Ne yazsan bir eksik

Türkiye daha önce benzeri görülmemiş bir “görmemişliği” yaşıyor. Demokrasiyi oy sandığından ibaret gören Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve onun her şeyi “olağanüstü” olan lideri Recep Tayyip Erdoğan ile Cumhuriyet’in “en kanlı” sayfalarını yazıyorlar!

Abartılı bir cümle mi oldu?

Geriye dönüp kıyaslamalı olarak bakalım.

Ülkenin en kanlı dönemi diye hep 12 Eylül öncesi 1970’li yılların ikinci yarısı gösterilir. Seri katil olan bir devletin işleyebileceği ne kadar toplu cinayet varsa hepsinin sahneye konulduğu bu dönemde öldürülenler 12 Eylül Cuntası’nın “haklılık” temeli olmuştu:

-Tam 5 bin kişi öldü, sevgili Muğlalılar, Sivaslılar, Ankaralılar, Kahramanmaraşlılar!

General Kenan Evren gittiği her kentte kürsüye çıkar böyle gürlerdi. Sonra da eklerdi:

-Bu rakam Sakarya Savaşı’nda verdiğimiz şehitlerin sayısına denktir!

General Evren’in haksızlığını bir kenara ayırırsak verdiği rakam konusunda herkes mutabıktır. Evet, 5 bin kişiyi öldürdüler, öldürttüler!

Peki AKP’nin iktidar yıllarında ne kadar kişi öldürüldü?

Sadece Çalışma Bakanı Faruk Çelik döneminde 5 bin işçi iş kazası sonucu öldü!

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporuna göre AKP’nin 12 yıllık iktidarı boyunca iş kazalarında hayatını kaybeden işçi sayısı ise 14 bin 555 kişiye ulaşmış durumda!

Raporu hazırlayan Meclis bu sayının üstüne bir not düşüyor:

-En az 14 bin 555 işçi! diyor.

Çünkü “kayıtdışı” işçi çalıştırma olduğu gibi “kayıtdışı iş kazaları” da var. Onları kamuoyu bilmiyor. Ancak, Soma ve Ermenek gibi toplu cinayetlerde biraz bilgi sahibi olabiliyoruz.

Gazetelerin yazı işlerinde çalışanlar bilirler. Trafik kazaları 10 kişiyi geçmezse “haber” olmaz!.. Bu sayı aşılırsa “toplayın” diye bir komut gelir, gazetenin üst düzeyinden ve ertesi gün okurlar tek sütun olarak okurlar:

-Yurdun çeşitli yerlerinde meydana gelen trafik kazalarında 10 kişi hayatını kaybetti.

AKP döneminde iş kazaları böyle oldu. En az 10 işçinin ölümü 1 haber olabiliyor.

23 Nisan Başbakanı kıvamında bir sevimliliğe(!) sahip Ahmet Davutoğlu, Ermenek katliamı sonrasında büyük bir “saflıkla” şöyle dedi:

-İşçi kardeşlerim de haklarına sahip çıksınlar!

Ne güzel değil mi?

Sendikaya üye olan işçiyi kapının önüne koy, orada durup “Anayasal hakkım” diyen işçiye biber gazı, plastik mermi, cop, kurşun sık… Sonra büyük bir rahatlıkla “Sen de haklarına sahip çık be işçi kardeş!” de…

Soma’nın Yırca köyünde 6 bin zeytin ağacını kestiler, termik santral için… Validebağ’ı imara açmak için de cami tezgâhı kurdular. Ama bunların en tepesinde liderleri var:

Atatürk Orman Çiftliği’ni yasadışı biçimde işgal edip oraya devasa bir “Kaçak Saray” kondurdular!..

Ülke bir istilaya uğramış halde…

Bu yüzden yazının başına dönüyoruz:

-Ne yazsan bir eksik kalıyor!

***

Bir Metropolit’e karşı söyledi:

Keşke Müslüman olsaydınız!

Geçen hafta Süryaniler ile ilgili bir belgesel çekmek için Mardin’deydik. Deyrul Zafaran Manastırı’nda  bulunduğumuz sırada Mardin – Diyarbakır Süryani Ortodoks Metropoliti Mor Filüksinos Saliba Özmen dışardan gelerek konut olarak kullandığı bölüme yöneldi. Merdivenleri çıkarken, manastırı ziyaret etmekte olan bir kadın el kol hareketleriyle Metropolit’e doğru hamle yaptı.

Her halde fotoğraf çektirecekti. Uzaktan öyle görünüyordu. Kadın ile Metropolit bir şeyler konuştular. Sonra ayrıldılar.

Daha sonra öğrendik ki, kadın genç Metropolite “iltifat” etmiş:

-Ne kadar nurlu bir yüzünüz var!

Sonra da yıkmış perdeyi eylemiş viran:

-Keşke Müslüman olsaydınız!..