Henri Lefebvre 60’larda hem kapitalist tüketim toplumunu radikal eleştirisini yapan, hem de reel sosyalizmlere alternatifler arayan...

Henri Lefebvre 60’larda hem kapitalist tüketim toplumunu radikal eleştirisini yapan, hem de reel sosyalizmlere alternatifler arayan, Mayıs 68’e hayat veren düşünceleri geliştiren düşünürlerden biriydi . Yirminci yüzyılın hemen başında dünyaya geldi. Yüzyılın bütün önemli politik olaylarına tanıklık etmenin ötesinde bunlardan bazılarının gelişmesinde etkili oldu, bazılarına katıldı.

Bask kökenli sofu annesinin bağlı olduğu Katolik kilisesine, babasının temsil ettiği burjuva değerlerine ilk gençlik yıllarından itibaren başkaldırdı. Fakat beri yandan, kilisenin lanetlediği, engizisyonun cezalandırdığı heretik tarikatlara, özellikle de onikinci ve onüçünçü yüzyıllarda Batı Pireneler’de yaygın olan ve İsa’nın fiziksel bir bedene sahip olmadığını, aslında onun bir melek olduğunu, bu nedenle acı çekmediğini ve dirilmeyeceğini savunan Kathar heretizmine sempati duydu.

Yaşamının son yıllarını annesinin şehri olan Navarrenx’de geçirdi ve 1991 yılında orada hayata gözlerini yumdu. Surlarla çevrili bu ortaçağ şehrini ve çevresindeki pastoral hayatı seviyordu. Fakat bu şehre sevgisi Heidegger tarzı atavistik bir geçmiş özlemi içermiyordu. Onun asıl ortamı metropoldü. Birinci dünya savaşı patlak verdiğinde Paris’de bir lisede okuyordu. Metropol hayatı ona yeni imkânlar sundu, entelektüel gelişiminde etkili oldu.

Felsefe eğitimi için gittiği Aix-en- Provence’de Katolik düşünür Maurice Blondel’in derslerini izledi. Blondel’in oldukça aykırı düşünceleri vardı. Modernist olduğu, teolojiyi rasyonelleştirdiği gerekçesiyle muhafazakar yeni-Thomist teologlarca eleştiriliyordu. Onun geliştirdiği “yeni teoloji “ kilisenin modern dünya ve bilimle bağ kurmasını sağladı, İkinci Vatikan Konseyi’nin dini ve vicdani özgürlükler konusundaki düşüncelerinin içimlenmesinde de etkili oldu. Sorbonne’da savunduğu doktora tezinin genişleterek yazdığı L’Action (Eylem) başlıklı çalışmasında özne ve eylem ilişkisini ele almış, insanın saf spekülatif bir varlık olamayacağını, onun için eylemin kaçınılmaz olduğunu ileri sürerek bir eylem felsefesi geliştirmişti.

Blondel’in tezleri genç felsefe öğrencisi Lefebvre’yi hayli etkilemişti. Blondel’in eylem felsefesinden Nietszche’nin sanatı, müziği, şiiri yücelten, bedensel hazları olumlayan felsefesine geçmesi zor olmadı. Nietzsche’deki aşma, (überwinden) kavramını Hegel’in kaçınılmaz tarihsel ilerleme anlayışına bir alternatif olarak görmüştü.

Marx ve Nietzsche’yi biraraya getirmenin onun asli projesi olduğu da söylenebilir. Genç Marx’ın 1844 Elyazmaları’ndaki yabancılaşma nosyonunu , hümanist Markizmi , “insanca çok insanca’ diyen ve insanı aşmayı öneren Nietzsche ile birlikte düşündü. Ona göre “üst insan” tam da Marx’ın sözünü ettiği her türlü yabancılaşmadan kurtulmuş “bütünlüklü insan”dı. Mekanın Üretimi’nde “İnsani devrimin yolu ile üst insanın kahramanca yolu
mekânın kavşağında buluşurlar” der.

Komünist Parti’ye (FKP) 1920’lerde katıldı. Partinin kuramcılarından biri oldu, hümanist Marksizmi geliştirdi. 1956 Macar ayaklanmasının bastırılmasını eleştirince ihraç edildi. O tarihten sonra yerleşik ve dogmatik sol örgütlerle pek ilişkisi olmadı. Avangart sanat akımlarına yakın olmayı, onlarla yakın temasta bulunmayı parti politikalarına tercih etti.

Dadacılar ile 1920’lerde , Cabaret Voltaire’deki şok edici performanslarının benzerlerini gerçekleştirmek için Zürih’den Paris’e geldiklerinde tanışmıştı . Dadacılık , Avrupa’nın ortasındaki birinci büyük savaşa , siperlerdeki ölümlere verilen bir tepkiydi. Dadacılar, Adorno ve Horkheimer’in ikinci büyük savaşın ardından Negatif Diyalektik’te ileri sürecekleri Aydınlanma’nın barbarlığa dönüştüğü, bilimsel ilerlemenin ve teknik rasyonelliğin akıl tutulmasıyla sonuçlandığı tezlerini daha o yıllarda işliyorlardı.

Dadacılık aynı zamanda , yirminci yüzyılda Gerçeküstücülükten geçerek Durumcular’a uzanan bir dizi sanat akımının başlangıç noktasıydı. Bunların ortak noktaları gündelik hayatın içinde şiirsel olanı yakalamaktı. Söz konusu avangart akımları Lefebvre için çekiçi kılan da buydu. Bu akımların hepsiyle temas kurdu.Bunun da ötesinde, hem Mayıs 68’i etkiledi , hem de 68 sonrası kimi radikal hareketler üzerinde hayli etkili oldu.

Lefebvre gündelik hayatın rutinliğine rağmen insana yabancılaşmadan kurtulma, sıradan ve alışılmış olanı olağanüstüne dönüştürme imkanı sunduğunu da belirtti. Gelip geçen an’ların (moments) onca kısalıklarına rağmen gündelik hayatın akışından kopma ve hayatı bütünlüğü, “sonluluğu ve sonsuzluğu” içinde algılama potansiyeli taşıdıkların ileri sürdü. Tıpkı, James Joyce’un Ulysses’de en küçük ayrıntılarıyla anlattığı modern bir epik niteliği kazandırdığı o sıradan yaz gününde olduğu gibi.

Lefebvre kapitalizm ve mekân ilişkisini ayrıntılı biçimde ele alan, kapitalizmin varlığını sürdürebilmek için mekanı nasıl yeniden ürettiğini inceleyen ilk Marksist düşünürdür. O modern kapitalist toplumda Kartezyen logos’a göre düzenlenen şehir mekanında kendiliğindenliğin, canlılık ve yaratıcılığın denetim altına alınmak, bastırılmak istendiğini vurguladı. Demokratik bir şehir hayatını savundu, radikal teori ve politikaya mekan devrimi nosyonunu kazandırdı. Bürokratik hegemonyaya ve onun şehir hayatını rutinleştirmesine alternatif olarak şehri yoğun duyumsal deneyimlerin sitesi, baskılanmış arzuların özgürleştiği uzam haline getirecek kolektif direniş ritüelleri, şenlikler önerdi. Lefebvre’ye göre protestolar, genel grevler, fabrika ve üniversite işgalleri, protestolar, sokak eylemleri, hepsi festival ve karnaval ruhuyla olmalı; çünkü, “geçmişin devrimleri de festivaldi” . Varoluşun bütünlük içinde deneyimlendiği tarihsel esriklik anları, kendiliğinden ve ani patlamalar.

Şunu da eklemeliyim: Tıpkı Marcuse gibi, Lefebvre’nin kahramanı da Prometheus değil, Orpheus’dur. O, liberter komünizme radikal bir Epikürcülük katan devrimci düşünürlerden biridir . (Bir diğeri Marcuse).