Hayat, ülke, ben, sen, o, AKP normalleşiyor. Vicdan, akıl ve izan adına atipik olan bu normalleşme biçimi Türkiye için adeta normal, geleneksel. Normalleşmenin ardında AKP’nin yol açtığı yozlaşma ve Türkiye’nin genetik kodları var. Yozlaşmanın normalleşmesi, gündelik hayata girmesi tepkisizliğin artması, dayatılan yeni yaşam biçiminin sıradanlaşarak yerleşik hale gelmesi, yılgınlığın yükselmesi demek.

İçimizdeki teslimiyet her yeni gün biraz daha artıyor, durumun kabullenilmesi giderek daha fazla destekçi buluyor. Bireysel dünyamızın, zihinlerimizin içine işleyen sesler, görüntüler mutsuzluğumuzu pekiştiriyor. Geçen 12 yılın yorgunluğu, bıkkınlığı karabasan gibi üzerlerimize çökmüş durumda. Tepkinin ve kıpırdanmanın yoruculaştığı, yorgunlaştırdığı bir hal içindeyiz. Umut ışığı ırak geleceğe doğru uzaklaşırken, siyasetle yatıp kalkıp, dokunduğumuz hiçbir şeyin değişmediğine tanıklık ediyoruz. Aldığımız anlamsız haberler, ekranları saran, gözümüzün içine sokulan “bu kadar da olmaz” dediğimiz şeyler eskisinden daha fazla mutsuz ediyor, umutsuz kılıyor. Muhalefetin hangi dinamiğine ne kadar ve niye güvenebilirim hissi de üzerine eklenince durum içinden çıkılamaz bir ataleti beraberinde getiriyor.

Herkes farklı bir ölçekte, farklı bir mücadele geçmişiyle aynı yozlaşmanın içinde bir yerlerde duruyor. Oturduğum yerden yazarak, kendi kentli mutsuzluğu dile getirirken evet, kendi küstahlığımdan rahatsız oluyorum. Kobane’deki insan zincirine açılan ateş sonucunda genç yaşında hayatını kaybeden Kader Ortakaya’yı, Validebağ’da mahallelerinin geleceği için mücadele edenleri, Yırca’da madenlere sokulmak istenen zeytincileri, barış sürecinin AKP’ye rağmen devam etmesi adına Kürtlerin yaptığı mücadeleyi düşündükçe kendimden daha fazla rahatsız oluyorum. -Mış gibi yapamıyorum, yapın da demiyorum ama “pes etmemeli” demek adına “kendime” yazıyorum bugün.

Umutsuzluk aşılamak için değil, içinde bulunduğumuz vahametin resmini çizmek adına, silkelenelim, uyanalım, üzerimize çöken karabasanı defedelim diye yazıyorum. Ortaçgil’in söylediği gibi “Yağmur dolu dolu yağar, ıslanmazsın bile” halinden acilen çıkmamız gerektiği için “orada yerinde misin, duruyor, (d)uyuyor musun?” demek için “sana” yazıyorum bugün.

Gezi’nin muazzamlığını romantize ederek, içine yerleştirdiğimiz anlam ve sıfatlara umut bağlayarak değil, yeni anlamlar, yeni motivasyonlar üreterek bu durumun üstesinden gelebiliriz demek için “bize” yazıyorum bugün.

İçimizde, küçük dünyalarımızdaki, ailede, akademik ortamlarda, medyada, mahallede, köyde kahvede kurtulamadığımız iktidar alanlarının yerle bir edilmesiyle mümkün kılınabilecek bir gelecek hayal edebildiğim için yazıyorum bugün.

Genç yaşında onuru, vicdanı, duyarlılığı ve cesaretiyle örnek almamız gereken Kader’in anısına, düşündürdükleri adına yazıyorum bugün.

Bireysel varlık alanlarımızın bir karşılığı olduğuna, bu yozlaşmanın sonucunda toplumsal örgütlenmenin daha büyük ve etkin bir biçimde canlanacağına inandığım için; yaşamlarımızdan çalınanların, emek, hak ve özgürlükleri uğruna hayatını kaybedenlerin hesabının bir gün mutlaka sorulacağını bildiğim için “size, kötülüğe, saray’a, sultana” yazıyorum bugün.