmesi, alternatiflerini ortaya koymasıdır. 2023 seçimleri Türkiye’nin değişimini daha maliyetli ve daha meşakkatli hale getirirken muhalefetin değişimini ise acil bir zorunluluk olarak dayatmıştır, hem de 2024 yerel seçimleri öncesinde.

Yüksek kurla değer kaybeden TL ile emek maliyeti düşerken, şirketlere teşvik verilirken, “zenginler ve güçlüler için her şey hep zaman yolundayken”; kemer sıkılacak dendiğinde Erdoğan’ın her seferinde rotayı halka çevirmesine ne diyorsunuz?

Neredeyse bütün kamu alımları ve sözde ihalelerde iktidara yakın şirketlerin tercih edilmesi, memur sayısının AKP iktidarı döneminde 2,5 milyondan 5 milyona çıkması, kamuya personel alımlarında mülakatın bir kayırmacılık ve ayrımcılık yöntemi olarak kullanılması, aynı anda birçok kamu kuruluşundan maaş alan yöneticiler ordusu, işte bunlar hep AKP çevrelerinin devletten geçindiğini ve bunun yanı sıra büyük bir servet transferinin yapıldığını, dolayısıyla enflasyonla mücadelede ve bütçe açıklarının kapatılmasında baş koşul olan kamu harcamalarında tasarrufa gidilemeyeceğini gösteriyor. Neticede, seçim ekonomisinin bir sonucu olarak patlayan bütçe açığının finansmanı için zamlar yapılıyor, ağır ek vergiler salınıyor ve orta sınıfın sırtına her zamankinden de ağır bir yük bindiriliyor.   

Seçim sonrasında ülkenin en yakıcı gündemini vergi artışları, temel gıda ürünlerinden ilaca, akaryakıttan doğalgaza  korkunç zamlar; MTV için ek ödeme gibi talepler, orman yangınları sürerken Akbelen’de olduğu gibi orman katliamları oluşturuyor. Parlamenter muhalefetin basın toplantılı, tweet atmalı kınamalarını, meslek odaları ve sendikaların tutumunu , AKP’nin siyasal alternatifsizliğini düşündüren bu büyük toplumsal apati halini,  ataleti nasıl yorumluyorsunuz?

Bu apati, yani tepkisizlik, duyarsızlık hali Türkiye için çok tehlikeli, muhalif toplumun ülkeden ve siyasetten ümidini kesmekte olduğunu düşündürüyor. Umarım bu böyle sürmez. Lakin bunun için muhalefette birçok şeyin değişmesi lazım. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu parti içi iktidarını korur ya da korumaz ama dediğim gibi, seçmen nezdinde uğradığı güven kaybını telafi edebilmesinin çok ama çok zor olduğunu düşünüyorum. Muhalefet, seçmenin yaşadığı ağır travmayı hissettiğini ve anladığını seçmene bunun gerektirdiği değişikliği üreterek göstermezse Türkiye’de seçimler de günün sonunda anlamını yitirebilir ve otoriterlik ülkemizi tam anlamıyla teslim alabilir. Kılıçdaroğlu’nun bu tehlikeyi gördüğünden emin değilim. 

Yılbaşına Mekke fethi, 23 Nisan’a kutlu doğum, Lozan’ın karşısına Ayasofya’nın açılışını koyan; uçakta namazı, kız çocuklarının ayrı okulunu, Menzil şeyhinin cenazesine seferberliği koyan dinselleşme karşısında laiklik konuşmayan muhalefet için ne söylenir?

CHP, Millet İttifakı’nın sağ ve muhafazakâr ortaklarının ideolojik hassasiyetlerini gözeterek laiklik savunusunu gündeminin gerilerine atmayı bir gereklilik olarak görmüş olabilir ama artık değişen zamana uyanmalı ve bir direnç hattını oluşturmak için üzerine düşeni yapmalıdır. Lakin mevcut CHP’nin kendi krizinden başını kaldırıp bunu yapabileceği hakkında iyimser değilim.  

Yakın dönemde yapılan İspanya’daki seçim sonuçları bize ne anlatıyor? Orada her şeye rağmen aşırı sağa geçit verilmedi.  Aşırı sağın dünyada ana akıma dönüşmesine ne diyorsunuz? Oradan bakarak Türkiye için neler söylenebilir?

Avrupa’daki aşırı sağın yükselişi ve bizdeki siyasal İslam’ın siyasi iktidarı ve devleti ele geçirerek rejimi otoriterleştirmesi farklı tarihsel, kültürel ve toplumsal temelleri olan fenomenler. Benzerlikler de yok değil tabii, sağ popülizmler birbirlerinden öğreniyorlar, Avrupa aşırı sağı, Macaristan’daki Viktor Orban mesela, bizim İslamcılardan bazı şeyler öğrenmiş olabilirler; medya özgürlüğünü yok ederek medyayı neredeyse tümüyle iktidara bağlamakta bir rol model oluşturuyor Tayyip Erdoğan’ın izlediği yol.  

Bir dizi ekonomi sorusu ile devam edelim.

Yıl sonu enflasyon tahmini %22,3’ten %58’e yükseltilen 35,7 puanlık beklentilerin üstünde bir artış oldu. 2024’te yüzde 33, 2025’te yüzde 15’lik bir hedef var. Yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 58 belirleyen politika faizini yüzde 17,5’te tutan MB’nin bu yaklaşımını gerçekçi buluyor musunuz? Bu enflasyon hedefi tutar mı?

Bir de Erdoğan Merkez Bankası başkan yardımcılarını da atadı. Bunlar arasında Erdoğan'ın ekonomiden sorumlu başdanışmanı olan Hatice Karahan da bulunuyor. 
Bunlar ekonomi politikasının Erdoğan’ın yakın siyasi hedefi olan 2024 yerel seçimlerinin güdümünde şekillendiğine işaret sayılır mı? 
Seçimlerden sonra Erdoğan ve ne TCMB ilişkisini nasıl öngörüyorsunuz?

Ülkenin genel menfaati ölçü alındığında Erdoğan iktidarının izleye geldiği ekonomi politikasının akıldışı olduğunu söylemek mümkün, çünkü bu politika kriz ve enflasyon üretiyor. Diğer yandan iktidarın ekonomi politiği açısından bakınca bu krizler vasıtasıyla toplumun çoğunluğunun refah ve esenliği hilafına kayırılan kesimlere büyük kaynaklar aktarıldığını, iktidarın çekirdek tabanının krizin etkilerine karşı adeta bir devlet koruması altına alındığını ve bu sayede krizlerin iktidarın aleyhinde siyasal sonuçlar üretme kapasitesinin azaltıldığını görüyoruz. 2023 seçimleri Türkiye’de tencerenin götürmeyeceği iktidarın olmadığı şeklindeki genel kabullenmenin Erdoğan rejimi açısından geçersizleştiğini gözler önüne serdi. Enflasyon her iktidarı götürdü, ama Erdoğan iktidarını götürmüyor. Bilakis enflasyon Erdoğan taraftarlarının meseleye “Reis bizden almaz, alsa da aldığının fazlasını geri verir nasılsa” diye bakmalarına neden oluyor. Kısacası, Erdoğan enflasyonu kabul edilebilir bir seviyeye indiremez çünkü kamu harcamalarında tasarruf yapamaz; bu, onun ekonomi politiğinin inkârı demek olur, inkâr ederse işte o zaman tabanından kendisini iktidarda tutmaya yeter desteği alamaz. Erdoğan’ı iktidarda tutan, tabanının onun şahsında kendisini iktidarda imiş gibi görmesini, iktidarda olmanın haz ve gururunu yaşatmasını sağlayan bir örtüşme, özdeşleşme değil yalnızca, bu fenomen aynı zamanda Reisçi tabana vaat edilen ve şu ana kadar hep yerine getirilmiş olan bir göreceli refah güvencesini de içeriyor ve hatta siyasal İslamcı kimlik siyaseti bu zeminde yürüyor.

Erdoğan kendi yarattığı krizi çözemez, bu başarının ön şartı iç ve dış piyasalar nezdinde güven inşa etmektir. Güven inşa etmek için yetki devretmesi lazım, mevcut halde misal, ekonomi yönetiminde tüm yetkinin Mehmet Şimşek’e devredilmesi gerekiyor. Geçmişte Kemal Derviş ve Turgut Özal ve daha geriye gidersek 1971’de Atilla Karaosmanoğlu örneklerinde görüldüğü gibi. Ama bunu yapamaz, yaparsa kamu kaynaklarının bugün olduğu gibi belli kesimlere transfer edilmesi mümkün olmaz. Merkez Bankası’nın bağımsız hareket etmesi gereğini kabul etmeden nasıl yapacaksınız? Yapamazsınız. Dolayısıyla şimdiki ekonomi ekibinden istenenin 2023’te izlenen çılgın seçim ekonomisinin mukadder görünen tahripkâr sonuçlarının 2024’teki yerel seçimlerin sonrasına ötelenmesini sağlamak. Bence başarı kriteri bu. Çünkü Erdoğan 2024 yerel seçimleri öncesinde de bir seçim ekonomisi izleyecek, buna mecbur. Sonrası Allah kerim diye bakıyor, ekonomi ve dış politikada hiçbir zaman adımlarının orta vadedeki sonuçlarını hesaba katarak, ertesi günü düşünerek hareket etmedi.

Merkez Bankası’ndaki yeni ekibin eli kolu ne kadar serbest kalacak? Bir ipucu, kontrollü kur politikasının terk edilip edilmeyeceğidir. Bakalım kamu bankaları kanalıyla arka kapıdan dolar satıp kuru sabitlemeye devam edecekler mi?  

Gaye Erkan enflasyonda düşüş sürecinin 2024’ün üçüncü çeyreğine, istikrarda da 2025’i işaret etti. Enflasyonun bir süre daha yükselmesini beklediklerini de ifade etti. Tabloyu nasıl buldunuz, bu güncelleme piyasayı nasıl etkileyecek, bir de enflasyon beklentisinin yükselmiş olmasıyla politika faizlerin yükselmesi de gerekmiyor mu?

Enflasyonun yükseleceğini ve düşüşe yerel seçimler sonrasında geçeceğini ifade etmek yerel seçimler öncesinde de seçim ekonomisi izleneceğinin itirafıdır. Politika faiziyle enflasyon seviyesi arasındaki eksi faiz makası Türkiye’de yatırım ikliminin oluşmasının önündeki engellerden yalnızca biri. Düşük faiz, kontrollü kur politikasının sonucu bugünkü gibi eksi rezerv oluyor.  

Son olarak CHP ve Halk TV’nin arasında gerçekleşen son dönemdeki tartışmalara bakarak ne söylenebilir, bir partinin bir kanalla sözleşmesinin olması normal midir, CHP’nin bugün böyle bir adım atmasının anlamı nedir, her iki tarafın da ödeyeceği bedel, kaybedecek şeyleri neler? 

Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından sonra konuya farklı kişi ve kurumlar da müdahil oldu. Bu tartışma medya-siyaset ilişkisi ve mesafesi açısından; hem siyasetçilere hem medya patronlarına hem de medya çalışanlarına nasıl yansır, bu tartışma etkili ve etik bir sonuç elde edilmesine yol açar mı?

Medya özgürlüğünün olmadığı, iktidar ve muhalefetin sesini aynı mecrada duyurma ve karşıt görüşleri yansıtma yeteneğine sahip ana akım medyanın tasfiye edildiği, medya endüstrisinin çok büyük bir kısmının doğrudan iktidar tarafından sahiplenildiği ve kontrol edildiği, muhalefetin medyaya erişiminin alabildiğine kısıtlandığı bir siyasi ortamda, evet, bir muhalefet partisi seçmene sesini duyurmak için bir medya organıyla protokol yapabilir. Bu, rekabetçi otoriter rejim altında kalmış bir Türkiye’de anlayışla karşılanması gereken bir durumdur; mamafih seyirci neyi niçin seyrettiğini bilmelidir. Şeffaflık olmadığı zaman CHP yönetimi ve Halk TV arasında yaşanan krizlere benzer durumlar ortaya çıkabilir ve bu doğal olarak tepki ve şaşkınlık doğurur. Örneğimizde Halk TV ile olan protokolü feshetti diye CHP’yi basın özgürlüğü kriterleri açısından suçlamak yersiz. Bir kere bu tür protokoller medyanın bağımsızlığını teminden ziyade bir bağımlılık ilişkisi oluşturduğu için başlı başına sakıncalı ama ne diyelim, deveye boynun niye eğri diye sormuşlar, nerem doğru ki demiş. Türkiye’deki otoriterlik şartlarında anlayış göstermek gerekir bu tür münasebetlere. CHP bu protokole dayanarak medya hizmeti aldığı ve bunun karşılığını da ödediği kanalın yayın politikasındaki değişiklikten memnun değilse söz konusu protokolü pekâlâ feshedebilir. Bunda garipsenecek bir şey yok. Ama o noktaya gelmeden önce CHP’nin bu protokole atfen sağladığı maddi destek karşılığında kanalın yayın politikasını da etkilime ve hatta denetleme hakkını kendisinde gördüğünü anlıyoruz ki bu başlı başına bir medya özgürlüğü sorunu aslında.