Türkiye’de Gezi Parkı Direnişine kadar “sivil başkaldırı” denildiğinde akla ilk olarak “15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi” gelirdi.

1970 yılında yaşananları Kemal Sülker “Türkiye’yi Sarsan İki Uzun Gün” adıyla kitaplaştırmıştı. Sülker o tarihte DİSK Genel Sekreteri görevindeydi. Ben de İZTV’de aynı adla bu olayın belgeselini yapmıştım. Konuştuklarımın tamamı birinci tanıklardı. Bu alandaki ilk belgesel kitap ise Sorun Yayınlarının sahibi Sırrı Öztürk tarafından “15-16 Haziran” adıyla yayınlanmıştı. Kitapta polis telsizlerinin kayıtları bile yer alıyordu. Son kitap ise Zafer Aydın’ın Ayrıntı Yayınları arasından çıkan “İşçilerin Haziranı” kitabıdır.

Şimdi olayı kısaca özetleyebiliriz. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 1967’de kurulmuş henüz üç yaşında idi. Sınıf Sendikacılığını kendine rehber seçmişti. Hızla büyüyordu. Bu gelişmenin önüne geçmek için bir yasa tasarısı hazırlanmış, TBMM gündemine gelmişti. Yasanın en önemli yanı toplu sözleşme hakkının gasp edilmesiydi. Bir sendikanın toplu sözleşme yapabilmesi için işkolunda çalışan işçilerin yüzde 10’unu örgütleme şartını getiriliyordu. Yasa 11 Haziran 1970’te Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından onaylandı.

DİSK o tarihte birçok işkolunda bu yeterliliğe sahip değildi. Yasa fiilen DİSK’i faaliyet gösteremez hale getirecekti, Anayasa’ya da aykırıydı. Oysa 1961 Anayasasında “toplu sözleşme ve grev hakkı” güvence altına alınmıştı.

DİSK “Anayasal Direniş Komiteleri” kurdu. 15 ve 16 Haziran’da İstanbul işçilerin ayak sesleriyle sarsıldı. İkinci gün İstanbul’da sıkıyönetim ilan edildi. Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Anayasa Mahkemesi’ne yasanın iptali için başvurdu. Başta genel başkan Kemal Türkler olmak üzere DİSK yöneticileri, eylemci işçilerin önderleri tutuklandı. Daha sonra Anayasa Mahkemesi yasayı iptal etti.

Sivil başkaldırı, Türkiye’nin yakın tarihine “15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi” olarak geçti.

BirGün gazetesinde 15 Haziran günü, eski bir DİSK’li olarak 15-16 Haziran’ı anmadan geçmek olmazdı. Ama esas olarak bu konuyu seçmemin nedeni 14 ve 28 Mayıs 2023 tarihlerinde yapılan milletvekili ve Cumhurbaşkanı seçimlerinde alınan sonuçlar ve bu seçim öncesi izlenen politikalar…       

Özellikle ana muhalefet partisi CHP yönetimini son 10 yılda tercih ettiği “sağ seçmene” yönelme arzusu üst üste defalarca duvara tosladı. Özetlemek gerekirse şöyle denilebilir:

-Sağ partilerle sağcılık yarışına girildi!

Kendinize böyle bir kulvar seçtiğinizde yarışı baştan kaybetmişsiniz demektir!

Oysa CHP kendini “sosyal demokrat parti” olarak takdim ediyor. 1970’li yıllarda CHP’nin solunda yer alan sol, sosyalist yapılar, CHP’nin mitinglerinde yer almakta bir beis görmezlerdi. Hatta bazı şehirlerde CHP’nin yerel yönetimlerinde bile seçildikleri olurdu. Çünkü devlet destekli silahlı sağcılar, solda olan kim varsa ayrım yapmadan vuruyorlardı.

1980 sonrasında sol sosyalistler özellikle Deniz Baykal’ın başkanlık yıllarında CHP’nin bulunduğu sokaklardan bile geçmez oldular.

Çok uzun süre sonra ilk kez mayıs seçimlerinde sosyalistler CHP’yi açıktan desteklediler. Ama CHP yönetimi bu desteği hiç önemsemedi. Hep sağa baktılar, o tarafın taleplerini dikkate aldılar. Sadece siyasi yapıları değil, sendikaları, meslek kuruluşlarını da “es” geçtiler.

CHP içinde, 1970’lerdeki emek dünyasına saygılı parti gibi olunmasını isteyen pek çok kişi var. Ama parti içi demokrasi çalışmadığından böyle bir rota oluşturulamıyor. Ön seçim yapılsa kendi örgütünün seçmeyeceği kişiler, ülke genelinde milletvekili adaylarını atıyorlar.

Sağcılığın zirvesi “tek adam” modelinin bütün hünerlerini benimseyerek ve devamlı “sağa çark ederek” demokrasiye ulaşmanın mümkün olamayacağını herkes görüyor.

Orhan Veli’nin çok bilinen “Gemliğe doğru/ denizi göreceksin/ sakın şaşırma” şiirindeki gibi tatlı hoş bir uyarıya ihtiyaç var 15 Haziran 2023 tarihinde… Yine şaşırmamak için kurultaya giderken sola doğru bak:

-Haziran’da işçileri göreceksin!..