Hatırlatmalar | Köy Enstitüleri: Karşıdevrim eşiğinde ilk hedef

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

Kuşkusuz Cumhuriyet’in eğitim atılımları içinde en çok saldırıya uğrayan proje Köy Enstitüleridir. Liberallerden şeriatçılara uzanan geniş bir cephe Köy Enstitüsü karşıtlığında birleşirken, onları bir araya getiren bağlamı anlamak, öncelikle Enstitülerin kuruluşundaki ekonomi-politiği anlamayı gerektirmektedir. 

Köy Enstitülerinin kurulması kısaca iki eksen üzerinden değerlendirilebilir. Bunlardan ilki, nüfusun %80’inin köylerde yaşadığı bir toplumda, hem ekonomik kalkınmayı hem de kültürel kalkınmayı hızla sağlamak; yaşam standardı yükselmiş, aydınlanmış bir toplum yaratmaktır.

Dolayısıyla kalkınmayı ve refahı kır-kent ayrımı olmaksızın tüm ülkeye yaymaktır. İkincisi ise, yeni rejimin değerlerini yine kır-kent ayrımı olmaksızın yaygınlaştırmak, tebaa niteliğindeki kitleleri yurttaşlaştırmak ve Cumhuriyet’i halka mal etmektir. Bu siyasi tutum, erken Cumhuriyet döneminin devrimci karakterini yansıtırken, bağımsızlıkçı, kalkınmacı, halkçı politikalarıyla da uyum içindedir. 

Ancak 1950’lere giderken bu politikalar köklü bir değişime uğramış; buna paralel olarak eğitim alanı da dönüşmeye başlamıştır. Dönüşümün nedeni, 2. Dünya Savaşı sonrası hem dış siyasette hem iç siyasette ortaya çıkan yeni koşullardır. Dış siyasette ortaya çıkan yeni durum, savaş sonrası uluslararası kapitalist sistemin yeniden yapılanma sürecine girerek sınırlarını genişletmesi; bu arada ABD ile SSCB arasında başlayan Soğuk Savaş’ın iki kutuplu bir dünya yaratmasıdır. Türkiye bu evrede ABD eksenine girerek ekonomik ve askerî yardım paketlerinden yararlanmaya başlamış, 1947’de IMF ve Dünya Bankası’na üye olmuş, NATO üyeliğinin de gerçekleşmesiyle emperyalist kapitalist sisteme askerî ve ekonomik olarak eklemlenmiştir. 

İç siyasette ise, Türkiye 2. Dünya Savaşına girmese de savaş ekonomisi koşulları iktidardaki CHP’ye karşı toplumsal hoşnutsuzluğu giderek artırmıştır. Ancak daha önemlisi, ülkedeki sermaye sınıflarının savaş yıllarını fırsata çevirerek hızla zenginleşip güçlenmesi ve bu gücü korumak istemeleridir. Bu dönemde ticaret burjuvazisi kendi çıkarlarını devam ettirecek bir ekonomik dönüşüm için CHP üzerinde baskı kurarken, büyük toprak sahipleri de kendi varlıkları için tehdit olarak gördükleri Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, Köy Enstitüleri gibi uygulamaların kaldırılması yönünde hamlelerde bulunmuşlardır. 

Böylece hem dış politikada Amerikancılığa eklemlenme süreci hem de buna bağlı olarak iç politikada büyük sermaye tarafında hizalanma, CHP’nin devletçilik politikasından tavizler vermesine, planlı ve korumacı kalkınma stratejisinden vazgeçmesine neden olmuş; dış yardımlara ve yabancı sermayeye bağımlı bir ekonomik dönüşümün ilk adımları atılmıştır.  

Piyasacılık ve İslamcılık Bir Arada 

Kapitalist yeniden yapılanma sürecinin diğer bir boyutu ise NATO’cu antikomünist propaganda doğrultusunda dinselleşme politikalarının önünün açılması, laiklik ilkesinden tavizlerin verilmeye başlamasıdır. Özellikle CHP’nin Yedinci Kurultayı (1947), popülist din politikalarının gündeme gelmesi ve din-devlet ilişkilerinin dönüşmesi bağlamında önemli bir kırılma yaratmıştır. Nitekim bunun sonucunda ilk olarak okul programlarına seçmeli din dersleri eklenmiş ve imam hatip kursları açılmıştır. 

CHP’deki bu dönüşüm sağ siyasetin önünü açarken, sol karşıtlığı giderek yükselmiş; sol ile ilişkilendirilen aydınlanma, ilerleme, laiklik, kamuculuk, bağımsızlıkçılık gibi değerler kriminalize edilerek, baskı altına alınmıştır. Keza bu değerler üzerine kurulmuş olan Köy Enstitüleri de “komünist yuvası” olmakla, “fuhuş yuvası” olmakla suçlanmış ve kapatılmaları için propaganda süreci başlamıştır.  

Tüm bunlar o dönem için sağın esas iktidarı olacak Demokrat Parti’nin (DP) de iktidar yolunu açmıştır. 1950’de iktidara gelen DP, liberal ekonomi programı ile İslamcılığı birleştiren Amerikancı politikaları büyük bir kararlılıkla uygulamıştır. Elbette bu eğilim, eğitim politikalarının da dinselleşme ve liberalleşme bağlamında yeniden yapılandırılmasını beraberinde getirmiş; bu iki amaçla çelişen Köy Enstitüleri ise doğrudan bir hedef haline gelmiştir. Diğer yandan Köy Enstitülerinin DP’nin sırtını yasladığı büyük toprak sahiplerini ve Anadolu eşrafını ürkütmesi de kapatılmaları için önemli bir politik motivasyon sağlamıştır. 

Bu bağlamda DP iktidarının eğitim politikalarını, Cumhuriyet’in kurucu döneminin felsefesini sembolize eden Köy Enstitülerini kapatmak ve siyasal İslam’ın simgesi olan imam hatipleri açmak şeklinde özetlemek olanaklıdır. Böylece özellikle taşrada Köy Enstitülerinin yerini imam hatipler, İlim Yayma Cemiyeti gibi birçok tarikat, Komünizmle Mücadele Dernekleri almıştır. 

Dolayısıyla Cumhuriyet kendini eğitimdeki ilerici adımlar üzerine inşa etmek isterken, Cumhuriyet’in tasfiyesi de eğitime yapılan gerici saldırılarla başlamıştır. Bu nedenle bugün Köy Enstitülerini anacaksak eğer, eşit yurttaşlığı, laikliği, kamuculuğu, aydınlanmayı, bağımsızlıkçılığı ne ölçüde savunduğumuzu, karşıdevrimci siyasete karşı nasıl bir mücadele hattı ördüğümüzü de düşünmemiz gerekiyor. 

*** 

Tonguç, Arifiye Köy Enstitüsü’nde.

İlk icraatı Tonguç’u görevden almak 

Çok partili hayata geçişle birlikte popülist politikalar yükselişe geçmiş, CHP sağcılaşma konusunda Demokrat Parti ile yarışırken, iç siyasette din vurgusu giderek artmıştır. Laiklikten, ilericilikten, kamuculuktan, aydınlanmadan verilen tavizler, eğitim alanını da dönüştürmüştür.  

Köy Enstitülerinin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç’un “Köy insanı öylesine canlandırılmalı ve bilinçlendirilmeli ki, onu hiçbir kuvvet, yalnız kendi hesabına ve insafsızca sömüremesin. Köyün sakinlerine köle ve uşak muamelesi yapamasın. Köylüler, bilinçsiz ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler. Onlar da her vatandaş gibi her zaman haklarına kavuşabilsinler” sözleri ve halkın çıkarlarını önceleyen eğitim görüşleri dönemin politik ikliminde tehlikeli bulunmaya başlanmıştır. 

1946’da İlköğretim Genel Müdürlüğü görevinden alınarak Talim ve Terbiye Kurulu üyeliğine atanan Tonguç, 1949’da Ankara Atatürk Lisesi Resim-İş öğretmenliğine getirilerek bakanlıktaki tüm aktif görevlerinden uzaklaştırılmıştır. 1950’de Demokrat Parti iktidarının Milli Eğitim Bakanı olan Tevfik İleri’nin ilk icraatı ise Tonguç’u bakanlık emrine alarak öğretmenlikten de uzaklaştırmak olmuştur. 

*** 

Sağın alametifarikası karma eğitim karşıtlığı 

Türkiye’de yatılı karma eğitim ilk kez Köy Enstitülerinde hayata geçirilmiş; kız çocuklarının eğitime kazandırılması için büyük çaba harcanmıştır. Bu bağlamda kız çocukları için pozitif ayrımcılık uygulanmış ve okullara sınavsız bir şekilde kabul edilmişlerdir. Ayrıca yanında bir kız öğrenci getiren erkek öğrenciler de giriş sınavından muaf tutulmuşlardır.  

Enstitülere yapılan saldırıların en önemli yanını da karma eğitim konusu oluşturmuştur. Kız ve erkek öğrencilerin bir arada ders görmesi; iş eğitimi, tarım, spor ve sanat etkinliklerini birlikte yürütmesi toplumsal cinsiyet eşitliğinin kapılarını aralarken, bu eşitlik anlayışı gittikçe sağcılaşan ve dini siyasi amaçları doğrultusunda kullanan politikacılar için bir demagoji konusu olmuştur. 

Özellikle NATO’cu İslamizasyon politikalarının Türkiye’deki uygulayıcısı haline gelen DP, kadın-erkek eşitliğini hayata geçiren bu modelden büyük bir rahatsızlık duymuştur. Çünkü DP’nin Sünni İslam ile milliyetçiliği sentezlediği programı, kadını kamusal alandan uzaklaştırmayı, toplumdaki rolünü eş ve anneliğe indirgemeyi, onu aile yaşamıyla sınırlamayı öngörmüştür. Bu nedenle DP iktidarı kadınların, özellikle de yoksulluğun ve ataerkilliğin iç içe geçtiği bir düzene mahkûm edilmiş, ücretsiz işgücü niteliğindeki kadınların kendilerini erkeklerle eşitleyeceği bir eğitime erişmesine tahammül edememiş; bu eşitlikçi sosyalleşme deneyiminin köylülere örnek olmasını istememiştir.  

Nitekim imam hatip liselerinin yeniden açılmasından din derslerinin müfredata dahil edilmesine kadar birçok dinselleşme adımına öncülük eden Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, Enstitüleri “fuhuş yuvası” olarak tanımlayarak; kız ve erkek çocukların dersliklerde, işliklerde, tarlada bir arada çalışmasını meclis kürsüsünden eleştirmiştir. “Köy kızlarının fuhşa teşvik edildiğini” ileri sürerek, enstitüleri kapatmak için toplumsal destek kazanmaya çalışmıştır. Tüm bu saldırıların sonucunda Köy Enstitüleri önce kız ve erkek enstitüleri olarak ayrılmış ve karma eğitime son verilmiştir. Sonra programına din dersleri eklenmiştir. 1952’de ise Köy Öğretmen Okullarına dönüştürülerek kapatılmıştır. 

*** 

Eğitimde Amerikancı dönüşüm 

2. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye siyaseti önemli bir makas değişimi yaşamıştır. Truman Doktrini, Marshall Yardımı, NATO üyeliği gibi gelişmeler ülkenin tümüyle ABD yörüngesine girmesine neden olurken; devletin kurumsal örgütlenmesi de Amerikalı uzmanlar ile Amerika’da eğitim görmüş devlet yetkililerinin raporları doğrultusunda yeniden dizayn edilmiştir. Bu bağlamda en çok müdahale edilen alanlardan biri eğitim olmuştur. 

1940’lı yılların ikinci yarısından itibaren Türkiye’ye gelen çok sayıda Amerikalı uzman, ülkenin eğitim sistemini Amerikan çıkarlarına ve liberal ekonomi programına göre yeniden yapılandıracak raporlar hazırlamıştır. Bir Amerikan sermaye grubunun uzantısı olan Ford Vakfı’nın Türkiye’de öğretmen yetiştirme politikalarına dair rapor hazırlaması, liberal müdahalenin göstergesi niteliğindedir. Köy Enstitülerinin kapatılmasında da yine Amerikalı uzman Kate Wolferd’in Köy Enstitüleri ile Öğretmen Okullarının birleştirilmesi bağlamındaki raporu etkili olmuştur. 

*** 

Enstitüler sermaye sınıfının hedefindeydi 

Laik ve kamucu bir programın benimsenmesi, kız ve erkek öğrencilerin bir arada eğitim görmesi, sanat ve edebiyat derslerinin aydınlanmacı bir çizgide verilmesi, öğrencilerin ders dışında çalışarak üretime katkıda bulunması, gerçekte herhangi bir maddi ve politik temeli olmasa da Köy Enstitülerinin “komünist yetiştirmekle” suçlanmasına ve “din elden gidiyor” söylemiyle hedef gösterilmesine neden olmuştur. 

“En yüksek perdeden ve en güçlü şekilde ‘komünist’ diye bağırabilenin, Batı’nın en candan ve en iyi dostu” sayıldığı günlerde, basında da sıklıkla Enstitüler “komünist yuvası” olarak hedef gösterilmiştir. Elbette bu saldırıların ana aktörleri, köylünün yoksulluğundan ve geri kalmışlığından beslenen sermaye sınıfı ile onların Meclisteki temsilcileridir.  

Köy Enstitüsü fikrinin mimarlarından olan ve 1938-46 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı yapan Hasan Ali Yücel, TBMM kürsüsünden yapılan saldırılara karşı Enstitüleri “Köyün içerisinde bilgili, sağlıklı, memleketine bağlı ve üretken yurttaşlar yetiştirmek amacındadır” sözleriyle savunsa da 1946’da kurulan Recep Peker hükümeti, Hasan Ali Yücel’in istifasını istemiştir. 

*** 

Kalkınmış köy, yurttaşlaşmış köylü 

Eğitimi temel bir insan hakkı olarak gören, bu hakkı yurttaşlara parasız olarak ulaştırmayı hedefleyen ve bu bağlamda özellikle köyü ve köylüyü kalkındırmayı amaçlayan Köy Enstitüleri, demokratik işleyişiyle öğrencilere yurttaşlık bilinci vermeyi amaçlarken, ders içerikleriyle de aydınlanmayı tabana yaymayı istemiştir. Dolayısıyla bugünün eğitim politikalarının antitezi bir yaklaşımı benimsemiştir. 

Nitekim Köy Enstitülerinde uygulanan programa kısaca bakıldığında, bugünün neoliberal-İslamcı politikalarının bu ülkenin çocuklarından neleri çaldığı açıkça görülebilmektedir. Örneğin Enstitülerde haftalık yapılan toplantılarda, öğrencilerin işleyişe dair görüş, öneri ve eleştirileri alınmakta; ayrıca o haftanın işbölümü yapılarak, sorumluluklar kız ve erkek öğrencilere eşitlikçi bir biçimde dağıtılmaktadır. Böylece hem demokrasi kültürü hem de kadın-erkek eşitliği pratiğe geçirilmeye çalışılmaktadır. 

Bugünün sınav merkezli eğitiminde müzik, resim, spor gibi dersler müfredattan dışlanırken, Köy Enstitülerinde eğitim her sabah müzik ve sporla başlamaktadır. Ayrıca hafta sonları öğrencilerin müzik, resim, şiir, tiyatro, halk oyunları, spor vb alanlardaki etkinlikleri köy halkına açık yapılmakta, yüzlerce yıl feodal değerlerin ve dinsel vesayetin altında yaşamış olan kitleler için bir aydınlanma kanalı açılmaya çalışılmaktadır.  

Her gün uygulanan serbest okuma saati ise, ders konuları dışında gazete, dergi ve kitap okumalarını amaçlarken; felsefe, siyaset, bilim, sanat, edebiyat üzerine yapılan haftalık tartışma programları da bugünün eğitim politikalarında asla istenmeyen eleştiri, sorgulama ve tartışma kültürünü geliştirmeyi hedeflemektedir.