Her ne kadar iptal olsa da, İstanbul Film Festivali’nde Ulusal Yarışma birincim “Eksik” Uluslararası Yarışma birincim ise Gerçeklik (Réalité) oldu

Gezi’den sonra 80’lere bakış

Ulusal Film Yarışması En İyi Filmim: Eksik

Barış Atay ilk filmi ‘Eksik’te, 1980 darbesinin ve dolayısıyla devlet zulmünün çekirdek bir aile içerisinde yarattığı psikolojik ve sosyolojik hasarları ile derinlemesine ve ince bir şekilde hesaplaşıyor. Bildiğiniz tüm 80 ve bunun az sonrası filmlerini unutun, özellikle sıkıcı olanlarını ve bir jenerasyon sonra bu darbenin hâlâ nasıl etkileri olduğunu genç bir yönetmenden izleyin. Darbe sonrası dağılan ailenin annesi Melek (Nur Sürer) iki çocuğunu ayrı büyütmek zorunda kalmıştır. Oğlu Türker/Deniz’i (Barış Atay) albay olan kayınpederi (Uğur Polat) yanında bırakmak zorunda kalan anne, diğer oğlu Devrim’i (Özgür Emre Yıldırım) kilometrelerce uzakta büyütmüştür. Aradan yıllar geçmiştir, ailesinin kendisini bir dava uğruna terk ettiğini düşünerek büyüyen, sol görüşlü olmayan Türker (ama annesi ona Deniz diyor) ile sakat doğmuş erkek kardeşi ve annesi tekrar birleşirler. Bu kavuşma pek çok eksikliğin su yüzüne çıkmasına sebep verir. Filmde herkes kendini bu işe adamış diyebilirim. Kısa bir rolü olsa da Uğur Polat, Şebnem Sönmez, lümpen karakteri içinde Barış Atay çok başarılılar. Ama en büyük alkış Nur Sürer ve sakat sandalyesi içinde bin bir duyguyu yansıtabilen Özgür Emre Yıldırım’a.

Yönetmen, karakterlerin aralarında kurdukları ilişkiler ile seyirciye bu darbenin veya başarıyla sonuçlanmamış devrimin, dağlanmış ama izi kalmış yaralarını hassas bir bakış açısıyla seyirciye takip ettiriyor. Ancak benim daha da ilgimi çeken yönetmenin, Türker’in öfkesini kullanarak, devrimle hesaplaşmayı da ihmal etmemiş olması. Annesi Melek’in uğradığı işkenceler yüzünden sakat doğmak zorunda kalan Devrim’in “devrim alegorisi” olarak karşımıza çıkması cesurca. Devrim karakteri ile “devrim”i, kuyruğunu yutarak kendini yaratmayı sembolize eden ‘ouroboros’a benzettiğini düşünüyorum. Özal ve Evren döneminde despot dedesi ve babaannesiyle büyümüş, okumayı sevmeyen, düzenin adaletsizliğinden bihaber yetişen Türker’in kendi geçmişiyle ve dolayısıyla darbenin, gerçekleşememiş devrimin geçmişiyle hesaplaşmasının en büyük farkı, bunu günümüzde yapıyor olması. 13 yıllık AKP iktidarının hüküm sürdüğü, 80’lere kıyasla çok daha tehlikeli günlerde geçiyor film. Geçmişiyle hesaplaşırken, yürüdüğü yollardaki duvar yazılarını, Türker belki fark etmiyor ancak seyirci “Berkin Elvan ve Ethem Sarısülük isimlerini içeren duvar yazılarını içselleştiriyor. Radyodan Enerji Bakanı’nın Soma ile ilgili açıklama yapan sesini duyduğunda tüyleri diken diken oluyor. Kısacası, filmin en büyük ayrıcalığı, geçmişe ışık tutarak, bugün içinde bulunduğumuz tehlike ile ilgili farkındalık yaratma çabası. Ne yazık ki Eksik filmi, her ne kadar kısıtlı sayıda sinema salonunda vizyona girmiş olsa da, bir şekilde bu filmi izleyin. Bakalım yakın gelecek bizlere neler getirecek ama benim bu filmden kendi payıma aldığım ders şu ki; ne yaparsak yapalım yeter ki insanlığımızdan vermeyelim, ‘Eksik’ olmayalım.

***

Sanki insepşın

İsmi ironik bir şekilde Gerçeklik olan filmin yönetmen koltuğunda Quentin Dupieux oturuyor. Filmin konusunu ne kadar anlatsam da, filmin gerçeküstü absürt tadını anlatmaya yetmeyecektir. Film, iç içe geçen gerçekle rüyalar üzerine serpilen biraz bilimkurgu ve biraz komediyle oldukça garip bir hal almış. Son derece sürükleyici bir anlatım diline ve kurguya sahip olan bu film tam festival tadında bağımsız sinema örneği. Diğer filmlerinde olduğu gibi yönetmenin bu filminde de hayvanlar önemli ve enteresan bir yer tutuyor; video kaset yutmuş yaban domuzu, dondurulmuş hayvanlar ve fare kostümü gibi... Filmde, fare kostümü giyen kişi de, Amerikan Bağımsızının ilk genç kralı olduğunu düşündüğüm, Napoleon Dynamite filminden Jon Heder. Onun oyunculuğunu izlemek ayrı bir keyif. Yönetmenin Fransız gözüyle Amerikan Bağımsız sinemasına bakışı sonucunda oldukça yönetmene has bir dil oluşmuş durumda. Yönetmenin önceki filmlerini (özellikle Dadaist tarzındaki Rubber filmi) yakalama şansı bulduysanız bu sentezin bu filmde kendisini iyice göstermiş olduğunu daha rahat fark edeceksinizdir. Sonuç olarak, ikonoklast Quentin Dupieux’un, karmaşık ama aynı zamanda bir o kadar da basit olmayı başaran bir formülü var, bunu ya seveceksiniz ya da nefret edeceksiniz.