Gençliğimizde burjuva basını der, geçerd

Gençliğimizde burjuva basını der, geçerdik. Diğer cenahın yayınlarını okumazdık. Kalitesiz sağ, propagandif yayınları kastetmiyorum sadece. Fonksiyonel kapitalistlerin (Ernest Mandel'in tabiridir) izlemeden yapamadıkları, ekonominin gündelik gidişatını, iç çatışmalarını, çelişkilerini işleyen gazete ve dergileri kastediyorum.

İngilizcede bu tür yayınların başında Financial Times, Economist, Wall Street Journal gelir. Marx'ın Kapital'i yazarken Economist'i her hafta satır satır okuduğunu biliyoruz. Abartmış olur muyum, bilemem, ama sezgim o ki aramızdaki çekişmelerden, polemiklerden, kapitalizmin nabzını elimizde tutmaya yardım edebilecek bu yayınları izlemeye pek vakit bulamıyoruz. Dolayısıyla, karşı tarafı tanımadan nasıl mücadele verilirse, verilen mücadele de öyle veriliyor.

Sözünü ettiğim yayınların okuyucularına, yani iş adamlarına, şirket yöneticilerine, kapitalistlere doğru --tarafsız demiyorum-haber vermesi gerekir.

Aslında bu gazeteleri, dergileri güvenilir ve uzun ömürlü kılan da haberlerinin bu niteliğidir. Kapitalistler kararlarını kısmen de olsa bu yayınlardan edindikleri bilgilere dayandırdıklarından, sözkonusu gazeteler de 'işin' ciddiyetine uygun gazetecilik yapmak zorundadırlar.

Tabii bu genel tespit, her zaman, her önemli gelişmeye ilişkin bu yayınların performansının aynı olduğu anlamına gelmez.

Mesela, aşağıda kısaca değineceğim önemli bir gelişme Financial Times'da yer almasına rağmen aynı gün Wall Street Journal'da atlanmıştır. Bizim yerli basında ise benim görebildiğim kadarıyla hiç yer almamıştır. Bu gözlemimin hedefi esas olarak tek tek kişilerden daha çok, yayınlar, kuruluşlar, öbekler.

Özellikle farklı olmak, kapitalizmi aşmak iddiasında olanları kastediyorum tabii. Dolayısıyla Birgün'ün bu konuda ayrıca duyarlılık göstermesi ve dikkatli olması gerekir düşüncesindeyim.

***

Atıfta bulunduğum önemli gelişme geçen hafta yaşandı. Bilindiği gibi ve bizim gazetelerde de duyurulduğu üzere Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunun Milenyum Zirvesinde Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez tarihi bir konuşma yaptı.

Chavez, bu konuşmasında dayanışma için hükümetinin, Arjantinden 1 milyar dolara kadar devlet tahvili alacağını deklare etti. Ve de aldı.

Bu şekilde Chavez, ekonomik istikrarını bir ölçüde uluslararası piyasalarda tahvillerine alıcı bulmaya bağlamış olan ABD'ne de ciddi bir tehdit savurmuş oldu. Kimileri bunun sadece bir tehdit olacağını sandı, kimileri ise durumu yakından izlemeye aldı. Financial Times'ı n gelişmeleri yakından izlediği anlaşılıyor 6 Ekim'de çıkan haberle.

Olan şu: Venezüella dünyanın beşinci büyük petrol üreticisi olarak 30 milyar doları aşkı n döviz rezervlerine sahip. Bu rezervlerin önemli bir miktarını bugüne kadar ya devlet tahvilleri alımı ile, ya da doğrudan bankalara yatırarak ABD'de tutmaktaydı.

Chavez'in BM konuşmasının akabinde, Ekim başında yaptığı bir ikinci konuşmada bu kez doğrudan ABD'de tuttukları rezervleri çekme konusundaki kararlılıklarını ilan edince finans dünyası iyice telaşa düştü. Financial Times'ın Venezüella Merkez Bankası direktörü Maza Zavala'ya atışa verdiği habere göre geçtiğimiz dört ay boyunca bu karar zaten uygulamaya konmuşmuş.

Merkez Bankası'nın kullanılabilir 24 milyar dolarlık rezervinin ABD bankalarındaki ve devlet tahvillerindeki 14.4 milyarlık kısmı çekilerek İsviçre'deki Bank for İnternational Settlements'a çoktan yatırılmış bile --veri toplama işini bile adam gibi yapamayan ve bir BM kuruluşu olan bu bankaya da, Mandel Merkez Bankalarının Merkez Bankası derdi.

Venezüella'da olanlar siyasi iradenin popülerleşerek, retorikten uygulamaya, oradan da ütopyalarını yitirmeyenlere örnek olmaya devam ediyor. Bu arada finansiyerler de telaşa kapılıyorlarmış. O kadar olur, onlar da kapılıversinler.