Şimdi HAYIR, tıpkı Deniz’in çağrısı gibi, mevcut koşullara itirazla sınırlı kalmayan, gücünü ve direncini gelecekten alan bir mücadelenin simgesidir

Geleceğin gücü

Aydın Çubukçu

Toplumsal mücadele içindeki bireyi “sonuna kadar kararlı” kılan pek çok etkenden söz edebiliriz. Onun kişisel özellikleri, hem kendi bireysel “tarihinde” hem de yaşadığı çağın tüm ilişkilerinde hareket halinde olan sayısız öğenin ilişkisinden doğar. Herkes kuşkusuz önce kendi yaşadığı ve yaşamakta olduğu ilişkilerin ürünüdür. Ama aynı anda, kendisine nasıl bir gelecek yakıştırdığına bağlı olarak işleyen bir diğer dinamik daha vardır.

Geçmişimizin olduğu kadar kendimize layık gördüğümüz geleceğin de çocuğuyuz.

Öyle ki çoğu kez, önümüzdeki seçenekler arasındaki tercihlerimizi belirleyen bu etken, geçmişin kalıntılarını da temizleyerek, başlangıçta bulunmayan yepyeni sonuçlara yol açabilir. Bloch’un “umut ilkesi”ne az-çok benzeyen bir şeyden söz ediyorum. Buna “gelecek etkisi” diyebiliriz. Geleceğe ilişkin umut ve özlemlerimizin, hayallerimizin ya da tasarılarımızın bugün yapıp ettiklerimizi yönlendiren, biçimlendiren bir etkisi yok mudur?

•••

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya gibi isimlerle simgelenen ve onlarla beraber “yeni bir dünya” için mücadele eden bütün bir devrimciler kuşağı, hiç kuşkusuz 60’lı yılların devrime doğru gittiği duygusu veren dünyasının, ama aynı zamanda bu yeni dünyanın nasıl bir şey olabileceğine dair kendi tasarımlarının da çocuklarıydı.
Denizlerin, o günlerin dünyasının olağanüstü hareketli çelişkileri içinde doğan ve hâlâ her yerde yaşayan umutları ve özlemleri yalnızca kendi eylemlerini ve kendi zamanlarını değil, 45 yıl boyunca bütün gençlik kuşaklarının eylemlerini de bu sayede etkilemiştir. Onları yalnızca ’68 döneminin değil, bütün zamanların mücadeleleri için simge haline getiren, gelecek hakkındaki büyük umutları ve bu umutların zamana ve mekana bağlı olmaksızın geniş kitleler tarafından paylaşılmasıdır.
Gelecek diye bir şeyin olduğuna inanmak, içinde yaşanılan koşulların değiştirilebileceğine güvenmektir. Aynı anlama gelmek üzere, geleceğe güvenmemek ya da inanmamak, bilinçsiz ve eylemsiz bir halde kalmış olmak demektir. İdam sehpası altında Deniz’in kendisi ve eylemi hakkında bir şeyler söylemeyip geleceğe ilişkin program ilkeleri olarak kabul edilebilecek sloganlar atmış olması da dolaysız olarak bununla ilgilidir.


Geçtiğimiz günlerde yığınsal bir heyecanın parolası durumuna gelen “HAYIR” sözcüğünde vücut bulan özlemler de tümüyle yakın ya da uzak geleceğe ilişkindi. Bir tanecik HAYIR oyunun bile, öfkeli bir karşı koyuş olduğu duygusu taşıyan milyonlarca insan, aynı zamanda güçlü bir değiştirme isteğini, daha güzel bir gelecek beklentisini de dile getirmişti. Bu “gelecek” duygusu, açık bir tanımdan, bir programdan yoksun olmasına karşın, sürüp giden bir direniş halini alan ve gittikçe daha genel bir kapsama kavuşan bir HAYIR’ı diri tutmaktadır. Şimdi HAYIR, tıpkı Deniz’in çağrısı gibi, mevcut koşullara itirazla sınırlı kalmayan, gücünü ve direncini gelecekten alan bir mücadelenin simgesidir.

Bunun tersi olarak, bütün hayal hanesi ve politikası, mevcut durumu korumak, kollamak ve muhafaza etmekten ibaret olan kimi “68’liler” büyük rahatlıkla ve üstelik Denizlerin adını da kullanarak, devletçi ve milliyetçi bir zeminde gericilikle, tutuculukla birleşebilmektedir. Onlar için Deniz ve arkadaşları geçmişten ibarettir, bugün ona yüklemeye çalıştıkları işlev de geçip gideni, çürümeye mahkum olanı savunmada kendilerine maske olmasıdır. Oysa böyle bir Deniz yoktur, olmamıştır. Tersini iddia etmek ve bunun üzerinden rant sağlamaya çalışmak alçaklıktır.

•••

Halit Çelenk için derlediğimiz bir kitaba “Geleceğe Adanmış Bir Hayat” adını veriştik. Halit Çelenk, Denizlerin yalnızca avukatları değil, arkadaşları, dostları, ağabeyleri idi. Bütün meslek hayatının en önemli davası Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamla sonuçlanan yargılanmaları olmuştu. Sonraki yıllarda da onları toplumsal ve ahlâki düzlemde savunmaya devam etti. Dava süreci onun için hiç bitmedi. Gelecekte de devam edecekti ve sonunda elbette biz kazanacaktık! Bir sosyalist olarak o, yalnızca geleceğe güvenmekle kalmıyor, mümkün olan en ince ayrıntısına kadar planlayabiliyordu. Gelecek onun açısından “gelmesi beklenen şey” değil, tasarlanabilen ve uygulanabilecek bir politikaydı.
Ölümünden bir yıl önceki 6 Mayıs anmalarına, hastalığı nedeniyle katılamamıştı. Yazılı olarak gönderdiği bildiride, bundan duyduğu üzüntüyü belirtiyor ve “gelecek yıl ve bundan sonraki bütün 6 Mayıslarda birlikte olmaya” söz veriyordu. Sonraki 6 Mayıs’ta gerçekten Karşıyaka mezarlığındaki anma etkinliğine geldi: bir tabutun içindeydi, ama sözünde durmuştu. Bundan böyle bütün 6 Mayıs’larda onu da Denizlerle birlikte olacak, birlikte anılacak. Geleceğin basitçe hayal edilebilir olmadığına, tasarlanıp planlanabileceğine bir de onun bu eylemine bakarak inanabiliriz.