AKP iktidarı boyunca “Harika Çocuk Yasası” ve “Özel Statü Modeli” hiç kullanılmadı. Anayasa’da desteklenen bu konuda adım atılmadığı gibi, süregitmesi beklenen atılımların da önüne ket vuruluyor.

Harika çocuklar nerede?

Hande Çiğdemoğlu - Yazar

11 Haziran 2023’te kaybettiğimiz 
Suna Kan’ın anısına

Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur. Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur. Bir milletin sanat yeteneği güzel sanatlara verdiği değerle ölçülür.

Mustafa Kemal Atatürk

1924’te İstanbul’da padişaha bağlı olarak görev yapan Mızıka-yı Hümâyun’un (Saray Orkestra ve Bandosu) orkestra, bando ve incesaz takımı, Ankara’ya nakledilerek Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası adıyla faaliyet gösteriyor.

Cumhuriyetle gelen devrim, her alanda olduğu gibi sanat alanında da parlak gelişimini sürdürüyor. Ankara Cebeci’de gerçekleşen klasik batı müziği konserlerini, devlet erkânı, bürokratlar ve halk ilgiyle takip ediyor. 

Sene 1946. Dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü, ailesiyle birlikte konserleri kaçırmamaya çalışıyor. Oğlu Erdal İnönü ile birlikte katıldığı konserlerin birinde harika bir sürpriz ile karşılaşacaklar. Piyanist ve eğitimci Mithat Fenmen ile Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası başkemancısı Orhan Borar’ın Cebeci’deki Ankara Devlet Konservatuarı’nda düzenlediği konserin sonunda sahneye 4 yaşında bir kız çocuğu çıkacak. Üzerine notalar konularak yükseltilen piyano sandalyesine hevesle kurulacak ve üç parça çalacak. Seyirci, İdil Biret olarak takdim edilen bu çocuğu şaşkınlıkla ve hayranlıkla ayakta alkışlayacak. 

Aynı yılın Nisan ayında bu kez sahnede başka bir harika çocuk var. Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası kemancısı Nuri Kan’ın 10 yaşındaki kızı Suna Kan, 5 yaşında başladığı keman eğitimini, ilk resitalini sergileyerek taçlandırıyor. Ankara Devlet Konservatuarı konser salonu, bu kez Mozart’ın 5. Konçerto’sunu seslendiren bu çocuk için alkışlara boğulacak. 

Bu iki yetenekli çocuk, sahnelerde parlarken İsmet İnönü, onların gelişimi için bir adım atma mecburiyeti hissediyor, meclise bir yasa tasarısı sunuyor. Mithat Fenmen’in tavsiyesiyle İdil Biret’in yurtdışında eğitim alması için düzenlenen yasa, meclis komisyonundayken bizzat dinlediği ve öğretmenleri tarafından yeteneği tavsiye edilen Suna Kan’ı da yasaya eklemek istiyor. Kanun Milli Eğitim ve Bütçe Komisyonlarından geçtikten sonra 7 Temmuz 1948’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’na geliyor, sonunda 245 üyeden 239’unun kabul oyuyla uygulanabilir hale geliyor. Harika Çocuk ya da İdil-Suna Yasası olarak bilinen asıl adı “İdil Biret ve Suna Kan’ın Yabancı Memleketlere Müzik Tahsiline Gönderilmesine Dair Kanun” adıyla düzenlenen bu yasa, sanat adına cumhuriyet tarihinin en güzel kararlarından biri olarak tarihe geçiyor. Sonunda 12 yaşındaki Suna Kan, 8 ay sonra da 7 yaşındaki İdil Biret müzik eğitimi almak için devlet tarafından yurtdışına gönderiliyor. 

15 Şubat 1956 tarihinde İdil Biret ve Suna Kan’ın bütün hakları saklı tutularak yeni bir kanuna imza atılıyor. Sadece müzik değil tüm güzel sanat dallarını kapsayan “Güzel Sanatlarda Fevkalade İstidat Gösteren Çocukların Devlet Tarafından Yetiştirilmesi Hakkında Kanun” çıkarılıyor. Böylece yasanın kapsamı genişletilerek sanatsal anlamda yetenekli çocukların gelişmesi için devlet olanakları kullanılıyor. Bu kanun ile yıllar içinde Verda Erman, Ateş Pars, Neveser-Nevbahar Aksoy, Hüseyin Sermet gibi tam 11 harika çocuk, piyano, keman, orkestra şefliği ve kompozitörlük, resim gibi alanlarda sanat eğitimi almak üzere yurtdışına gönderiliyor. 

1968 yılından sonra yetkili Milli Eğitim Bakanlığı, yasada öngörülen komisyonu kurmadığı için ne yazık ki yasa işlemez hale geliyor. Piyanist ve eğitimci Mithat Fenmen ve İlhan Baran bu boşluğu doldurmak, genç sanatçıların ilerlemesini sağlamak istiyor. Bu sebeple konservatuarda hızlandırılmış yoğun eğitime olanak tanıyan “Özel Statü” modeli geliştiriyorlar. Mithat Fenmen’in ısrarlı takibi sonucunda “Müzik Alanında Özel İstidat ve Kabiliyetli Çocukların Devlet Konservatuarlarında Yetiştirilmesine Dair Geçici Yönetmelik” adıyla 15 Ekim 1976’da Bakanlar Kurulunca onaylanarak yürürlüğe giriyor. İçinde Fazıl Say ve Tuluyhan Uğurlu’nun bulunduğu 11 çocuk daha bu imkândan yararlanıyor, müzik alanında özel eğitim görerek gelişiyor. 

Zaman ilerledikçe konservatuarlarda “Özel Statü” modeli gittikçe yavaşlıyor ve işlemez hale geliyor. En son 1998 yılında 8 yaşındaki Emrecan Yavuz, dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın onayı ile kurulan Uzmanlar Kurulu’nca Ankara Devlet Konservatuvarı’nda 5 yıl boyunca eğitim alıyor. Sonrasında kendi imkânlarını kullanmak zorunda kalarak Viyana’da eğitimini sürdürüyor. Bu tarihten sonra ne adı geçen yasalar uygulanıyor ne de sanatın ve sanatçının gelişmesi için adımlar atılıyor. 

Aradan geçen 22 senede yani AKP iktidarı boyunca “Harika Çocuk Yasası” ve “Özel Statü Modeli” hiç kullanılmıyor. Anayasa ve sözleşmelerle desteklenen bu konu için adım atılmamakla birlikte, süregitmesi beklenen atılımların da önüne ket vuruluyor. Ülke koşulları sanatçıların ayakta durmasını zorlaştırırken, devlet pek çok konuda olduğu gibi modern sanat konusunda ilgisizliğe hatta negatif ayrımcılığa yöneliyor. Devlet olanakları kimilerine cömertçe tahsis edilse de güzel sanatlar alanında özel yetenekli çocuklar bundan faydalanamıyor. 

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 5. maddesi “Kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır” der. Buna göre devletin birincil görevleri arasında yurttaşlarının maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli koşulları hazırlamak vardır. Yurttaşların diğer alanlarda olduğu gibi eğitim ve sanat alanındaki bu hakkı, anayasanın 17. maddesi ile de desteklenir. “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” Öte yandan taraf olduğumuz Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 27. maddesi “Taraf Devletler, her çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal ve toplumsal gelişmesini sağlayacak yeterli bir hayat seviyesine hakkı olduğunu kabul eder” der. Aynı konu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından da güvence altına alınır. 

Türkiye’de eğitim hakkı, anayasanın ekonomik ve sosyal haklar başlığı altında düzenleniyor ve bu hakların sağlanmasında devletin maddi olanakları bahane ediliyor. Üstelik gittikçe bozulan ekonomik koşullar, kısıtlanmış özgürlük alanları, sınıfsal ayrımın belirginleşmesi, halihazırda sanatla uğraşanların hayatlarını başka şekillerde kazanmaya zorlarken, işini itibarla ve özgürce yapmak isteyenlerin pek çoğunu ülke dışına itiyor. Böylece eğitim kurumlarında yenilerini yetiştirecek sanatçı sayısı azalıyor. 

İddia edilen “Türkiye Yüzyılı”, son yirmi senede olduğu gibi eğitim ve sanatın gerekli değeri görmediği bir yaklaşımla başlıyor. İktidar, ne yazık ki devlet imkânlarını belli bir kesimin çıkarları doğrultusunda tarafgir bir yaklaşımla ve yönünü aydınlığa çevirmeden yönetiyor. Ne anayasa, ne sözleşmeler, ne geçmiş mirası, ne gelecek öngörüsü bu yönelimi değiştirmiyor. Bu ülkenin “harika çocukları” hayatlarını, harika olmayan koşullarda sürdürmeye devam ederken, binlerce “harika çocuk”un yıldızı ise henüz keşfedilme imkânı bulmadan ve desteklenmeden sönüyor.