Vampir kanınızı emer, vampir olursunuz. Bir dolunay zamanı kurtadam ısırır, siz de her dolunayda dönüşerek kurtadam olursunuz. “Ne yiyorsan osun” sözü bu anlatılarda tersine işler; sizi ne yiyorsa o olursunuz.

Netflix'te gösterime giren yeni filmlerden Eight for Silver, geleneksel anlatı biçemini değiştiriyor, kurtadam olmayı kurtadam tarafından ısırılmaya değil, bir Çingene lanetine bağlıyor: Çingeneleri kızdırırsanız, iki bin yıldır sakladıkları lanetli gümüş paraları eritip kötücül bir takma diş yapar, sizin o dişleri takıp etrafta birilerini ısırmanızı sağlarlar. Isırılan kişi artık kurtadamdır, dolunayı beklemeye gerek kalmamıştır. Bundan sonra, onun tamamen parçalamayıp ısırmakla yetindikleri kurtadama dönüşecektir. Çingenelerin bu lanet için kullandığı gümüş paralarsa, İsa'yı Romalı askerlere göstermesi karşılığında Yahuda'ya verilen 30 gümüş paradır.

John Coxhead'in Çingeneler ve yerleşik olmayan diğer topluluklara uygulanan zulmü anlattığı 2007 tarihli kitabının adı geliyor akla: The Last Bastion of Racism? (Irkçılığın Son Kalesi?) Babasının günahının bedelini ödeyen masum çocukları, kurtadama dönüşen masum hizmetçi kızları, parçalanan yaşamları izlediğimiz filmde tüm bu dehşetin nedeni, Çingeneler.

∗∗

Öykü akışına tekrar bakalım: Tarih boyunca gezgin yaşam tarzıyla bilinen bir halkın üyesi olan bir grup Çingene, ne hikmetse bu köyün yakınlarına yerleşmek istiyor, toprakta hak iddia ediyorlar. Uyarıları dinleyip gitmedikleri için de, 9-10 arabalık grubun tamamı mülk sahipleri tarafından katlediliyor. Ama 'Çingene kötülüğü' diye bir şey var, değil mi? Neredeyse tüm yazılı ve sözlü anlatılarda hırsızlık, cinayet, yerleşik medeni halkın çocuklarını çalmak gibi uğursuzluklarla 'doğal kötülük kaynağı' olarak anılan Çingeneler, Yahuda'nın gümüşlerini eritip keskin dişlere dönüştürme işini de toprakta hak iddia etmeden önce yapıyorlar. Yani resmen, nehrin aşağı kısmındaki kuzucuğu yemek için “Sen nasıl benim içtiğim suyu kirletirsin?” diye bahane üreten kötü kurda benzetiliyor burada Çingeneler.

Bu ırkçı yaklaşım yeni bir şey değil elbette; toprak mülkiyeti ve aile kavramlarının ortaya çıktığı Tarım Devrimi'yle başlayan süreçte, yerleşik olmayan insan toplulukları daima kötülük kaynağı olarak görülmüştür. Faşizmin de en kolay kullandığı propaganda araçlarından biridir bu: Daha 1926'da, yani henüz Hitler başa geçmemişken, Bavyera'da kabul edilerek tüm Çingenelerin yerel idarelere kayıt olması zorunluluğunu getiren ve kısa sürede tüm Almanya'ya yayılan yasanın adı, “Çingeneler, Serseriler ve Avare Takımıyla Mücadele Yasası”ydı. Hitler iktidara geldikten hemen sonra, Temmuz 1933'te Yahudiler, Çingeneler ve engelliler 'alt-insan' olarak sınıflandırıldı; toplumun üstün ırksal özelliklerini bozdukları gerekçesiyle iğdiş edilmelerine yönelik yasalar çıkarıldı. Çingeneleri ve Yahudileri fişleyip 'dinsizlik', suça eğilim ve toplum düşmanlığıyla genetik ilişkilerini araştıran 'resmi sağlık örgütü' Irksal Hijyen Araştırmaları Merkezi 1936'da kuruldu. Polis teşkilatı bünyesinde kurulan Çingene Tehdidiyle Mücadele Merkez Ofisi'nin doğum tarihi de 1936'dır. Hitler Polonya'yı işgal edip savaşı başlattıktan bir yıl kadar sonra, Avusturya'da Çingenelere özel Lackenbach Toplama Kampı açıldı. Sonrasını soykırıma dair izlediğiniz filmlerden, okuduğunuz kitaplardan tahmin edebilirsiniz.

∗∗

Yahudilerle aynı suçları işleyen (yani 'var olan' ve iki bin yıl önce İsa'yı öldüren!) Çingenelerin uğradığı zulüm onlarınki kadar bilinmiyor, hatta 2023 yapımı bu filmde görülebileceği gibi, hâlâ belli ölçüde meşru gösteriliyor. Ne yazık ki günümüz dünyasında bu hiç de şaşırtıcı değil. Uzun zamandır görülmemiş denli yoğun bir göç sürecinin ortasındayız; savaş ve çatışmalar, açlık ve yoksulluk, geleceğin belirsizliği ve en önemlisi, temel insan haklarının ihlali nedeniyle insanlar büyük kalabalıklar halinde yaşadıkları yeri terk etmek zorunda kalıyor. Farklı biçim ve yoğunlukta yeni 'ırkçılıklar'ın ortaya çıktığı veya eskilerin hortladığı bir 'göç çağı'ndayız.

Ve nasıl Türkiye'de halk bir yandan Suriyelilerden nefret edip bir yandan da akıl almaz bir akıldışılıkla bu hazin göç dalgasının baş aktörlerinden AKPRTE'yi desteklemeyi sürdürüyorsa, diğer ülkelerde de benzer akıldışılıklar yaşanıyor.

Kendini cehalet ve korkuyla bezeli ırkçılığa teslim etmek, küresel kapitalizmin yol açtığı eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için çabalamaktan daha kolay tabii... Ama klasik vampir ve kurtadam anlatılarının mesajını unutuyorlar: Sizi ne yiyorsa ona dönüşürsünüz. Ve her ne kadar öyle sansanız da, aslında sizi ısıran şeyin adı Arap, Çingene, Yahudi, Afrikalı vs. değil...