ÖBÜR DÜNYADAN
Hayaletlerimiz ve biz

"
Öbür Dünyadan” ne yazık ki vasatın az üstünde bir film. Benzer konuları anlatan, Franco döneminin dehşetine gönderme yapan “Yetimhane” ve “Diğerleri” gibi filmlerin düzeyinde değil

Hayaletler gerçekten nelerdir? Neden bu kadar çok hayalet öyküsü var? Bunun nedeni sanırım, ne kadar bilimsel düşünürsek düşünelim, söz konusu ölüm olunca kavrayışımızın yetmeyişi. Ölüm, hayatın yokluğu ve biz bu yokluğu tasavvur edemiyoruz. Sevdiğimiz birisi tamamen ama tamamen yok olabilir mi? Yani, gökyüzünden de bizi seyretmiyor mudur? Böyle bir şey en ateist, en pozitivist, en materyalist kafanın bile düşünmekte zorlandığı bir durum. Sevdiklerimizin, bir yerlerden, bir şekilde bizi izlediklerini düşünürüz. Bunun istisnası yok gibi bir şey. İnanmıyorsanız, solcuların ölülerinin ardından neler dediklerini dinleyin veya okuyun. “Nur içinde yatsın” yerine, “Işıklar içinde yatsın” diyerek dindarlarla aynı şeyi söylerler. Alaycı filan değilim bunları yazarken, insan olmanın, kavrayışımızın sınırları var.

Bir de suçluluk duygusu vardır. Sevdiklerimize, hiçbir zaman mükemmel davranmamışızdır. Kimi zaman bir isteğini yerine getirmemiş, kimi zaman onlara öfkelenmişizdir. Hatta,  en sevdiklerimize bazen lanet bile okumuşuzdur. Ya bu kötü niyetlerimiz, onların ölümünü hızlandırmışsa? Hatta ölümlerine neden olmuşsa? Saçma deyip geçmeyin, “hayatta kalanın suçluluk duygusu” psikolojide yeri olan bir kavram.   

ÖLÜMLERİN TRAVMASI
Dolayısıyla birisi bir filmde hayalet görüyorsa, muhakkak onun geçmişinde bazı ölümler olduğunu düşünmek gerekir. Bu ölümlerin travması, suçluluk duygusu bir şekilde su yüzüne çıkmaktadır bir nedenle.

“Öbür Dünyadan” kolektif bir büyük travmanın yaşandığı yıllarda geçiyor. Birinci Dünya Savaşı ve kuş gribi milyonlarca insanın canını almıştır. Hayaletleriyle barışmak, onlarla iletişim kurmak isteyen insanlar, şarlatanların avucuna düşmüştür. Florence (Rebecca Hall) şarlatanları açığa çıkarmayı meslek edinmiş, bilime inanan bir kadındır. İşinde başarılıdır da. Bir gün, bir okuldan davet alır. Ölü bir öğrencinin hayaletini görenler olmuştur. Florence ortada bir şarlatanlık varsa açığa çıkaracaktır. Florence, hayaletlerle ya da şarlatanlıklarla karşılaşmaya başladıkça, yavaş yavaş onun hayatının gerçekleriyle, geçmişinde olanlarla da tanışmaya başlarız. Florence’in annesine ne olmuştur? Neden yetimhanede büyümüştür? Babası nerededir? Ya okuldaki insanların geçmişleri?

“Öbür Dünyadan” ne yazık ki vasatın az üstünde bir film. Benzer konuları anlatan, Franco döneminin dehşetine gönderme yapan “Yetimhane” ve “Diğerleri” gibi filmlerin düzeyinde değil. Ama Rebecca Hall ve Imelda Staunton gibi iyi oyuncuları ve iyi  bir işçiliği var.
 
***

Seyfi Teoman, Adam…

Boş ver filmleri filan Seyfi. Bizim sana ihtiyacımız var! Çabuk iyileş Seyfi. En iyi dileklerimiz seninle…

Seyfi Teoman hastanede komada yatıyor. Seyfi, hastanede yatıyorsun, komada. Bu yazdıklarımı daha sonra okuyacak Seyfi. Daha sonra okuyacaksın. Seni biraz anlatmak istiyorum müsaade edersen. Müsaade edebilsen, keşke.

Seyfi’yi ilk galiba bir otobüste tanıdım. Belki Antalya Film Festivali’ndeydik, otel sinema arasında yol alıyorduk. Yamaç tanıştırdıydı bizi. İlk prodüksiyon işlerinin senin filmin olacağını söylediydi. Sonradan “Tatil Kitabı “olacak, Altın Lale kazanacak filminden söz ediyordu. Filminden söz etmeni istemiştim, elinden geldiğince anlatmıştın, pek de anlatılabilecek olmayan filmini. Sende insanı rahat ettiren bir şey var Seyfi. İnsan hem akıllı ve bilgili bir insanın yanında olduğunu fark ediyor hemen, hem de ayakları yere basan, burnu zerre kadar büyük olmayan biri olduğun anlaşılıyor anında. Bunun verdiği cesaretle olsa gerek, senin Mithat Alam Film Merkezi’nde verdiğin kısa film kursuna katıldım. Filmlerini eleştireceğim birisinin öğrencisi olmak, o kadar da kolay bir karar olmamalıydı aslında.  Başka biriyle belki zor olurdu. Ama söz konusu sen olunca açıkçası pek de çekinmedim. Hem sinemayı filmlerden öğrenmiyor muyuz? Filmleri de başka birçok insanın yardımı ve katkısıyla aslen yönetmenler yapmıyor mu? O zaman zaten, yönetmenler benim öğretmenlerim!

Sinemaya girişin muhteşem oldu ama sende herhangi bir değişiklik olmadı. Aynı ayakları yere basan, aynı  düzgün insan olarak kaldın. İkinci filminle (“Bizim Büyük  Çaresizliğimiz”) Berlin’de yarıştın! Vay, canına! Yapımcılığını  yaptığın ilk film, “Tepenin Ardı”, Berlin’den iki ödülle dönüp, İstanbul’da Altın Lale’yi kazandı! Hiç boşun olmadı! Her yaptığın iş, ses getirdi. Bundan sonra da olmayacağına inanıyorum.

Fakat, boş ver filmleri filan. Bizim sana ihtiyacımız var! Çabuk iyileş Seyfi. En iyi dileklerimiz seninle…